Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Sen ne çok bildin, ben ne çok öldüm

Sen ne çok bildin, ben ne çok öldüm
 

ajandadan numaralar

düşürdüm telefona

yoktunuz...

kirli suratlar

tarihin abecesinde

bir dipnot...

sustum ve öldüm

siz yoktunuz...

Aşkı, kenar mahalle kızlarının şuh bakışlarında öğrendim. Papuçlarımı henüz kömür tozlarıyla boyuyordum ve o kenar mahalle kızları siyah beyaz Fransız melodram filmlerinin birer karesi oluyordu. Kuş etlerini ve böğürtlen tanelerini onlarla bölüştüm. Rüzgarda konuşulmaz, yağmurda susulmazdı bunu öğrendim, sonra büyümeyi de.

Yeni günler, yeni şeyler öğretti bana. Artık oyuncakların çamurdan yapılmadıklarını biliyordum. Her şeyin bir arzı, her arzında bir talebi vardı. Eroin ve fahişeler en çok talep edileniydi. Hayali ihracat modaydı, çift pasaportlu olmak ise kaçacak başka bir ülkenin olması demekti. Özal’lı yıllardı. Ve her şey kendi içsel mantığında mantıklıydı.

sen ne çok bildin, ben ne çok öldüm.

Kurumuş dudakların, binlerce yıl susuz kalmış bir toprak parçası gibi perişandı. Soğuk bir karakış günü, rüzgarın her şeyi öptüğü ve insanda yalnızlık hissi yaratan o uğultusu mu çekmişti beni sana? Köpüklenen o sahilde; deniz kestaneleri vardı ellerinde, gözlerinde ise çizikler. Her merhaba isyancıdır, merhaba dedin bana.

Sonra, yıkıntılarını gördüm. Çoğu kez suskun ve hep çaresiz. Söylediğin her tümcenin tutanaklarını tuttum, kör bir gecenin ardından sen olmazsın diye.

Sonrası ışık, sonrası meltem, sonrası güneş, sonrası aşk yani sonrası bahar.

Önce gündüzlerimi istedin sonra gecelerimi daha sonraysa hepsini. Yargısız infazlardan bana gelir gibiydin, her tarafında mermi izleri. O çok az görünen gülüşün, bir ihtilal olurdu yüreğimde sarsılır ve ölürdüm. Öptüğüm her yerin kanar ve sende ölürdün.

sen ne çok bildin, ben ne çok öldüm.

Bir gün yağmurdan sırılsıklam olduğun ve koltuğunda kırmızı bir şarapla bana geldiğin gün söylemiştin; “biliyorum ırmaklar hiç bir zaman geriye akmayacaklar” diye. Upuzun bir suskunluk yaşamıştık. Söylemenin yeri ve zamanı değildi ama; ellerinin kirli olmadığını, yüzüklerinse parmaklarına çok yakıştığını söyledim. Sonra Aragon’un ‘Mutlu Aşk Yoktur’ şiirini okudum sana ve omuzlarından tuttum, tuttum ve öldüm.

Eriyen umutlar, ölen hayatlar gibi değil mi? Hepimiz cebimizde kaç parça sözcük taşıyoruz el değmemiş?

Sonra bir kenar mahallede taşlanarak öldürüldüğünü duydum. Günlerce ölümünü düşündüm, düşündüm ve öldüm.

Sen bunu bilmedin.

02.10.2000

 
Toplam blog
: 67
: 1679
Kayıt tarihi
: 11.08.07
 
 

Adıyaman'da doğdu. ilk ve ortaöğrenimimi yatılı bölge okullarında okudu. İzmir 9 Eylül İktisat Fa..