Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '11

 
Kategori
Komşuluk
 

Seni çok özledim, Safiye'm

Seni çok özledim Safiye’m, çoookkkk…..  

 

10 sene kadar önceydi.  

 

Aynı semtte, yeni bir eve taşınmıştık. 2 bloktan oluşan bir apartmanın 3.katına..  

 

Eşim o yıllarda, para kazanmak için, Kars’a gitmişti. Oğlumla ben, yaşıyorduk.  

 

Giriş katında, koca oğlan Emre’miz vardı. Koca cüsseli , yaklaşık 150 kiloda, bebek suratlı bir oğlandı.Genelde seni gördü mü, dikkatle bakar, sonra tebessüm ederdi.Yaşı 22, ancak akıl yaşı 3-5 lerindeydi.. En sevdiği şey, arabada , müzik dinleyerek, gezdirilmesiydi. Babası, güçlü kuvvetli Emre’yi kontrol altında tutabilmek için, çevredeki, işsiz ve kuvvetli tüm gençleri, sırasıyla bakıcı olarak tutmuştu. Paranın cazibesine kapılarak işi kabul eden her genç, başta pek hevesli, yumuşak ve sabırlı davranırlardı Emre’ye..Aradan zaman geçtikçe, sabırları tükenmeye ve hırçın davranmaya başlarlardı.Vurdukları da olurdu. Babası tekrar, yeni bir bakıcı peşine düşerdi..  

 

Emre’lerin tüm perdeleri, yırtık pırtıktı.Ve pencerelerin tümü demirliydi..Hiç bir şey dayanmıyordu.Evde düzen diye bir şey yoktu.  

 

Bazen; bakıcıları atlatır, dış kapıyı kaza ile kilitsiz buldu mu, koca ve kalın sesiyle, kahkahalar atarak , evden sokağa fırlardı. Onun da arkasında bir ordu, onu yakalamak için koştururdu.Tek kişi yetmezdi onu zapt etmeye. Hatta bir keresinde, pantolonsuz, donsuz fırlamıştı. Millet çığlık çığlığa tabii.  

 

Her zaman, kibar kibar tebessüm eden bir anneye sahipti. Ama annenin suratında, tebessümüne rağmen , hep derin bir yorgunluk vardı. Baba; saçlarını siyaha boyatırdı, ya da boyardı..Eskiden bıçkın delikanlıymış, anlaşılırdı.  

 

Başta , çok korkmuştum Emre’den.’Tuh ne yaptım ben de , buraya taşındım .oğlum bahçeye inerken, Emre’ ye yakalanırsa, Emre; arkadaş diye, koşup, oğluma zapt edemediği ve ayarlayamadığı gücüyle, sarılmaya kalkarsa, ya oğluma zarar verirse?’ diye...  

Sonraları ben de , oğlum da alıştık ve sevdik Emre’yi. Ama yine de onla karşılaştığımızda, mümkün olduğunca, uzağından geçerdik.Ne olur, ne olmaz, değil mi?  

 

Emre’yi başta da belirttiğim gibi, sadece müzik ve araba gezintisi sakin tutabiliyordu..Canım benim ya..  

Çoğu, krizi tutardı Emre’nin, gündüzü, geceyi bilmez, kızılca kıyametler koparır, tüm apartman gürültüden inlerdi. Apartmanda oturanların çoğu akrabaydı. Yani genelde hoş görürlerdi, susarlardı. Belki de Allah’tan korkarlardı, kim bilir? Kınarlarsa, başlarına gelirdi belki de?  

 

Emre’lerin üstünde bir aile yaşardı. Gürültüler, gecenin sessizliğinde, en çok onları etkilerdi elbet..  

Ama onlar, hele hele de , evin hanımı ‘insan’lardı.  

Aile; anne, baba ve tam 3 erkek çocuktan oluşuyordu. Anne , ne kadar zarif ve narinse; baba o kadar kaba ve duyarsız görünümdeydi.  

 

Çocuklardan Haluk; en küçükleriydi..O aralar ilkokula gidiyordu.Ahmet, ortanca; orta okuldaydı.Ömer ise yüksek okulda okuyordu.En çok sıkılan Ahmet’ti.Haluk küçük diye sevilir, Ömer en büyük diye saygı görür, Ahmet ise hep ortalarda yaşardı.  

 

Ahmet yaşı itibariyle, oğluma en yakın olanıydı. Bir gün bize geldiğinde, çok sevinmiştim, oğluma arkadaş geldi diye. Ahmet, bize sık gelir gider olmuştu ondan sonrasında. Yine, bir gece, bizde, oğlanın odasında, bilgisayarda oyun oynarlarken kapı çalındı.Açtım, bir adam, direkt, selamsız sabahsız, ‘Ahmet burada mı?’ diye sordu. ‘Evet, burada’ dedim. ‘Gelsin’ dedi. Seslendim Ahmet’e, geldi. Babası ‘yürü eve’ dedi, ve ne ‘iyi akşamlar’, ne de bir teşekkür, döndü poposunu, çekti gitti. Bu olaya çok sinirlendim. Ne kadar kaba diye düşündüm.  

Bu arada Ahmet’in annesi, birkaç kere oğlu ile bize, bir şeyler göndermişti sağ olsun. Aşure, kek v.s gibi.Tabii ben de , tabaklarını gönderirken, boş göndermemiştim.  

Ama ilişkimiz sadece bu kadar olmuştu.Yüzünü bile görmemiş, sadece uzaktan tesettürlü, zayıf , narin , beyaz tenli biri olduğunu görmüştüm..  

 

Bir öğlen, arabamı park etmiş, apartmana doğru yürümeye başlamıştım ki, biri seslendi, ‘komşu, komşu’ diye. Kaldırdım başımı, balkonda bu hanım bana sesleniyor. Yüzünde aydınlık bir gülümseyiş. ‘Nasılsın komşu, buyur eve çıkmadan, bize gel bir kahve içelim’ dedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, istemiyordum. ‘İşim var, yok şu , yok bu’ derken, ısrarlarına dayanamayıp, boyun eğdim.  

‘Ama sadece bir kahve içimlik, çok işim var’ dedim.Ve kapılarına geldim.Kapı açıldı.Ben şoklarda.Karşımda, bembeyaz tenli, kırmızı yanaklı, bal renkli saçı beline kadar , ışıl, ışıl bakan biri. Başörtüsü içinde, hiç fark etmemişim.O gün, o dakika kanım kaynadı Safiye’me..Onu çok sevdim, çok. Ve o günden sonra, sonsuza dek kardeşim oldu. Unuttuğumuz, yüzyıllar öncesinde kalan, komşuluğu yaşadım onunla.Gece , gündüz, kalmadı aramızda..Her saniyeyi beraber geçirdik.Beraber evimizi temizledik, beraber yemek yaptık, beraber ağladık.Zaten en çok beni, ona bağlayan, ben ağlarken onunda ağlaması idi…  

Bir tanem, canım kardeşim..  

Çocuklarımız, birbirimizin evlatları oldular.  

Ama bu birliktelik kısa sürdü.Yıllardır, memleketi olan Trabzon’a dönme isteğinden vaz geçiremedim onu.Ve bir gün gittiler..Ve onu fark etmeden geçirdiğim 6 yıla lanetler okudum.  

Sonrasında, hep konuştuk telefonla. İnternete girmeye başladı. Sonra , nedenli nedensiz, İstanbul’a geldi.Ve hep bende kaldı. Her gün, telefon açıp Trabzon’a çağırdı beni. Bir gün Pegasus kampanyasını gördüm.3 ay sonrasına bir tarihe, Trabzon’a bilet aldım. Aldım ama unuttum tabii.Bir gün; gecikmeli açtığım, bir banka ekstresinde, Pegasus’ a ödenen bir meblağı görünce, telefon açtım. ‘Yanlışlık var’ diye. ‘yok’ dediler, ‘yarın sabaha uçak bileti bu, 3 ay önce almışsınız’ dediler.’ İnanamadım, tamamen unutmuştum. Ve çok hastaydım. Telefon açtım ‘kız Safiş, ben bilet almışım Trabzon’a ama ben çok hastayım’ dedim. Nasıl sevindi cancağızım, ‘gel, ne olur gel, ben bakacağım sana’ diye.Ve ertesi sabah 04.30 da yola koyuldum.  

Havaalanında, karşılanışımı anlatamam. Kendimi çok özel hissettim. Safiye’m öne eşinin yanına değil de, arkaya oturmuştu. ‘Saçmalama, geç öne’ dedim.’Hayır sen oturacaksın, direkt Trabzon manzarasına sen bakacaksın’ dedi.  

Ve Volkan Konak, başladı söylemeye. ‘Sen kalem ol, ben de kağıt, yaz beni yarim yarim’.  

Ve ben yazmaya başladım……. 

Harika geçen 5 gün.Bir insan bu kadar mı içten, bu kadar mı güzel ağırlanır? Tüm ailesi, kardeşleri, sarıp sarmaladılar beni. Sevgi yumağı içinde yüzdürdüler hepsi. Uzun Göl, muhteşemdi.Onlarca fotoğraf çektik.Ve döndüm.  

Hepsine bana yaşattıkları için , binlerce teşekkür..  

Ve ondan sonra, Safiye’m geldi yine…..  

Trabzon’da bir terzi arkadaşı vardı. Safiye, modelini anlatır, arkadaşı dikerdi. Kendisine, onlarca elbise diktirmişti. En son Kasım 2010, da panikle ve ısrarla beni aradı. ‘Ölçülerini ver’ dedi. ‘Pazardayım, nasıl vereyim’ dedim. Ve sonunda verdim tabii. Bırakmadı ki peşimi.15 gün sonra bir paket geldi. Canımın içi, harika bir elbise diktirmişti bana..  

Uçtummmmmmmm, uçtummm  

Bodrum’a gidecektim. Ona yetiştirmiş.  

Aralıkta Bodrum’a geldim. Hava , bahar havası….Her yer mavi, beyaz..Mutluyum, hem de çok.  

Telefonum çaldı. Baktım, Safiye’nin, bana çok benzettiği kardeşi. Açtım. ‘Hayırdır?’ dedim. ‘Hayır, değil’ dedi.’Ne oldu, annen mi?’ dedim. ‘Hayır’ dedi. Ağlamaya başladı. Bir anda, beynimde karıncalanma başladı. ‘Ne oldu, söylesene’ diye bağırdım. ‘Candan abla, ablam; beyin kanaması geçirdi, ameliyata aldılar, yoğun bakımda, ne olur dua et’ dedi…  

10 gün, her gün dua ettim, her saniye…  

31 Aralık 2010 da, telefon çaldı. Ama bu sefer, başka çaldı…. 

Uyanmadı, uyanamadı….  

Canım, ciğerim, gitmişti.  

Onu yolculamaya gitmedim. 

Gitmedim işte! Nedenini sormayın.  

Ama yine, 3 ay öncesinden 25 Mart 2011 tarihine, ona sürpriz yapmak için aldığım biletle, kısmetse 10-14 güne Trabzon’a uçuyorum. Ama ne tesadüftür ki, onun da, bana sürpriz yapmak üzere , 23 Mart 2011 tarihli aldığı biletin koltuğu, İstanbul’a onsuz uçacak.  

O koltuk boş uçacak…. 

Seni çok özledim, Safiye’ m  

 

 
Toplam blog
: 39
: 1366
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi 1982, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi,Yöneticilik İht..