Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Seninle olamam, korkularım kıskanır

Seninle olamam, korkularım kıskanır
 

Gitmek...
Bazen yolun daha çok başındayken, bir şeyler olur...
İçimizden bize seslenip duran, gitmenin o vahşi çağrısını aklımız susturamaz olur ...

Çağrılırız ...içeriden, taa derinlerde bir yerlerden: "Bana dön, yanlızlığınım ben, duyuyor musun beni? Yeter artık geri dön, beni birbaşına bırakma" diye avazı çıktığı kadar ve ısrarla sesleniyordur bize....

Hislerimizin; huyları olsa en kıskanç olanı bence, korkularımız olurdu..
Çünkü: Onlar bizi kimselerle paylaşamaz. Varlığını devam ettirebilmek adına bizi asla başka bir şeyle, yada birileriyle görmeye tahamül edemez...

Yalnız kalma korkunuz olsaydı ve bunu yenmek uğruna niyet edip, bir başınıza yola çıkmış olsaydınız sonrasında ne olurdu düşündünüz mü? O an için, ister sadece kendinizle ister bir başkasıyla da beraber olun, bir başına olmaktan korktuğunuzda ve her bunu hissedişinizde siz bunu kırmaya her cesaret edişinizde, o kıskanç mahluk sizi tekrar ele geçirip, sizi kimselerle paylaşamayan gözü dönmüş bir eş gibi, arsızca ve ısrarala kendine çağıracak bağlanmanız için elinden geleni yapacaktır...

Sadece o ve siz olmalısınız. Bu birliktelikkte başka kimseye tahammülü olamaz onun.
Sizi terk edilip yüz üstü kalacak olmakla...
Birine bağlanıp aşık olmakla ve bu yolla özgürlüğünüzü yitirebilecek olmanızla...
Veyahut aldatılabilecek olmanızla; korkutan bu kıskanç eş sizi elde tutabilmek uğruna her "tekrar" değişinizde, her cesaret ve umutla bu korkunuzu ortadan kaldırabilmek için adım atışınızda sizi tekrar kendine bağlayabilmek uğruna kurguladığı oyunlarıyla sizi bir başına (yada sadece kendinle) tutmanın bir yolunu bulacaktır...

Korku bu, hele kafaya sizi bir defa takmaya görsün...
O istedikten sonra onunla başa çıkmak hiçte öyle kolay değildir...

Ama ona bir defa pirim verdiniz mi de, elini veren kolunu geri alamaz; bu da bir gerçektir.
Ve her zaferinde, onun sizi ele geçirip kendinde tutmayı başardığı her yeni girişimin nihayetinde, sizin yitirilen umudunuzu ve hayal kırıklıklarınız ona biraz daha bağlanmanızı sağlayacaktır..
Ve işin en üzücü yanıda bu onu bilir... Ve kullanır...

Her adımda içinizde taşıdığınız bu tuzak kurucuyla yol almakla, almamak arasında aklınız da, en az ruhunuz kadar karışıksa; bu kısır döngüyü bir defa olsun kırmak gerekir derim...

Kendinize tanıdığınız her şansta, sizi alt eden içsel tuzak kurucunuza pirim, paye vermek ve "bu defa da olmadı bak işte korktuğum kadar varmış" demek yerine, yapıp ettiklerinize öz eleştiri niteliğinde ama tarafsız, adil, sabırlı ve şevkatle bir göz atıverin lütfen...

Korkudan kaçmak yada yok varsaymak , ona kulak tıkamak yada en beteri onun varlığına dahi inanmamak onu besler ve daha da büyütür inanın bana. Korktuklarınızdan kaçtıkça onlar semirecek, gelişecek bırakın içinizi onlar bir gün artık yere göğe sığmaz hale gelecektir.

Bir defa korku uğruna gitmeler başladı mı; karşı taraftan yada sizden gelen ne dürüstlük, ne umut, ne de iyi niyet sizi yolunuzdan alıkoyamaz olur...

Çünkü güvenemezsiniz kimseler... tek güvendiğiniz artık sizi ele geçirmiş olan "korktuğunuzun başınıza gelecek olması" fikrine duyduğunuz kör inançtır. Ben buna "kendini gerçekleştiren kehanet" diyorum: İnanırsan çağırır, oluşturu ve bu yolla da seçersin. Çünkü düşündüklerimiz duygularımıza dönüşür, duygularımız davranışlarımıza, davranışlarımız ise hayat biçiminize. Hayat biçimimiz de,, kaderimizi önümüze çizer...

Biz korkup gerisin geri her uzaklaştığınız da, bir daha ve bir defa daha kendi içimize sığındıkça artık oralarda da size barınacak yer kalmayacak olur. İşte o zaman kendimizden kaçar oluruz ve bu kırılma noktasıdır: Kendimiziden nereye gidilir ki?...

Korku olmasa yürekte...
"Gitmek" dediğimiz nedir ki?
Eğer güven varsa sevgiye, kim kimden gidebilir ki?

Sahip olmayı hayal edipte, gün gelip apansız bizi ardında bırakıp gideceği korkusunu bize yaşatanlardan kaçınmak değil midir; gitmek ?

Bazen de onu kaybetmeden, terk edilen olmamak uğruna, terk edebilmek değil midir; gidişlere sebeb?...

Severken gidebildiklerimizden de, daha çok sevmek ve bağlanabilmek korkusunu bertaraf edebilmek için uzak durmaz mıyız zaman zaman?

Korku olmasa...
Sevmek:Yeşil çimenlere uzanıp, berak gökyüzünü izlerken el ele mavi bulutların üzerindeymişcesine keyifle sarmaş dolaş uyuyabilmek olurdu...

Oysa yüreğimizi yöneten korku olmuşsa ve siz "ben buna rağmen sevebilirim" derseniz, aldanırsınız derim.
Bu sevmeler sevmek değil de, olsa olsa korkunun süvarileri gelip sizi esir alan kadar, sığındığınız kara bulutların arasından sızıp bir an için gözünüzü kamaştıran ışığa, hayranlık duymaktır.

Siz ışık parlarken yüreğinizin kara bulutlarına rağmen o ışığı görebildiyseniz, görmekle kalmayıp da, eğer ayırdına da varabildiyseniz; ilk sert rüzgarda bulutların ardına kaçmak yerine, size uzanan ışığa teslim olun derim...

Bir defalığına da olsa teslimiyet içinde kalın; önce sisteme güvenin, sonra sevgiye kapınızı örtmeyin, içtenlik ve samimiyete bir defalığına ayak diremeden güvenin ve son olarakta size gelen sevgiyi teslimiyetle alıp kabul edin. Ve litfen tüm bunları bir defa da olsa kırılmaktan acı duymaktan başarısız olmaktan kaybetmekten terk edilmekten bağlanmaktan yada her neden ayak diriyorsanız ondan korkmadan yapın...

Yürek acısı duyarım kaygısı, kırılırım enişesi , ne olacak? beklentisi...
Bunlar olmaksızın teslim olduğumuzda, bugüne kadar ki deneyimlerinizin tersine işleyecek bir sürecin kısacası, başka bir hayatın aydınlık sabahında uyanabileceğimize eminim.

Çevrenize bir bakın ne olur...Hayatlarımıza alabilmemiz için etrafımızıda duran milyonlarca güzellik var. Yaşam korkunun kar abulutları ardında geçirilmeyecek kadar güzel, görebilene, görmek isteyene, görebilmek için güvenene...

İlk sert esen rüzgarda gemi değiştirmek yada, denize açılmak yerine karaya gerisin geri dönmek çare değil...
Yada o bulutların ardında saklanarak bir ömürü sinerek, vazgeçtiklerimizin hayaliyle geçirmek...

Bir savruluştan ötekine sürüklenerek, kendimizden uzaklaşabilmek umudu yerine. kendimize içimizde ki o açık seçik parlayan ilahi öze, o ışığa sizi sarıp sarmalaması için müsade etseniz...

Kendimizden kaçarak yaşamak yerine; içinizde hapsettiklerinizi usul usul salmayı, sisteme güvenerek yaşanacakları manipüle etmeden ama direnç de göstermeden yumşakca,şevkatle teslim olabilmek gerekli.

Direnci bırakabilmek gerekli ve bunun için hazır olup kendimizi artık sevgi görmeye cesaretle açabilmek...

Kapınızın önüne kadar gelen sevgiyi kabul edebilmek, bazen sevebilmekten çok daha zordur...

Ama benim öğretim ve inancım gereği düşüncem şu: Eğer ilahi sisteme inanıyorsak o, kendimizi sevgiden mahrum bırakmamıza izin veremeyecek kadar adildir. Yeterki ona en az bir defa güvenin, sizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır...

Sevgi ve ışıkla
Ayna

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..