Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Aralık '11

 
Kategori
Sinema
 

Serenad ve Dedemin İnsanları

Serenad ve Dedemin İnsanları
 

Bir kitap ve bir film. İki önemli kişinin imzası ile farklı dallarda sunuldu bize. Önce Zülfü Livaneli’nin yazdığı Serenad çıktı piyasaya. Yaz döneminde hakkında çok yazıldı, önerildi, okundu. Okuyan tavsiye etti (Ben dahil). En güzel hediye kitaptır ya, bu yaz hep Serenad vardı paketlerin içinde. Evde, havaalanında, sahilde, parkta neredeyse herkesin elindeydi.  Tarih; casusluk, savaş dönemleri, katliamlar, İstanbul ve aşk ile yoğrulmuş bu kitapta. Anlatım dili ile 481 sayfa bir çırpıda okunuyor. Ben 40. baskıyı okudum. Daha da çok basılacak belli ki.   

Sonra Dedemin İnsanları vizyona girdi. Yaklaşık üç hafta önce. Gişe rekoru kırmış kırmamış, vizyonunu sevdiğim Çağan Irmak’ın yönetmenliğinde. Bu seferki film de dolup taşıyor. Tıpkı Babam ve Oğlum gibi fısıltı gazetesi ile yol alıyor. Salondan çıkan gözyaşlarını siliyor.

Filmde Çetin Tekindor yine harikalar yaratıyor. Elimde olsa Oskar denen heykelciği kapıp, kendisine saygılarımla sunasım geldi. Pasaport beklerkenki o heyecan bu kadar mı güzel hissettirilir? Hümeyra yine kadroda. Ayrı bir tat katıyor. Gökçe Bahadır o kadar doğal ki, sahici bir karakter oluvermiş. Yiğit Özşener uzun bir aradan sonra iyi bir karakter canlandırıyor. Bana kalırsa da pek güzel oynuyor. Oyunculuğunu duygularla besliyor. Küçük oyunculara diyecek yok. Yetenek o yaşta belli ediyor kendini. Kullanılan Ege ağzı, filmin içinden neşe saçıyor.

Gelelim esas konuya. Her iki eser de bugüne kadar bildiklerimizi eksik ve/veya yanlış bildiğimizi anlatıyor. Tarihin karanlık köşelerini aydınlatıyor. Geçmişi anlatırken bugüne göndermeler yapıyor. İnsanın aidiyet duygusunu irdeliyor. Bugün Toprağım dediğin yarın Vatanın olmayabiliyor. Evin başka diyarlarda kurulması gerekebiliyor. Zulüm, şiddet güçlü olanın cilası oluyor. İnsanlık dersleri her ikisinden de oluk oluk akıyor.

Biri, diğerine, karışıyor. Öteki dediğin kendinden çıkıyor. Çokluğun sesi aslında ne kadar da tek olduğumuzu haykırıyor. Mahallen, şehrin, ülken, ailen, komşun, hemşehrin, insanın diğerleriyle aynı kaderi paylaşıyor. Ha bir önce, ha bir sonra. Geçmiş hepimizi aynı çamurla şekillendirip farklı biçimde boyuyor.

Her iki eserinde sonunda, anlatılan hikayeler, acımasızlık ve sevgiyle yoğrularak  birlik ve beraberlik kavramlarına kucak açıyor. Peki, yaptıkları işlerle saygın yerleri olan bu iki sıradışı insan, tesadüfen mi, aynı dönemde bu konuları işliyor?

Çimen Erengezgin

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..