Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '14

 
Kategori
İlişkiler
 

Sen ve sensizlik

Sen ve sensizlik
 

Ben, tüm sözlerimi kâinata armağan etmişken sen yok muydun sanki? Ya da ben, henüz seni tanımıyorken yaşıyor olduğumu mu sanıyordun? İşte böyle bir durumda varlıkla yokluk arasında kalan ben, içine düştüğüm bu çıkmazda kıvranıp duruyordum adeta. Bu kıvranışlar neticesinde yer aldığım bu yaşam ve ölüm mücadelesinden galip çıkmanın tek bir yolu vardı. O da sendin tabi ki.

Sen, kalbimin ve aklımın her zerresindeyken ve ben, senin var oluşunla nefes alabiliyorken, senin bir an için dahi olsa kalbimden ve aklımdan yok oluşun benim için ebediyen bu diyarlardan çekip gitmek manasına geliyordu. İşte tam olarak bu sebepten dolayıdır ki; “Her şeyi ile sana ait olan ve fakat bana emanet bırakılan bir can taşıyor bu beden. Ya seninle nefes aldığı vakit var olup yaşayacak ya da senin olmadığın bir dünyada yok olup da gidecek...”

Derin uykulardan uyandığım vakit nerede olduğumu, nereye gittiğimi, hangi zaman diliminde yaşadığımı bilmeksizin adımlıyordum gözlerinin içinde beliriveren dünyanın gizem dolu yollarını. Gözlerinin içindeki bu âleme dalıp da gittiğim her anda kâinat derin bir sessizliğe bürünüveriyordu. Ve ben, işte tam bu anda seslenmeye başlıyordum sonsuzluk içindeki en derin boşluklara:

“Semada seni bekleyen melekler misali, yeryüzünde bekliyordum bir anda çıkıp da gelmeni...”

Ve sen, çıkıp da geldiğin vakit, enkaz bir ruhu taşıyan şu bedenin molozlarını taşıyacak görünmez bir elmisali aşkın tohumlarını ekip durdun dünyama. Bir gülüşünle depremler olup, bir bakışınla fırtınalar kopmaya başladığında, içimde bir yerlerde kıyametler kopuyordu adeta. Bu kıyametin adı, yalnızca sendin.

“Bu öyle bir sevgiydi ki, adını her anışımda elimi kalbim üzerine koyuyordum. Ki kalbim yerinden fırlamasın diye...”

Kalbimin yerinden her fırlayışında gülüşlerinin ve derin bakışlarının yok oluşu zuhur edip duruyordu hafızamda. Ve bir kısır döngü benliğimi içine hapseden büyük bir boşluğun etrafında dönüp durmaya devam ediyordu her defasında. Bu büyük boşluk, sensizlikten başkası değildi.

“Mevcudat içindeki en kıymettar varlık olan sen; eğer ki yoksan, neylesin bu gönül bir elde duracak Kameri, diğer ele konacak Şems'i. Senin yokluğunda ne Şems ışıldar ne de Kamer parıldar. En büyük kıyametler işte o zaman, tek bir bedende atmayan bu kalpte kopmaya başlar...”

Seni bekliyorken sensiz kalmanın bir diğer adıydı ölüm. Sensiz kalıp nefes dahi alamayıp da firak-ı ebediyi yaşamaktı. Ve ölüm, sadece sensiz iken yakışırdı bana.

“Hayat, sen ve sensizlik arasında yer alan büyük bir boşlukta devam ediyorken, yaşanmış olan bu gelgitler neticesinde ve her defasında daha çok sarılıyordum hayata. Ki en kestirme yoldan vuslata erebileyim diye…”

Ben, tüm sözlerimi sana armağan etmişken kâinat yok muydu sanki? Ya da sen, henüz beni tanımıyorken yaşıyor olduğunu mu sanıyordun? Nasıl ki sensizlik benim için ölümün diğer adıysa, bensizlik de senin için ölümün diğer bir adıydı. Bensiz kalıp nefes dahi alamayıp da firak-ı ebediyi yaşamaktı. Ve ölüm sadece bensiz iken yakışırdı sana.

“Teslimiyet, sadece aşka ise bu yolun sonu sensizlikte(bensizlikte) dahi sana(bana) çıkar demektir…”

 

 

MURAT TAŞ

26.02.2014 00.40

 
Toplam blog
: 102
: 1428
Kayıt tarihi
: 24.06.11
 
 

Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü mezunuyum. 8 Nisan 1987 doğumluyum ve Adana'da Seyhan ilçesin..