Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '07

 
Kategori
Mizah
 

Seri aşk hikayesi anlatıcısı

Seri aşk hikayesi anlatıcısı
 

İstiklal Caddesi'nden aşağı doğru yürürken yazı işleri müdürünün sözleri hala kulağımda çınlıyordu. O sabah çalıştığım gazeteden kovulmuştum. Neden kovulduğumu anlatayım. Gazetem bana hani şu meşhur Anadolu işadamları var ya, Anadolu Kaplanları yani, onlarla ilgili bir yazı dizisi hazırlama görevi verdi. Ben ise onlara daha ilginç olacağını düşündüğümden Zamanda Yolculuk ve uzaya kurulacak şehirlerle ilgili bir yazı dizisi hazırladım. Sürpriz yapayım dedim. Yazı İşleri Müdürü gerçekten çok şaşırdı. Sürpriz oldu ona. Beni kovması ise bana sürpriz olmadı.

"Ya niye kızıyorsun müdürüm. Zamanda yolculuk, uzay ilginç değil mi?"

"Ben sana daha ilginç bir şey söyleyeyim. Kovulduuun."

İlk gençlik yıllarımda hep güzel kadınlardan "Seni seviyorum. Senin için bitiyorum" gibi laflar duymayı hayal ederdim. Ama otuz yaşıma geldiğimde duyduğum en popüler sözler listesinin başında açık ara "Kovuldun" vardı. Daha da acısı bunu söyleyenlerin hepsi erkekti.

İstiklal Caddesi'nde tenha bir kahveye gidip bir çay içip, akşama kovulma olayını anneme çaktırmamak için plan yapmam gerekiyordu. Kovulmamın ıslaklığı hala üzerimdeydi. Yazı İşleri Müdürü öyle bir bağırmıştıki Pavarotti yanında halt etmiş. Adam, "Kovuldun" haykırışıyla en az on yıllık opera ihtiyacımı karşılamıştı eksik olmasın.

Ne zaman kovulsam içimden çay içmek gelir.

"Kovuldun."

"Bir çay alabilir miyim abi?"

"Manyak mısın lan sen? Kovuldun" diyorum.

Şimdi de çay içmem gerekiyordu. Türkiye'de çay sektörü muhtemelen bu kovulma olaylarıyla zirve yapıyor. Param olsa "Kovuldun Çay" diye çay çıkarırdım piyasaya. Sloganı da hazır. "Kovuldunuz mu. Hemen kovuldun çay demleyin. Kovulmanın tadına varın."

Benim de şimdi kovulmanın tadına varmam için yalnız kalmam gerekiyordu. Beyoğlu Mis Sokak'a daldım. Oralar gazetecilerin bol olduğu yerlerdir. Bir tanıdığa rastlamadan her hangi bir kafenin alt katına kapağı attım mı tamamdı. Hızla bir kafeye daldım ve alt kata indim. Alt kat sabahın o saatlerinde bomboş. Başarmıştım. Oturdum. Garson geldi.

"Bir kovuldun çay lütfen."

"Heee."

"Bir çay yani."

Çayım geldi. Tam o sırada arkadan uzanan iki el gözlerimi kapadı.

"Bil bakalım ben kimim?"

Hayatımda ilk kez içimden henüz kim olduğunu bilmediğim birine peşinen küfür ettim.

"Çıkaramadım kimsin?"

"Bil bil."

Kimdi ulan bu? Hayatımda tanıdığım en yapışkan adam dört yıl önce burs kazanıp ABD'ye gitmişti. Geri dönemesin diye ayda bir ABD Başkonsolosluğu'na dilekçe veriyordum. Alpaslan. Olamazdı. Hayat bana bu kovulma gününde bu kadar acımasız olamazdı. Olabilir miydi? Korkarak sordum.

"Alpaslan."

Gözlerim açıldı. Kabus karşımdaydı.

"Elbet Alpaslan. Nasılsın abi?"

Kalktım. Öpüştük.

"İyiyim" dedim. "Bu ne sürpriz?"

"Eee okul bitti abi. Ben de döndüm."

Alpaslan benim gazeteciliğin ilk yıllarından arkadaşımdı. Sürekli yaşadığı ya da yaşamadığı aşk hikayeleri anlatırdı. Alpaslan'ın aşk hikayelerinin hepsi tek taraflıydı. Yani bizim Alpaslan muhtelif kızlarla büyük aşklar yaşardı ancak bu aşkların hiçbirinden kızların haberi olmazdı. Seri aşk hikayesi anlatıcısı Alpaslan. Peki bu herif bu kafenin alt katında beni nasıl bulmuştu? Açıkladı.

"Seni İstiklal'in girişinde fark ettim abi. Buraya kadar takip ettim."

Seri aşk hikayesi anlatıcısı ne olacak. Kurbanını takip edecek tabii. Tek dileğim, tek amacım Alpaslan'dan bir aşk hikayesi dinlemeden sıyrılmaktı. Bu nedenle onu içine saplayacağım bir konu açtım.

"Ya sen onca yıl ABD'de kaldın. Bu 11 Eylül. Irak işgali. Nasıl görülüyor orada? Anlatsana?"

"Abi benim onları düşünecek halim mi var?"

Burada soru sormamalıydım. Sorarsam yanardım. Sormadım ama yine yandım.

"Ben aşık oldum abi. Çok büyük bir ilişki yaşadım Amerika'da. Bir İspanyol kıza aşık oldum. Adı Maria idi."

Maria. Eminim Maria'nın biraz sonra seri aşk hikayesi anlatıcısı Alpaslan'ın anlatacaklarından haberi hiç olmamıştı. Seri aşk hikayesi anlatıcısı silahını çekmişti. Şimdi beni acı çektire çektire öldürecekti. Bir şeyler yapmalı ve onu etkisiz hale getirmeliydim. Onu kilitleyeceğini düşündüğüm soruyu sordum. Bu ilk ve son şansımdı.

"Maria ha. Merakımı bağışla. Hikayeni daha heyecanla dinlemek adına soruyorum. Onunla yattın mı?"

Alpaslan acı acı güldü.

"Kemal. Onunla iki yıllık bir beraberlik yaşadım."

"Peki Maria'nın bu beraberlikten haberi var mıydı?" diye sormamak için masadaki kovulma çayımı bir dikişte içtim.

"Eee" dedim.

"Terk ettim onu" dedi.

Seri aşk hikayesi anlatıcısı mevzuyu uzatıp acı çektirecekti bana. Kurtuluş yoktu. Bari kısa sürmeliydi.

"Neden terk ettin? Nasıl bitti ilişkiniz?"

"Resim yapıyordu. O yüzden ayrıldık."

Allah'ım. Böyle bir cümle. Bu adama boşuna seri aşk hikayesi anlatıcısı demiyorum ben.

"Ya Alpaslan resim yapıyor diye bırakılır mı kız?"

"Nü resim yapıyordu abi?"

"Nü dedin sen? Pardon ne dedin sen?"

"Nü resim yapıyordu."

"Oğlum sanatçı bu. Normal. Yapar."

"Ama bir zencinin nü resmini yapıyordu."

Olayı çözmüştüm.

"Alpaslan" dedim.

"Anlaşılan o ki senin Maria'yı sen bir zencinin çıplak resmini yaparken yakaladın."

"Evet abi."

"Peki Maria'da çıplak mıydı?"

"Evet. Ama aklına bir şey gelmesin. Maria resme konsantre olmak için soyunmuş."

"Peki bu durumda sen ne yaptın?"

"Terk ettim Maria'yı. İlişkiyi bitirdim."

Karşı tarafın ilişkili olmadığı ilişki bitmişti. Şimdi bitmesi gereken benim Alpaslan'la olan ilişkimdi.

Seri aşk hikayesi anlatıcısı şimdi hemen ikinci bir hikayeye geçecekti. Önlemek için harekete geçtim.

"Alpaslan yanlış anlama ama benim acilen eve gitmem lazım."

"Tabii" dedi Alpaslan, "Ben de yorgunum. Valizimi yerleştirip uyumak istiyorum."

Hayret. Alpaslan'dan ilk kez bu kadar kolay kurtuluyordum. Türkiye'de iyi şeyler de oluyordu. Keyifle hesabı ödeyip kalktım.

Dışarı çıkınca acı gerçeği öğrendim. Meğerse Alpaslan, uçaktan iner inmez 118'den benim ev telefonunu bulup annemle konuşmuş. Adresi alıp bize gitmiş. Valizi bizdeymiş. O geceyi seri aşk hikayesi anlatıcısı Alpaslan'la geçirdim. Sabah olmuştu ve Alpaslan hala anlatıyordu. Ben artık ölmek üzereyken Alpaslan'ın babası aradı. Adam sinirli. Oğlunu görmek istiyor. Bilmiyor ki oğlu bir seri aşk hikayesi anlatıcısı. Bir iki kurban bulup işini bitirmeden evine gider mi.

Telefona ben çıktım. Güçlükle nefes alıyordum. Alpaslan babasından fırçayı yeyince apar topar gitti. Annem beni perişan görünce endişelendi.

"İyi misin oğlum?"

"Polisi ara anne."

"Polis mi?"

"Bana aldırma ben iyi değilim."

Uyku sersemi ne diyeceğimi bilemiyordum. O gün akşama kadar uyudum. Uyandığımda kabus karşımdaydı. Alpaslan. Annem ben iyi değilim diye Alpaslan'a haber vermişti. Anneler çocuklarını hiç anlamıyorlardı...

 
Toplam blog
: 179
: 2576
Kayıt tarihi
: 21.01.07
 
 

Barışa ve kardeşliğe inanıyorum. Türkiye'nin yaşadığı tüm sorunların kardeşlikle çözümlenebileceğ..