Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '13

 
Kategori
Tarih
 

Şerbet

Şerbet
 

MİSKİN


“Bu halkı alıştıracak, ona öğreteceğiz: Oyunun kuralı, budur! Yani, dış ve iç dünyada (ülkemizin içinde de) birilerini etkilemek gerekiyorsa, o etki ancak kelle sayısı sâyesinde olabilmekte! Bunu hem duyarak, hem de yaşayarak, bire bir öğrendik artık. Şimdi sıra, başkalarına öğretmekte.

*** Yılmak yok, usanmak bir lüks; hiç hakkımız olmayan. Çünkü içselleştirmişiz bir kere, “Söz konusu vatansa, gerisi….”.

Sevgili Lale Gürman Hanımefendi,

“Söz konusu vatansa, gerisi….”.

İşte bu düşüncede size katılıyorum. Ama yoruldum. Kolum kanadım kırık güvercinler, gibiyim çoğu kez. Ancak, siz gibi dostlarımızdan böylesi soylu bir duruş, birlik içinde görünümle mutlanıp, hüzünlerden uzaklaşıyorum.

İyi ki, varsınız.

Ve iyi ki sizi tanımışım.

Aksi halde bu yalnızlıkla nasıl başa çıkacaktım ki?

İnanır mısınız? Facebook da üleştim bu konuyu, insanlarda yine TIK yok…

Ama bir hanımefendi sayfasında elinde içki kadehi, çıplak omzuna başını dayamış, şöyle yazmış:

“Off ya off… Âşık olmak istiyorum, canım çok sıkkın bugünlerde” diye…

Sayfasında tam 1200 beğeni ve 923 yorum yazılmıştı…

Sizin bu imza dilekçesini yazdım, 5 bin kişiden sadece bir kişi yorum yazıp BEĞENİ yapmış.

İnsanların tepkilerini, sınamak adına, farklı bir resim ve söz ekledim, anında beğenen ve yorum yazanlar, mısır patlağı gibi açığa çıktı.

Uyuyor insanlar, diyeceğim.

Hayır, uyumuyorlar…Onlar uyuşuklar. Onlar düşünmek istemeyenler. Onlar MİSKİNLER TOPLULUĞU…

ATATÜRK’ÜN BÜSTÜNÜ PASPAS YAPMIŞLAR, diye ulusal basının yazısını ekledim, yine TIK hareket yok.

Eskiden Osmanlının MİSKİNLER TEKKESİ varmış, Osmanlı beslermiş bunları. Gün geçtikçe artmış sayıları, hazineden ödeme zorlanınca,

“Ne yapalım hünkârım,” diye sormuşlar.

Hünkâr,

“Tiz elden bu konuya acil çözüm bulun, o miskinleri beslemekten vazgeçelim,” demiş

Sarayın adamları MİSKİNLER TEKKESİNİ yakmakla çözüm bulmuşlar.

Yanan tekkeden inadına ayrılmayan miskinler, “oh ne ala, bak sigaramızı yakacak ateşimiz de hazırlanmış bize doğru geliyor bak,” diye kaçmamışlar ve miskince yanmışlar içeride.

Düşünüyorum da Türkiye’de son yıllarda anormal gelişmeler var, ülke yangın yerine dönüyor, vicdanlarımız bile yanıyor, ama TIK yok gibi…Aklım çok öncelerine ulaşıyor. Oğuz Tansel fısıldıyor mısralarında sözcükler ağıt yakıyor, kına yakanlara inat:

“…Bir güvercin uçurdum Ağrı’dan,

Kanlar içinde anlattılar, dönünce:

Kulağım gözüm tutuştu, sonra

Yandım, yüreğimi sardı bir alev

Milyonla tutsak, seksen bin ölü,

Soysuz zorbalar, soyguncu uşakları

Köyleri, ormanları, örene döndürdü,” -O.Tansel-

**

Kimi zaman kav, kimi zaman çakmak oluyoruz ulusal kurtuluş günlerimizin anılarını yaşatmak adına…El ele tutuşup –yürek yüreğe- yaslanıyoruz. Engellenince haykırıyoruz, biber gazı soluyoruz, basınçlı suyla ıslanıyoruz: Ama yine de HAYIR diye haykırıp direniyoruz, ULUSAL onurumuzla…Peki ya sonrası?

Kısa bir an halk tepki veriyor, sonra el ayak çekilince unutuluyor her şey.

Tekel işçileri eylem yaptı, ne oldu? Unuttuk…

Gaziler ve Şehit aileleri meclis kapılarına dayandı, gaziler tepkilerini “açız, alın bu bacakları da istemiyoruz, verin bizim bacaklarımızı,” diye protezlerini attılar.

Ne oldu?

ANANI AL VE GİT, denildi.

Tek tek satıldı her şeyimiz, yine tepki yok.

Hadi, bırakalım satılanları, bırakalım tutsak edilen aydınlarımızı, bilim adamlarımızı, Atatürkçü düşünenlerin yargılanmalarını, vs…

Peki ya ulusal onurumuza ne oldu ki, susuyoruz yine?

İSTİKLAL MARŞIMIZ çalındığında, artık ayağa kalkmayacağız, sakız da çiğneyip, patlatabiliriz.

Evet, yanlış duymadınız!..

THY Uçağında reklam müzikleri İSTİKLAL MARŞI olarak dalga geçer gibi çalınıyor, millet izlerken gülüyor, TIK yok bu reklama.

Bir de yeni haber ortalıkta dolaşıp duruyor. Efendim, bundan böyle THY Uçaklarında artık, İÇKİ SERVİSİ YERİNE ŞERBET verilecekmiş..!

Allah’ım, ciddi anlamda aklımı oynatacağım..!

Ağlanacak hale mi düştük yoksa. Yoksa biz Ulusalcılar tıpkı GIYASEDDİN EFENDİ gibi mi davranalım?

“…Vaktiyle bir Nahiye Müdürü varmış. Adı da Gıyaseddin imiş. Ne zaman resmi bir davet olsa o protokoldeki yerini alırmış. Kendilerine bir ikram yapacak olanlar tam dokuz kez yutkunup bir kez konuşmaları gerekirmiş. Nedeni de, Gıyaseddin Efendi, tam üç hanımla evlenmiş ve üç kez BOŞ OL dedikten sonra her birinden beş dakikada boşanıvermiş.

Birinci eşinin çorabı kaçık diye…

İkinci eşinden yatağa 2 dakika geç geldi diye…

Üçüncü eşinden de sofraya çorbayı, sıcak değil de ılık getirdi diye boşamış…
Bir davette ikramlar sunulurken, sıra bizim Gıyaseddin Efendiye gelince, servisi yapacak olan kadınlar şöyle düşünmüşler:

-Şarap ikram etsek, -haram, günah- diyecek.

-Ayran ikram etsek-ekşi veya tuzlu- diyecek.

-Limonata ikram etsek- ekşi veya limonu, tadı az- diyecek.

-Biz en iyisi ona ŞERBET ikram edelim.

Ve tepside kan kırmızısı şerbeti sunmuşlar. Ama bizim Gıyaseddin Efendi hiç huyundan vazgeçer mi?

-Nedir bu hanım kızım?

-Efendim ŞERBET.

Sesini birden yükseltmiş Gıyaseddin Efendi:

-”İçmem mm, içmem efendim içme mm!”

Herkes şaşırmış, şerbeti elinin tersiyle iten ve yüksek sesiyle dikkatleri üzerinde toplayan Nahiye Müdürüne sormuşlar:

-”Efendim neden içmezsiniz? Bu şerbet işte. Nesi var ki şerbetin?” diye.

-”Efendim ısrar etmeyin işte, içmeyeceğim. Nedeni var işte…”

Orada bulunanların şaşkın bakışlarına aldırış etmeyen Gıyaseddin Efendi:

-”Evveli ŞER, ahiri BED olduğu için içmem efendim..!”

Tabi, bizler o Osmanlı Beyefendisi gibi THY Uçağında hostese bu şekilde bağırsak, geçmiş zamanlardaki yaşanmış ve her şeye bir kulp bulan insanlara özgü bu hikâyede ki -bey-amcamız- gibi acaba güncelliğini koruyacak mı?

Sanmam. İmam almış eline kalemi, kendi yazdığı fetvasını okuyor ve akabinde de uyguluyor. Hem de sindire sindire.

TC harfleri ve TÜRK sözcükleri resmi binalardan kalkıyor, yine de bu millette TIK yok…

Anayasa, Baba-yasa olarak hüküm sürüyor, milletin yine GIK-ı çıkmıyor, çıkmayacak da.

Şimdi bir rivayet dolaşıyor, ne derece doğru tam bilmiyorum. Lakin ne zaman bu tür haberler yayılır, ardından basında okuruz.

Dünyadaki nerede GEBE İsrailli bir kadın varsa Türkiye’ye akın etmeye başladı. İsrailli kadınlar Urfa’da neden doğum yapıyorlar?

Bir araştırayım, bu haber ne derece doğru diye?

Meğerse İsrail Devleti, bizim topraklarımızda, Urfa’da çoook büyük bir KADIN DOĞUM HASTANESİ inşaa etmişler.

Doğan her İsrail çocuğunun nüfus kimliğine TC. yazılıyormuş.

Düşünmeden yapamıyor insan.

NEDEN?

Evveli ŞER, Ahiri BED olduğu için mi acaba?

Sevgiyle

Emine PİŞİREN-17.02.2013

Dip Not: Kimi rivayete göre, Reşat Nuri’nin “Miskinler Tekkesi” adlı romanında yanan konakta yaşayanların,- tekkesi -olduğu söylenirken,
Üsküdar Belediyesinin bir sempozyumunda, Osmanlı zamanında Üsküdar Karacaahmet mevkisinde Cüzamlı hastalar tedavilerinin yapıldığı yerlere “Cüzzamhane” yerine hastaların gururunun incinmesin diye “Miskinler Tekkesi” adı verildiği açıklanmış.

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..