Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '11

 
Kategori
Deneme
 

Seni Asla Unutmayacağım

Seni Asla Unutmayacağım
 

Kadın ayağının ucundaki çakıl taşına bakıyordu. Bedeninin ağırlığını taşıyamıyormuşçasına çöküktü omuzları. Ayakları toprağı delmek istermiş gibi şiddetle basıyordu yere, öyle olmasa her an yıkılabilirdi olduğu yerde. Başını yerden kaldıramıyordu, yıllarca sevdiği adamla şimdi göz göze gelmekten korkuyordu. Artık onun bir "yabancı" olduğunu kabullenmek istemiyor, sıradan bir konuşma yaptıklarını düşünmeye çalışıyordu. Dinlemek istemiyordu adamı, duymak istemiyordu inanmaktan korktuğu yalanlarını. 

Belki de adamın haklı olduğu yerler vardı, diye geçirdi içinden kadın her ne kadar duymak, düşünmek istemese de. Belki de kendini sevmeyi becerememiş bir adam sevemezdi ne onu ne de bir başka kadını. Adam biliyordu sevilmenin tadını. Bir kadının kendisini korkusuzca, hesapsızca ona bırakmasının keyfini çıkarmış, adamlığına adamlık katmıştı. Ama haksızlık olurdu bu aşkın adamı yücelterek, kadını sömürerek devam etmesi. 

Ne kadar "iyiydi", nasıl da "sevecen" di adam bunları söylerken. Yıllar boyunca gösteremediği sevgi ve insanlık o ayrılık anında patlayıvermişti bir volkan gibi. Yıllar boyunca kendini düşünen adam, o ayrılık anında kadının haksızlığa uğradığını düşünmeye başlamıştı bir anda. "Hayatımda tanıdığım en 'insan' insansın." demişti kadına. "Seni asla unutmayacağım." Unutulmamak değildi kadının umursadığı. Çünkü bu ancak ayrılıkta var olabilen ve olumsuz çağrışımıyla insanın içini kemiren bir kavramdı. Ömür boyu sürdürülebilecek gerçek bir aşk, adamın körlüğü yüzünden bitmişse unutulmamak acı vermekten başka ne getirirdi... Unutmak, unutulmak daha iç açıcı bile olabilirdi. Bu acıyı cam bir kavanoza tıkıp rafa kaldırabilir, "Her şeye rağmen hayat devam ediyor." diyebilirdi belki o zaman. 

Bundan sonra bu yükü nasıl taşıyabileceğinin hesabını yapamıyordu kadın. Yalnızca filmlerde gördüğü, gerçekliğine ihtimal bile veremediği, tüm ruhunu sarmalayan bu aşk ellerinin arasından akıp giden su damlacıkları gibi tek tek ayrılıyordu kendisinden, yerinde yakıcı bir boşluk bırakıyordu. Bu adam böylesine katıksız bir aşkı elinin tersiyle itmesinin pişmanlığını duymayacak mı diye soruyordu kadın kendine. Anlamlandıramıyordu yaşananları, mantıklı bir açıklama aramak boşunaydı. Kaçıyordu işte adam, ait olmaktan, sahip olmaktan, tutulup kalmaktan kaçıyordu. 

Alnına düşen bir yağmur damlasıyla irkildi kadın. Vazgeçti düşünmekten, sormaktan, sorgulamaktan... Döndü sırtını unutamayacağı bir maziye ve yağmurun hızıyla yarışarak, gözyaşlarını yağmura karıştırarak uzaklaştı adamdan. Bir süre... 

 
Toplam blog
: 5
: 476
Kayıt tarihi
: 05.02.11
 
 

1983 yılında İstanbul'da doğdum. Kocaeli Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun old..