Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '09

 
Kategori
Deneme
 

Seni aradım İstanbul yüreklerdeki şiir izlerinde

Seni aradım İstanbul yüreklerdeki şiir izlerinde
 

Kulaklarımda Orhan Veli’ nin mısraları, şairlerin şehri İstanbul’u geziyorum.
Ne yazık ki; tüm şairlere, Yahya Kemal en başta sana, kötü bir haberim var !
O tepelere bugün çıkıp aşağıya bakamazdın, baksan bile içinden birşeyler gelip yazamazdın. İnan bana.
Bugün Münir Nurettin, o kadar içten okuyabilir miydi senin mısralarını? Kendinden geçmişcesine; “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul “ diyerek tüylerimi diken diken edebilir miydi?
Kalabalıktan, duvarlardan, kulelerden göremiyorum ki aziz şehrini.
Senin, öpüp başıma koymak istediğim şehir; şimdi yedi yanı tekmelenmiş bir İstanbul... bağrında yılan beslemiş, sanki düşmana teslim olmuş…

Herşeye rağmen vazgeçemiyorum ve vapurdayım Büyükada’ya doğru gidiyorum.
Şairlerimi düşünürken; “Anne ! anne, anne” sesiyle irkiliyorum.
Türkçede en çok kullanılan kelime bu olmalı. Yarım saatte en az yüz kez; “anne öyle, anne böyle” diyor bir çocuk...çocuklar, bebeler, alayı...

Yarabbim ! Bu ne? Nasıl birşey? Etten bir duvar, vıcık vıcık...”üzüm salkımı” gibi yaşıyoruz.
Hiçbir gece boş geçmemiş, hiçbir sperm ziyân edilmemiş...
Birileri ahkâm kesiyor; “an’ı değerlendirin” diyor.
Yaşayın! hayata bir kez geliniyor...
Birileri; “ En az 3 bebe” diyor, Üreyin !..
Herkes kendi bildiğini öneriyor.
An: bir daha elimize geçmeyecek zaman dilimi.
Üremek ise; mazoşist bir eylem.
Türk kadınına işkence ediliyor. “Karnından sıpa, sırtından sopa” eksik edilmiyor.
Yedi tepeli İstanbul ağzına kadar doluyor. Tıka basa...
Korkuyorum; kusacak (!) bir gün...

Nakledilmek değil vapura binişim nedeni. Şairlerimin şehrini tanımak istiyorum. Mısralardaki İstanbul’u arıyorum. Denizi koklamak, martılara simit atmak, içime çekmek istiyorum Istanbul’u...
Doya doya onu yaşamak yani.
İstanbul’u dinlemek istiyorum; kebap kokularından, insan seslerinden uzak...
Susmuyor, konuşuyor, bağrışıyor insanlar; vapurda, otobüste, trende...Kermit’ler gibi...
Sağır olmak, kör olmak istiyorum...
Bu rüzgar ters essin istiyorum. Sıcak, buram buram ter kokusu...

”Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.”

Yok şairim yok…çalışanın alınteri değil bu kokular. Saygı duyamıyorum. Her yer etten bir duvar.
Deniz, dalgalar, martılar neredesiniz?
Sesiniz geliyor duyuyorum ama göremiyorum.
Etten bir duvar...

Vapurdan maviliklere uçan, 4.poşet, 3 pet şişeden sonra, tabii ki dondurma çubuğu, çikolata kağıdından önce...Atılan sakızlar cabası.
Sadece ilk 10 dakikada oldu bunlar. Çarpın saatlerle, günlerle, aylarla…Takip edip, sayamıyorum, gözüm yoruluyor herkes birşeyler atıp kurtuluyor. Diğer atıkları düşünmek bile istemiyorum. Güzelim mavi sular herşeyi içine alıyor.
Korkuyorum, kusacak bir gün!...
Vapurla Büyükada yolculuğu değil; ‘katliam’ yaşadığım.
İstanbul; sahipsiz kalmış bir heykel gibi, güvercin olmuş pisliyoruz her yanını.
Sana dün bir vapurdan bile bakamadım “Aziz İstanbul”
Emir yüksek yerden; “ Üreyin! “ Nitelikli, niteliksiz olmasının ne önemi var, yapılan: ‘Beni besleyin’ çağrısı; “ torbamı doldurun. Üreyin! Allah var, verir kısmetini...Siz benimkini verin…”

Bir çocuk susadı, su istiyor, su bedava değil, anne hesap yapıyor, birine alsa, diğeri bakıyor. Çaresizlikten; “sus ” diye poposuna yapıştırıyor.
“Sus evde içersin” atılan çimdik; bebenin etini, benim yüreğimi burkuyor...
Sessiz çığlıklarıma, çocuğun ağıdı karışıyor.
Diğer bir çocuk köşede annesinin kucağında resim yapıyor. Annesi kalem kutusundan maviyi ona uzatıyor.
Fısıldaşarak konuşuyorlar; “Su ister misin? “ demiş olmalı, çocuk başıyla onaylıyor.

“Analardır adam eden adamı” mısraları makamıyla dilime dolanıyor.
AN’ı yaşıyorum, yedi yanı tekmelenmiş (!) İstanbul’da; kalbim sıkışıyor.
Bu sıcakta yanıma bir bebe daha sığmaya çalışıyor. Haklı, ayakta mı dursun ‘garibim’, minik ayakları yoruluyor. Diğer 3 kardeşi hâlâ koşuşturuyor…
Nefes alamıyorum.
Cinnet hâllerindeyim; bir bir, tutup atmak istiyorum, artıklarını attıkları denize. Kıyamıyorum, günahsızlara...öyle de güzeller ki…
Ama mavilikler daha güzel ve savunmasız.
Üstelik ; “Fabrika” karşımda oturmuş ters ters bakıyor. Biliyorum içinden resim yaptıran anayı kıskanıyor. Gündüz bebelere, gece adama hizmet veriyor. Mazoşist benim kadınım. Full Time çalışıyor. Kalifiye değil, ağır işçi.
Kısır ! kadına inat evde yerini sağlamlaştırıyor; bildiği tek şeyle. Diyemiyorum; bir çocukla da “ana” olunuyor.
Mısır patlağı gibi ürüyoruz. Allah âdil değil, sadece yürekteki ‘bir umut’ bu söylenmiyor.

Çocuk susuzluktan hâlâ yutkunuyor...
Tövbe ediyorum; şairlerin dolduruşuna gelip yollara düşmeye!..
Özür diliyorum İstanbul senden, martılarından, denizinden, tekmelediğimiz yedi tependen.
Su istedin diye ‘çimdiklenen bebe’ özellikle senden özür diliyorum...
İnsanlığımdan utanıp, çaresiz başımı öne eğiyorum...
“Bugün biz değiliz bakan yalılara;
Yalılar boynu eğik bize bakıyor
Biz değiliz sarkan hatıralara..
Göğüs gererek dalgalara
Yalılar bir hayal için denize sarkıyor
Yalılar bize bakıyor, denize bakıyor.”

Özdemir Asaf birkaç farkla sana kesinlikle katılıyorum. Elimizden kurtulan tek-tük yalı, evet bize bakıyor ama bilesin; çok korkuyor.
‘Affetme bizi İstanbul, al intikamını ! ihânetimizin kes cezasını ! ‘
Biliyorum, mutlaka bir gün kusacaksın…
Hayallerde, mısralarda kalan İstanbul sana layık değiliz, izin verme, sessiz durma; kus bizi!...
Seni korumak istiyorum ama öyle küçük ki ellerim.
“ Dumanın dâim olsun güzel baca ! ”

Saime Eren

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..