Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Seringel

İçimdeki sosyal demokrat parti sözcüsü

Bedestenin kirli merdivenlerini o ağır küf kokulu tırabzanlara gayri ihtiyarı tutunarak elimden geldiği kadar yavaşça tırmanıyor, acemi bir şair olmanın üzerime, bakışlarıma, yürüyüşüme etki edebilecek her şeyini en iyi ihtimalle sadece beş dakika sürebilecek bu iş görüşmesine bulaştırmamayı düşünüyordum.

Bunun için ne yapmam gerektiğini ise elbette bilmiyordum.

...

Bendeniz az uyurdum, bolca tütün üflerdim, hafta sonlarım rakısız geçmezdi ve sıkça aşık olurdum.

Konuşmayı, gülüşmeyi zor bir iş olarak bellerdim, dışarıda yemek yemezdim, yalan söylemez, rahmetli babamla efendice ölmesini bir türlü beceremeyen hacı amcamın varisi olduğu evin bir odasında, kimselere rahatsızlık vermeden az parayla, bol tarhanayla pek güzel geçinir giderdim.

Ne olmuştu da şimdi kendilerine bir muhasebeci arayan bu müessese ile benim naçizane yolum çakışmıştı.

Demek ki bir şeyler ters gitmişti bu aralar.

Sanırım biz ademoğullarının aklının eremediği bazı ortalama hesap – kitaplar vardı ve son zamanlarda bütün bunlar benim aleyhime çalışmaya başlamıştı.

Oltanın ucundaki iğne sudan boş çıkıyordu, sazın sesi eskisi kadar gür çıkmıyordu, yazılar dergilerde basılmıyordu...

Bütün bu lanetli izdüşümler şarkı söylemek, şiir yazmak için güzel sebeplerdi elbet.

Ama bu defa olmuyordu.

Belki de bu yüzden bedestenin merdivenlerini çıkarken ben ‘Aman canım! yıllar önce de İstanbul gurbetlerinde hamallık yapmadım mı? bu da geçer elbet!’ diye düşünmeyi kendime uygun buldum.

Hatta o düşünceyi kapıdan içeri girdiğim zaman suratıma anlamsızca bakan sekreter hanıma ‘Adil beyle görüşecektim’ derken de terk edememiş olacağım ki kızcağız bir yabancının neden böyle acı acı tebessüm ederek müesseselerine girdiğini düşünmüş olacaktır.

...

Hatun sekreter tırnaklarını telefon tuşlarında dolaştıradursun benim canım o anda aklıma düşüveren bir Şevki bey şarkısını çekiverdi.

Bunda sekreterin güzel bir hanım olmasının bir etkisi var mıydı acaba?

‘Şimdi evde olsaydım da kucağımda udla bir geziniverseydim şu notaları’ diye düşünürken sekreter hanım ‘Adil bey sizi bekliyor’ dedi.

Oysa ben onu o küçük ağzını açtığında benim aklımdaki şarkıya eşlik edecek sanmıştım. Yanılmışım.

Zengin bir adam olup da onların müşterisi olaydım şimdi şöyle bir mırıldanırdım şarkımı.

O zaman belki ‘Aman efendim Okan bey bugün pek neşelisiniz’ derlerdi.

Şimdi pes etmiş bir icra-i sanatkar olarak değil şarkı söylemeye, şarkı düşünmeye bile hakkım yoktu.

...

Belki acemiliğimden olacak ben bu muhasebe müdürü Adil beyi bol göbekli, kel kafalı birisidir diye tasavvur etmiştim. Lakin kendisini görünce onun bütün has erkekler gibi yaşlandıkça güzelleşenlerden olduğuna kanaat getirdim.

Ah! Umurumda mı bunlar. Şarkı. Hep o şarkı.

‘Nedendir bu dil-i zarın figanı’

Eh be Adil bey nedendir?

Ne işim var benim huzurunuzda?

...

Adettendir diye sordu herhalde ‘ne içersiniz’ diye. Bende ‘çay’ dedim.

Acaba sorusuna verdiğim bu yanıt onda kötü bir intiba bırakmış mıdır?

Sakın beni açgözlü sanmasın?

Bir sigara yaksam ayıp olur mu?

Nedendir bu dil-i zarın figanı?

...

‘Daha önce bu işi yaptınız mı Okan bey?’

Şahsen ben bir iş görüşmesinde ‘patron’ olsaydım Adil beyden daha özgüvenli, daha akıllı görünür müydüm?

‘Tahsiliniz nedir?’

Rafta boy boy viskiler var. Ne garip. Acaba Adil bey ‘ne içersiniz?’ diye sorduğunda ‘Viski’ deseydim ne olurdu?

‘Başlangıç olarak ne kadar maaş düşünürsünüz?’

Şimdi kapkaranlık, eski bir sinema salonunda perdenin şıkırdanarak açılması ve iyi bir oyuncunun yapayalnız bir melek gibi sokaklarda koşuşturmasını seyretmek ne de güzel olurdu.

‘Sağ olsun Haluk amcanız sizin için güzel şeyler söyledi, sizi çok seviyor olmalı’

Şu masa da gül ağacından herhal. Orman prensesi şu gül ağacının, üzerinde hesap kitap görünen bir masa olarak kullanılması ne acı, oysa ne güzel bir saz olurdu ondan. Gerçi hesap kitap da lazım öyle ya...

‘Önümüzdeki ay gelin sizi bir hafta deneyeceğiz’

Önümüzde ay yağmurlar bitip de bu şehrin o berbat güneşi tepemize biniverdiğinde bendeniz o rutubeti muhasebeci olarak karşılayacaktım.

...

Kaybetmiştim.

Bundan sonra en önem vermem gereken sanat evrak kaydı olacaktı.

Artık böyle giderse yakında anamın köyünden at suratlı bir kız da alırlardı bana.

Yırtıksız çoraplar giyip ev gezmelerine gider, saat onda tavuk gibi uyur, Ramazan ayında eve erken gelir, rakı yerine su, şarkı yerine ‘nerde kaldın bey!’ nidalarıyla geçerdi hayatım.

Benim de diğer normal insanlar gibi akrabalarım, bacanaklarım, kayınbiraderlerim olurdu bundan sonra.

İçimdeki sosyal demokrat parti sözcüsünü şöyle bir yokladım bunları düşünürken.

Bu bedbaht durum üzerine bana söyleyecek bir şeyleri olmalıydı.

‘Mızmızlanma’ der gibiyse de sesi fazla gür çıkmıyordu. Televizyon yayınlarından etkilenmiş olmalıydı belki de!

...

Adil beye teşekkür edip koşarak indim bedestenin merdivenlerini. Şimdi kentin işlek caddelerinin birindeki bu ticari işletme ile benim aramda bir aitlik hissi duyulması ne garipti.

Eve değil, evdeki odama doğru yürüdüm sokaklarda.


* * *


Sokakların kimseye ait olmaması ne güzeldi.

Sokaklarda karşımıza kendini beğenmiş sekreterlerin çıkıp ‘Kimi aradınız, neden geldiniz’ dememesi ne güzeldi.

Sokaklarda ‘daha önce buralarda yürüdünüz mü? Yürüme tecrübeniz var mı?’ diye sormamaları ne güzeldi.

‘Nedendir bu dil-i zarın figanı

hayal eyler gönül geçmiş zamanı

geçen demler değer misl-i cihanı

hayal eyler gönül geçmiş zamanı

Sokaklarda şarkı söylemek ne güzeldi.

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..