Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

ZEREN KEZİBAN KARAASLAN

http://blog.milliyet.com.tr/zerenkezi

10 Mart '09

 
Kategori
Deneme
 

Serenat ve sitem

Serenat ve sitem
 

Oysa: en yaralı yerinden öpmeye gelmiştim yaralarımı gösterip...

Kavak, rüzgar ve gün fısıldıyor, ışık ses ve gölge denizin diliyle bakakalıyor... Ben çayırlarda koşuşturduğum çocukluğuma takılıyorum kristal bir fanusta yalnızca... Yel değirmenlerinin peşinde koşturup hayal kurduğum zamanlar... Ne Don Kişot u biliyorum ne de Sanço Panza yı... Ne Gılmameş i okumuşum ne de Nazım Hikmet ten bir dize.... Ne orada emperyalist güçler var ne de kapitalist düzen... Sokaklarında oynayamayan, yaşamları çalınmış çocuklardan da haberi yok o çayırların... Ne pandoranın kutusundan saçılanlar var yeryüzüne ne de sınırlar.... Korku ve kaygı da giremiyor o zamanlara...

Tanrı kızıyor, kristal kırılıyor, küçük kız ağlıyor...

Ne Demeter in diplamasisi ne Antigone nin isyanı, ne Nefertiti nin gücü , ne Jan Dark ın kederi beni tanıyor... Savrulmalarım, parçalanmışlığımla soluğumundan yayılan hüzünlerin ırmağına sarınıyorum... Bekle diyorum durmadan, sabrı öğren ve bekle... Oysa bağışlayamıyorum kendimi... Hangi suça hüküm giymişim, hangi ceza avucumda, hangi tutkumun esiriyim ki bağışlıyamıyorum kendimi... Nedeni niçini yok, geceyle gündüzün payından da koparamadım... yazla kışın ardından da gidemedim, dalını arayan yaprağı kim bilir de haber verir ormana... Ve ormandan hangi kavramın uğultusu yayılır... Ve hangi aşk nasibini alır ormandan... Ve hangi yol isyanlardadır... Tanımı yapılamayan... Yolun hükmünü unutan seyyahım, yüz sürdüm hüzne... Yüz sürdüm ki aşkın en sakıncalı yerinde tuzdan heykel olup, kısmet kapısını aralayamadım... Ve sordum; kimdir suyun dilini öğretecek olan ormandan uzaklarda... Ve yaprağı kim nasıl bilir de yazar bir şiire...

İçinin denizine kıyılarımı açtığım ve güzelleştiği için fiyortlarım, boşluğumun öteki sesi bu , ötelerdeki... Yolum düştüğü için değil kıyılarım denizinde olduğu için bu ses bu heves... Ve bu hoş seda...

Tanrı kızıyor, kristal kırılıyor, küçük kız ağlıyor... Göz yaşı şişeleri doluyor...

Kanamalı bir hastanın kan anonsuna bakakalmak gibi perişanım ve belki de kanamalı hasta benim kanamasını gösteremeyen... Ne desem ne söylesem, hangi dağlara sürülsem...

Kavak, rüzgar ve gün fısıldıyor, ışık ses ve gölge denizin diliyle bakakalıyor ve düş çiçeği şarkısını besteliyor... Susmak gibi... sabrı öğrenmek, direnmek gibi... Beklemek gibi... Ya da, belki de isyan etmek, kaybolmak gibi... Sularda.... Sularında...


Keziban Karaaslan

 
Toplam blog
: 35
: 573
Kayıt tarihi
: 18.02.09
 
 

Bağımsız bir yaşam sanatsız düşünülemez! diyen bir kaç yıldır Gaziantep' te yaşayan, kamuda çalışan ..