Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Senin adın yok olsun

Tuncay: ... Babacan bak, kırtasiyeden saatli maarif takvimi aldım. Kapağıyla beraber tam 366 sayfa. Yeni yılın bize getireceği bütün o tırt günler avucumun içinde şimdi.

Okan: İki tane alsaydın bari, birisini yakıp fotoğraflarını falan çekerdik hacı. İlginç bir deneme olurdu... Bak zihnimi açtın şimdi... adamın elinde günler yanıyor hesabı. Nasıl fikir?

Tuncay: Dur hafız. Fotoğraf işi çıkartma şimdi, hem zahmetli hem de masraflı bi olay kendisi.

Okan: Ya o değil de demek ki bir takvim edinebilmek için kırtasiyeye para verebilecek kadar yalnızlaştık ha Tuncay, eskiden her yerden takvim yağardı, biz de ‘hediyedir ayıp olmasın’ diye her tarafa asardık.

Tuncay: Ben seni bu duruma alıştın sanıyordum babacan.

Okan: Alıştım anasını satayım...Oğlum bunun Atatürk posterlisi olanından yok muydu? Madem para verdin ondan alsaydın, şöyle en mareşal üniformalısından.

Tuncay: Paşanın yüzüne bakacak halin kaldıysa gidip değiştireyim takvimi.

Okan: Ağır konuşma be hacı. Niye bakamayacakmışız ki? ‘İzmir’in dağlarında çiçekler açar, yaşa Mustafa Kemal paşa yaşa...’

Tuncay: ... Vay be hafız, bak mesela 4 Ağustos 2009. ‘Bu günlerde esen fön rüzgarları ağaç dallarındaki yaz meyveleri üzerinde kurutucu etkiler yapabilir. Bugün doğan çocuklara verilecek isimler Erkek; Yalçın, kız; Yazgülü, Gülşah... Acaba biz bu günlerde nerede, ne yapıyor olacağız.

Okan: Bu günleri aramayız umarım... Gerçi daha şimdiden yaşamadığın günlere bakma bence, uğursuzluktur.

Tuncay: Ne uğursuzluğu abi, öylesine karıştırıyorum işte. Hem ne ki şimdi bu? daha önceden adamın biri yaşamadığı günlerin yapraklarına baktı diye başına olmadık işler mi gelmiş? Bırak artık bu eski zaman kuruntularını.

Okan: 5 Kasım’a baksana abi, neymiş mana ve ehemmiyeti.

Tuncay: 5 Kasım’ın ne özelliği var hacı?

Okan: Unuttun mu oğlum? Yıllık teliflerimizi alacaz.

Tuncay: Ohoo... Daha çok var abi o hadiseye. Dur bakalım nerede bu. Hah. Okuyorum babacan... Cemre mevzuu varmış abi, bir de öneri var ‘çok soğuk kentlerde yaşanmıyorsa çevre kirliliği açısından kömür yakılmaması, yakılma zorunluluğu varsa zehirlenme riskine karşın alınan kömürün il sağlık ekibinin denetiminden geçen...’ falan filan işte. Çivi bulalım da asalım şu takvimi.

Okan: ... Aileden birisi öldüğünde sayfası koparılmazdı takvimin. Çoğu zaman yıl bitene kadar ölüm günü öylece duvarda asılı kalırdı. Mezar taşı gibi.

Tuncay: Haklısın hacı, şimdi ne ölüye saygı kaldı, ne de diriye... Ulan ne biçim bi millet olduk be. Şu televizyonlara, gazetelere katlanamıyorum artık. Ciddi ciddi kaçıp gitmek istiyorum...Hoş nereye gidiyorsun...

Okan: ‘Bana vize vermeyen kilisenin papazını ..’ diyorsun yani. Düzelir abi düzelir.

(akabinde)

Tuncay: ... Aha mesaj geldi... Heyt be. Zaten tanıştığımız gün yüz ifadesinden anlamıştım, hasta oldu hatun bana.

Okan: Ne iş şekilcan. Yüzüne renk geldi birden. Kim bu abla? Bizim ortamlardan mı?

Tuncay: Vay anasını... Sevinsem mi üzülsem mi anlamadım şimdi.

Okan: Niye abi? Hacı anlatsana yine Hint filmleri çevirmeye başlamışsın herhalde sen.

Tuncay: Hatun beni ... Balık Evi’ne çağırıyor, arkadaşlarıyla şekil yapmışlar, ulan hastayım falan diyip yırtsam mı acaba?

Okan: Babacan git işte, ne güzel ortam hazırlamış sana.

Tuncay: ‘Git’ diyorsun ama motorda benzin YOK, temiz üst baş YOK, ‘geliyorum, gidiyorum’ diyecek kadar kontör YOK.

Okan: Para YOK pul YOK.

Tuncay: Heves YOK heyecan YOK.

Okan: Elde YOK avuçta YOK.

Tuncay: İsmet amca!

Okan: İsmet amca da evde yok. Korkuteli’ye düğüne gitti onlar.

Tuncay: ... Hay bendeki bu şansın var ya ta... Abi bu hatun üst düzey bir şirkette halkla ilişkiler müdürü, yani ben bunu arayıp da ‘kayalıklara gel İzmir şarabı içip gitar çalarız’ diyemem ki. Ama o ve tayfalarının takıldıkları yerler de bizi aşıyor. Kaç para hesap gelir şimdi orada?

Okan: Dağlar başın dumandır.

Tuncay: Yok yav. O kadar gelir mi?

Okan: Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın.

Tuncay: Neyse abi, unutalım bu olayı... Biliyor musun bu tür şeyler yaşamadıkça parasızlık hiç koymuyor insana. Yani oturduğun yerde işinle gücünle uğraşırken ‘ya benim niye param YOK’ diye efkar basmıyor ama gelgelelim böyle bir durum yaşandığında kafayı yiyecek gibi oluyorum. İşte o zaman aynı soru ensemden tutup yakalıyor beni. ‘Nereye kadar?’ Sence nereye kadar abi, senin bu soruya kendince verebilecek bir cevabın var mı?

Okan: Abiye hatunlardan uzak dur babacan. En azından şimdilik.

Tuncay: Sen soruma cevap ver abi. Nereye kadar?

Okan: Alo... Yaşar abi, benim abi çalgıcıbaşı. Abi bizim daireye üç şişe beyaz Teselli şarabı, iki paket kısa 2000, üç tane Kızılay sodası, bir de altılık Venüs birası şeyediversene... Evet abi hesaba. Tamam sen Samıt’la gönderiver.

Tuncay: Kaç bakalım Okancan. Nereye kadar kaçacaksın.

(Cumartesi sofrası)

Okan: ... ‘Nedendir bu dil-i zarın figanı...figanı... Hayal eyler gönül geçmiş zamanı, zamanı....’

Tuncay: Hafız sus, hatun arıyor.

Okan: ‘Geçen demler, değer misli ...’

Tuncay: Lan oğlum sussana bi... Alo! İyidir Betülcüğüm, ya telefon öbür odadaydı duymamışım sesini. Deme yav. Valla mı? Hay aksi şeytan. İnanır mısın bende çok severim o mekanı, çok güzel Lüfer ızgara yapıyor elemanlar...

Okan: ehe ehe...

Tuncay: ...artık başka zaman şeyederiz, denk getiririz yani. The bara mı? gelirim galiba. Yani galiba derken... Tamam yarım saate oradayım ben.

Okan: Abla bayağı ısrarcı ha Tuncay. E git gari sende. Bizdeki para bu küçük organizasyona yeter yani. Merak etme... Yalnız uyandırayım seni Lüfer ızgara diye bir şey yoktur, Lüferin zaten tavası olmaz, adabı budur yani.

Tuncay: Aman iyi. Gerçi hatunun kafa bir milyon olmuş. Lüfer mevzuuna uyanmamıştır. Şimdi babacan kusura bakma sofrayı terk ediyorum ama benim gitmem lazım bu işler emek vermeden olmaz yani.

Okan: Ne demek babacan, elbette gideceksin.

Tuncay: Gerçi seninle de gidebilirdik ama mevzu daha yeni. Şimdi kafa ütüleme orada iki saat ‘aslen nerelisiniz, Türk solunun gelmişi geçmişi’ muhabbetine girmeyelim yani, anlıyor musun?

Okan: Hadi anam, hadi koç. İşine bak sen. Halının altında üç beş kuruş zula var, al onları da rezil olma sosyeteye.

Tuncay: Eyvallah hacı. Kıyakcan adamsın vesselam.

(Gece)

Tuncay: Alo babacan uyudun mu?

Okan: Uyumam ben. Şu bateristin yanından çekil de ne dediğini duyayım hafız. Dambudu dumbudu...

Tuncay: ... Babacan sıkıntıdan patladım burada be. Atla bir taksiye de hadlerini bildirelim şu züppelerin.

Okan: Niye ki lan? Senin hatun yok mu orada.

Tuncay: Var abi ama beni sepet gibi oturttu yanına, kendisini sahiplenmeme izin vermiyor, yani hissediyorum bunu. Bir de akşamdan beridir klarnet çaldırıp duruyorlar bana, ekstraya mı geldim, sevgilimle buluşmaya mı geldim anlamadım hacı. Ümüğüm söküldü be.

Okan: Geliyorum ama kavga etmem ben. Bütün hastanelere dikiş borcumuz var oğlum, senet yaptırıp kaçıyoruz uğraştırma şimdi beni vukuatlı işlerle.

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..