Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Şubat '08

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Şeriatla Mücadele Teknikleri

Şeriatla Mücadele Teknikleri
 

Bu ülkede yahut dünyanın herhangi bir ülkesinde, şeriatla yani dinin emirlerini toplum düzeninin kurallarına dönüştürme isteğiyle yapılacak mücadelenin birçok yöntemi vardır.

Bu yöntemlerin ilki, toplumdan dinin tüm kurum ve kuralları ile dışlanmasının hedeflenmesidir. Yani sorunu kökten çözebilirsiniz. Elbette insanların evinin içinde ne yaptığına karışamaz ama ne emir ve görüş verici bir dini kurum/kuruluşun varlığına müsaade edersiniz ne de inancın gereklerinin toplu olarak ve toplum kurallarını etkileyecek şekilde yapılmasına göz yumarsınız.

Neticede kamusal alanda (bu durumda kamusal alan kavramı da genişleyecek ve belediyenin yaptığı asfalt yolla, kaldırım döşemesi de kamusal alana dâhil olacaktır) dinin tüm izleri silineceğinden, ortalıkta şeriat talebi de kalmayacak ya da duyulmayacaktır.

(bu yöntemi ciddi ciddi önerdiğimi düşünmüyorsunuzdur umarım)

Bu yolu insani değerler ve temel haklar çerçevesinde uygun bulmuyorsanız, size bir alt versiyonu önerebilirim.

Bu yöntemde, dini yok etmek yerine onu kontrol altına almaya çalışabilirsiniz. Mesela topluma, tarihe ait olan bir konuyu devletin iştigal konusu haline getirebilirsiniz. Nasıl üniversiteleri bir devlet dairesine dönüştürebiliyorsanız, camileri de bürokrasinin çarkının içine çekersiniz. Din adına en yetkili kişinin atamasını başbakan yapar, camiyi devlet bütçesinden inşa eder ya da bağış yoluyla inşa edilenleri hazine taşınmazına çevirirsiniz, görevlisini devlet kadrosuna alır, din adına hutbeyi başkentten (onlarca bürokratın onayından sonra standart bir metin halinde) yüz bine yakın camiye gönderir ve okutursunuz.

Bu yöntemde kamusal alan tarifiniz biraz daha daralır. Sokaklardan devlet dairelerine doğru bir yön alır. Ama devlet adamlarının bulunduğu her yeri de hala kamusal alan saymaya devam edebilirsiniz. Örneğin ricalden birilerinin olduğu ortamlarda bile (örneğin bir ödül töreninde) dini simgeyi yasaklamak söz konusu olabilir.

Ancak bu yöntemin riskli yönleri vardır. İlkinde tümüyle yasakçı bir sisteme sahip olduğunuz için, demokratik bir süreçle toplumdaki inançlı çoğunluğun (bu arada dünyada inançlıların çoğunlukta olmadığı bir toplum yoktur) görüşlerinin devlete yavaş yavaş sızma riski yaşamazsınız. Ancak ikinci yöntemde böyle bir risk vardır. Bir yandan dini devlet güdümünde, kendi zihniyetinizle biçimlendirmeye/ arındırmaya/modernleştirmeye çabalayıp, bir yandan da demokrasiyi kısım kısım da olsa uygulamaya çalışırsanız, toplumda çoğunluk olan inançlıların yavaş yavaş devlet yönetimini ele geçirmesi söz konusu olabilir. Ve zaten iç içe olan devlet ve din kurumları arasındaki pozisyonda ufak bir değişiklik yapılması da (emir veren devlet-emir alan din kurumu/ emir veren din kurumu – emir alan devlet) onlar için yeterli olacaktır.

Bu aşamada toplumda azınlık olan ve şeriat tehdidinden çekinenlerin, birinci yönteme dönüş yapılması gerektiği görüşünde birleşmeleri ve bunun çaresi peşinde koşmaları kuvvetle muhtemeldir.

(bu yöntemde önerilerim listesinde yer almaz)

Gelelim üçüncü ve son yönteme.

Burada ihtiyaç duyacağımız şey, ekonomik-sosyal altyapının, liberal demokrasinin yeşerebileceği düzeye ulaşmış olması ve devletin özgürlükçü ve demokrat yapıya kavuşturulabilmesidir.

Eğer bu alt yapı düzeyine ulaşılmış ve devlet de bu niteliklere kavuşturulabilinmişse, toplumun inançlı kesimi, dinlerinin gereklerinin bu düzende bir şeriat düzeninden daha özgür ve rahat gerçekleştirebileceklerine ikna edilebilinir.

Peki inançlı insanlar neden bir şeriat devletini değil de, özgürlükçü demokrat bir düzeni tercih etsinler diye sorabilirsiniz hatta büyük olasılıkla şu ana kadar zihninizde bu soru çoktan oluşmuştur. Bu sorunun iki basit cevabı vardır; Bir - insan topluluklarında çoğunluk, istedikleri kadar inançlı olsunlar, özgürlükle içgüdüsel bir bağ kurarlar ve tercihlerini hep o yönde kullanırlar. İki - Ekonomik üretim ve tüketim kalıplarının çağdaşlaştığı toplumlarda, inançlı toplum kesimi, aynı zamanda toplumun orta sınıfını oluşturur ve çıkarları özgür, demokratik düzenden yanadır. (inançlı kesimlerin çoğunluğun orta sınıf düzeyine yükselmediği toplumlarda düzen değişikliğinden taraf olması daha güçlü bir olasılıktır elbette)

Örneğin İran’da yahut Suudi Arabistan’da insanlar şeriat düzenine gönül bağı ile bağlı değildirler. Düzenin sahipleri de, baskı kurumları ortadan kaldırılsa en kısa sürede yıkılacağını bilmektedir. Oralarda da sistemler küçük bir azınlığın tercihi doğrultusunda işlemektedir. Oradaki insanların ülke dışına çıktıkları zaman sistemlerinden ne kadar şikâyetçi olduklarına hepimiz rastlamışızdır. Ancak bu insanların kurtulmak istedikleri şey dinleri değil, din adına zorlayıcı olan sistemdir.

Bu nedenle insanlar devletin güdümünde olmayan, toplum içinde yaşayan ve şekillenen, dinleri ile baş başa kalabilecekleri, sahip oldukları inanç düzeyleri nedeni ile toplumsal yaşamın hiçbir aşamasından dışlanmayacakları ve eşit muamele görebilecekleri her düzeni, şeriat düzenine tercih ederler. Peki, zaman zaman hortladığını düşündüğümüz şeriat talepleri ya da doğru ifade ile inancın siyasallaşması sürecindeki patlama neden ortaya çıkıyor?

Bu noktada günümüzde laikçilerin yaşadığı korkunun bir benzerinin inançlılar içinde geçerli olduğunu söylemek lazım. Laikçilerimiz nasıl kendi sahiplendikleri sistemin ortadan kalkacak olmasından korkarak daha sert kuralları olan, demokrasiyi gereksiz bir teferruat düzeyine çeken tercihlere yönelebiliyorlarsa, inançlılarda “din elden gidiyor” korkularının egemen olduğu, dinlerine onun sahibi olmayan kişilerce müdahale edileceğini düşündükleri zamanlarda şeriat yönetimi tercihine yönelebiliyorlar.

Nasıl günümüzde laikçilerin korkusunu siyaset arenasında oya çevirmeye çalışanlar varsa, dindarlarında benzer korkusunu oya çevirmek isteyenler fazlası ile mevcut. Birileri darbe talep ettikçe diğerleri dinleri üzerinden bir kez daha baskının yoğunlaşacağını düşünerek şeriat ya da dini yönelimli bir devlet talebine yöneliyorlar. Bu noktada çözümü birbirlerini yok saymakta ya da daha öteye gidip yok etmekte arayan mücadele tarzları ortaya çıkıyor.

İşte üçüncü yöntemin önemi bu nokta ortaya çıkıyor. Toplumda laikçilerin korkusundan arınıp, samimi, dürüst ve demokrat bir tavır geliştirme becerisi olan bir irade oluştuğu takdirde, inançlı insanları, liberal demokrat bir düzende, bir arada yaşayabileceklerine ikna etmesi mümkün. Bu iradenin en kısa sürede, ilk iki sürecin baskıcı, yasakçı, şekillendirici ve kalıplaştırıcı hatalarından arınarak, yeni toplumsal mutabakat yöntemleri geliştirilmesi gerekiyor.

Türkiye şimdi bu iradeyi bekliyor.

• “İnançlı” kavramının çok tartışmalı olduğu bir gerçek. Ortalama bir laikçide inançlı olduğunu söyleyecek ve öne sürdüğüm tezlere karşı çıkacaktır. Ancak topluma bakarken ve bu tespitleri geliştirirken ortalamaya bakılması gerektiğini düşünüyorum. Bu ülkede inanç, Peygamber döneminde yaşanılanların aynısını bugünde uygulamak isteyen insanlardan, “ben kalbimde Allah’ın varlığını hissediyorum bu da benim için yeterli” diyen insanlara kadar çok geniş bir platformda yaşanıyor (Her toplumda olduğu gibi). Ancak her iki düzeyinde ortasında bu ülkede inançlı profilini temsil edecek çok geniş bir orta kesim olduğunu düşünüyor ve inançlılar üzerinden geliştirdiğim toplumsal tercih tahminlerimi, bu orta kesimi baz alarak yürütüyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..