Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '18

 
Kategori
Psikoloji
 

Sendromunuzu Yerim!

Sendromunuzu Yerim!
 

 Psikoloji bilim değildir. Başta psikologlar olmak üzere konu ile ilgili pek çok kişinin ayağına bastığımın farkındayım. Kimseden özür dilemeyecek, hatta canlarını biraz daha yakmaya devam edeceğim. Psikoloji ile ilgili uluslararası geçerliliği olan birkaç diplomaya sahip, bir “psikoloji sever” olmamın onların gözünde, cüretimi mazur göstermeye, suçumu hafifletmeye yeteceğini hiç sanmıyorum. Beni vurabilirsiniz…

Her zaman her yerde geçerli, kesin nitelikler taşıyan, evrensel, güvenilir ve meşru bilgiler “bilim” ise tabii ki psikoloji bilim değildir. Psikolojinin, insanı laboratuvar ortamında araştırmaya başlaması 1879’a uzanır, ancak bu alanın, araştırma nesnesi “insan” olduğundan elde ettiği sonuçlar, “bilgi” olsa da, “bilimsel bilgi”, “ilim” olsa da “bilim” olamayacaktır. İnsan davranışları ve zihinsel süreçler her ne kadar bilimsel yöntemler kullanılarak incelenmeye çalışılsa da, insanın özne olarak anlaşılmaya uğraşıldığı bu kaygan zemin, eski deyimle “rûhiyat”, bilimsellik iddialarını varsayımlardan öteye götüremez. Doğru, her insan benzersizdir ve insan sayısı kadar psikolojik değişken, bu alanda çalışan kişi kadar da hipotez mevcut. Bir ilim dalı ve bilgi birikimi olarak psikoloji sahasında yapılan çalışmaları, elde edilen başarıları, harcanan emekleri, aşılan mesafeleri göz ardı etmiyorum, kuşkusuz bu alanda çok önemli işler yapıldı ve yapılmakta. Kimseye saygısızlık yapma niyetinde de değilim. Bu gün asıl dikkat çekmek istediğim konu, psikoloji “bilim mi, filim mi?” tartışmasından çok, modern psikolojinin ve psikiyatrinin bizleri dibe çeken karanlık yönü;  tehlikeli boyutlara ulaşan, yalancı hastalıklar ve uydurulmuş semptomlar…

Günümüzde sağlıklı insanlar dahil, herkesi tanısı konabilecek psikolojik hastalar gibi görmek ve göstermek bu alanda çalışan bazı kişilerin abartılı ve evhamlı teşhisleri ile açıklanamaz. Ortada çok ciddi bir kötü niyet var. Uydurulmuş hastalıkları “iyi” etmeye çalışmak için yaratılan ilaç pazarları,  maalesef kenarından geçeni içine çeken bir girdap gibi her geçen gün büyümeye ve birilerini daha yutmaya devam ediyor. Sözünü ettiğim temel ve çok ciddi psikolojik rahatsızlıklar değil elbette… Sıradan ve geçici sorunlar yaşamış, kendi başına belki de bunların üstesinden gelecek pek çok sağlıklı insan, tanısı konulan ama aslında var olmayan sözde hastalıkların pençesinde kıvranıyorlar! Bu nedenle gereksiz yere ilaç tüketmek zorunda kalmaları ise cabası.

Kadının, erkeğin ve çocuğun kronolojik yaşam döngüsünde geçirdiği evreler psikolojide tanımlı hastalık olarak karşılığını buluyor;  kadında regl öncesi, sonrası dönemler, menapoz evresi, erkekte  andropoz, çocuk ve gençte ergenlik gibi olağan zamanlar, artık  hastalık dönemleri olarak ele alınıyor. Afili bir kavram adı taşıyor, bunu da saygınlığından şüphe etmediğiniz hocalar telaffuz ediyorsa, itiraz etme hakkınız yok.  Kırk ilâ yetmiş yaş arasında bir erkekseniz  “Aging Male Syndrome-Yaşlanan Erkek Sendromu” yaşıyor olabilirsiniz meselâ, erkekte değişim yılları bir sendrom adı olmuş. Kadında, çocukta da… Hepsine ayrı tedavi hatta ayrı ilaçlar öneriliyor. İtiraz etmek ne haddinize. Sendroma uygun semptomlarınız da mevcut. Ne bileyim, saçınız dökülüyor, daha çabuk yoruluyorsunuz o halde psikolojik olarak tedavi edilmeniz gerekiyor. Konu ile ilgili yayınlanan bir çalışma gerçekleri daha net görmemizi sağlıyor; “Araştırma enstitüleri, basın kuruluşları, reklam şirketleri, tıp profesörleri ve gazetecilerle işbirliği yapan firma, erkeğin değişim yıllarını ciddi bir hastalık olarak kabul ettirmek istiyor. Basın konferanslarında erkekteki hormon üretiminin ‘sinsice gerilemesi’ anlatıldı. Oysa kampanyanın asıl hedefi iki hormon ilacının tanıtımı idi. Endüstri ülkelerindeki yeni hastalıkların tanısında önemli bir patlama yaşanıyor. Bulaşıcı hastalık, sendrom, çeşitli bozukluklar vb gibi yaklaşık olarak 30.000 yeni hastalık keşfedildi. Artık her hastalığın bir ilacı olduğu gibi her ilacın da bir hastalığı var! Bu gelişme İngilizce’de ‘disease mongering’ yani hastalık ticareti gibi bir isim bile aldı.”(Der Spiegel33/2003- Makalenin Türkçesi Cumhuriyet Bilim-Teknik’de yayınlandı2004;885:12-3)

Tabii ki bu tek vak’â değil. Etrafımızda niye bu kadar çok “hiperaktif” çocuk var  nedenini biliyor musunuz? Psikolog Alexander Dröschel bir milyon kadar çocuğun “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite” (DEHA) yaşadığını öne sürünce, ilaç firmaları kolları sıvamışlar. Hatta, bir ilaç firması DEHA ile ilgili bir masal broşürü bastırmış, masalın kahramanı dikkatsiz ve çok hareketli olduğu için başı bir türlü dertten kurtulmayan bir kalamar, adını biraz düşünseniz tahmin bile edebilirsiniz; “Hippihopp”. Bu masal da “hapı yutmak” şartıyla, “mutlu” sonla bitiyor! Doktor kaplumbağa, yaramaz kalamarın DEHA sendromuna yakalandığını fark edip,  onu “küçük beyaz bir hapla” iyileştiriyor.

Her birimiz çeşit çeşit depresyon denizlere dalmaya meyyâl değil miyiz? Depresyona girmeyeni dövüyorlar neredeyse. Seçin kendinize uygunu. Ben “Sisi”yi pek beğendim mesela. Depresyona girecek olsam ilk tercihim olabilirdi. Kabarık tafta etekli bir prensese uygun bir hastalık, Avusturya İmparatoriçesi Elizabet'in adının kısaltması “Sisi”. Çok romantik bir sendrom adı değil mi? “Sisi Sendromu” bu da uydurulan başka bir sendrom. 1998 yılında,  Smithh Kline Beecham firmasının tam sayfa reklâmıyla ilk defa bu hastalığın adı duyulmuş, reklâm ruhsal çöküntü yaşayan insanların ilaçla tedavi olmaları gerektiğini anlatıyormuş, ismi sayesinde aslında var olmayan bu hastalığa bir de asalet katılmış. Sonrasında bilin bakalım ne olmuş? Aniden pek çok kişide Sisi Sendromu görülmeye başlamış. Bu uydurma hastalıktan 3 milyon kadar Alman etkilenmiş. Pek çok psikiyatr, böyle bir hastalığın varlığını kabul etmese de, ilaç firması ile anlaşmalı doktorlar insanlara Sisi Sendromu teşhisini koymaya utanmamışlar.  Doğal olarak,  dünyanın Almanca konuşulmayan ülkelerinde ise  bu sendroma pek rastlanmamış.

Şimdi size birkaç sendrom adı sayayım bakalım aralarında duyduklarınız var mı?  “Kafes Kaplanı Sendromu”; çocuklarıyla sabırlı bir şekilde ilgilenen babaların bir kısmı “şimdiye dek bilinmeyen özel bir durumdan dolayı kendilerini kafese kapatılmış bir kaplan gibi hissedip zaman zaman saldırganlaşmakta, karar vermekte zorlanmaktadır” diyor Medical Consulting Group firması, sendromu uydururken. Ne kadar inandırıcı değil mi? Dayayın ilaçları babalara…  Depresyonsuz, semptomsuz, sendromsuz yer mi var, alın size “Cennet Depresyonu”. İspanya’da çalışan psikoterapist Eckhard Neumann, emekli olup Mayorka adasına yerleşenlerde bu hastalığa rastlamış. Ortam çok rahat ve dinlendirici olduğu için insanların “Cennet Depresyonu”na yakalandığını iddia etmiş. Cennette de bile depresyondan kurtulamayacağız anlaşılan?  Doktor diyorsa doğrudur değil mi? Değil işte… Bu da uydurulan hastalıklardan. “Sisi” olmazsa bunu da seçebilirdim kendime.  Adamların depresyonları bile çok havalı.

Biraz utangaç mısınız, hemen size “Sosyal Anksiyete Sendromu” tanısı yapıştırılabilir, daldan dala konan özgür ruhlu bir erkeğe yakışan sendromun adı “Peter Pan”, aşırı sorumluluk sahibi etrafı çekip çevirmeye yatkın bir kadınsanız sizde de “Tinker Bell Sendromu” olabilir. İnanmıyorsanız araştırın, literatüre girmiş bu semptomlar. Hep birlikte uçuyoruz çok şükür. Partnerinizden ayrılmışsanız “Kırık Kalp Sendromu” yaşıyorsunuzdur. Çocuklarınız büyüyüp evden ayrılmışsa “Boş Yuva Sendromu”na yakalanmanız an meselesi. Orta yaşa gelmişseniz sendromunuzun adı üstünde “Orta Yaş Sendromu”.  Hem evde hem işte çalışan bir anne iseniz “Süper Anne Sendromu” size uygun. “Tükenmişlik Sendromu” “Kronik Yorgunluk Sendromu”, çekinmeyin seçin birini…

Erdem ve etik yoksunu bazı ilaç firmaları, bunları pazarlayan firmalar, onlarla işbirliği yapan sözde doktorlar oldukça biz bu uydurma hastalıklardan  sendromlardan zor kurtuluruz.  Hayat döngümüzde var olan değişimler, biraz rotadan saptığında bunların hastalık olarak değerlendirilmesi bu alandan beslenenlere yeni pazarlar yaratmaya devam edecek. Artık her ilaca uygun hastalık üretiliyor, İngilizler buna “disease mongering” hastalık ticareti diyorlar. Psikoloji maalesef bu konuda istismara çok yatkın. İnternetten, estetiğe, cinsellikten, yeme alışkanlıklarınıza kadar bağımlı ve bağlı olduğunuz ruhsal durumuzu etkileyecek her alan için çeşit çeşit sendrom uyduruluyor. Başlangıçta ağır depresyonlar için üretilmiş olan serotonin hapları, artık adında kaygı ya da stres bilmem nesi olan bir uydurma hastalık için leblebi gibi dağıtılıyor.

Psikolojide “Kendini Gerçekleştiren Kehânet” diye bir kavram var; temel beklenti etkisi, kişinin başına gelebileceğini öngördüğü şeylerin bir biçimde gerçekleşmesi demek. Belki de bu bol keseden dağıtılan tanı ve semptomların sonun da bir tür, kendini gerçekleştiren kehânet hikâyesi kurgulanıyor. “Birine kırk gün deli dersen deli olur” diyen ataların varmış bir bildiği... Kendinizi mutsuz, çaresiz kötü hissediyor olabilirsiniz. Hemen paniğe kapılmayın. Biraz okuyun, biraz düşünün, açık havada yürüyüşler yapın, dostlarınızla vakit geçirin, iyi hissedeceğiniz bir şeyler yapın. Bunlar işinize yaramadı mı, hâlâ nefes alamıyor gibi mi hissediyorsunuz? Mezarlıklara gidin bence, dünyada bir nefeslik bile zamanları kalmamışların yanına… Aldığınız her nefesin, yaşadığınız her anın kıymetini bilin ve her şeyi “uzmanlardan” beklemeyin, muhtemel sendromunuzu yiyin!

 

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..