Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '10

 
Kategori
Siyaset
 

Serinin sonu: Kemal Bey'e öneriler

Serinin sonu: Kemal Bey'e öneriler
 

Siz, kent yaşamına adapte olmuş ve kaskete, bin yıl geride kalmış nostaljik bir miras olarak bakanların doldurduğu bir mitingde, Temmuz, Ağustos sıcağında konuşmaya kasket ile çıkıyorsunuz.

Siz bu kampanyada neyi hedeflediniz?

Toplumun önüne koyduğunuz hedef, anayasa değişikliğinin yüksek bir oy oranı ile reddedilmesi, hükümetin meşruiyetinin sorgulanır hale gelmesi ve kamuoyu baskısı ile istifaya zorlanması, hemen erken seçime gidilmesi idi.

Konuşmalarınız hala kulaklarımda; seçimlerden zafer ile çıkacak ve derhal ‘ne ezilen, ne ezen, insanca hakça bir düzen’ kuruluşuna soyunacaktınız.

Başarılı değilsiniz

Nedenleri sizi ilgilendirir ve mutlaka üzerinde çalışıyorsunuz, ama kabul edin, başaramadınız. Ve bu da Dünyanın sonu değil.

“ Biz başarılıyız” noktasından bakmaya devam ederseniz, sağlıklı bir özeleştiri yapma şansınız olmaz. Genel Seçimler için yanlış noktadan start verirsiniz.

Anayasa değişikliği dışında her şey

“Biz havuzlu villalarda oturmayacağız.” cümleniz yüreğinde sol, sosyal demokrasi olan ama çalışıp çabalayıp, bir havuzlu evde, sitede yaşayan herkesin ağzında buruk bir tat bıraktı. Şahsen benim aklıma yoksullukta eşitliği yücelten Kuzey Kore geldi.

Bir vahim çıkış daha; “ bu hükümet istifa etsin, terör ertesi gün biter”

Şimdi daha dinlenmiş, daha sakin bir kafa ile baktığınızda bu cümleyi siz nasıl yorumluyorsunuz?

Ya da Güneydoğu’daki insanlar, Batı’daki Kürtler, 30 yıldır terör ile yaşayan bir Ülkenin halkı bu cümlenizi nasıl okur, size bırakıyorum.

Gandhi Kemal nerede?

Başta da yazdım. Sizi insanlar o sakin, gülümseyen, kızmayan, ağzınızdan sözün zorla çıktığı haliniz ile benimsedi, kendisinden bildi. Size Gandhi lakabını hediye etti. Bu noktada size Gandhi’yi, Gandhi yapan bir olayı anlatmalıyım.

Hindistan bağımsızlığına kavuşmuştur. Bağımsızlık mücadelesinin önderi Gandhi silahı, şiddeti, baskıyı, sadece ama sadece sessiz, onurlu, kitlesel bir pasif direniş ile yenmiştir.

Kısa bir süre sonra Müslümanlar ile Hindular arasında iç savaş çıkar. İki taraf birbirine kıyım uygulamaktadır. Çoluk çocuk katledilmektedir.

Gandhi alt üst olur. Yıkılır. Taraflardan savaşı derhal durdurmalarını ister.

“ Biz bunun için savaşmadık. Beni üzüyorsunuz. Lütfen bu anlamsız savaşı bitirin.”

Taraflar durmak bir yana, savaşı daha şiddetlendirir. Gandhi kararlıdır. Bir mesaj daha gönderir iki tarafın liderlerine;

“ Ben yaşayacağım kadar yaşadım. Bu savaşı görmeye dayanamıyorum. İzninizle ben ölmeye yatayım.”

Bir süre sonra bakarlar ki Gandhi elden gidiyor. Ölüm orucuna son vermesi için bir Hindu bir de Müslüman lider gelir ve bitirmesini isterler.

Hindu lider Gandhi’ye bakar; “Ey Gandhi, sen de bir Hindu’sun. Bunlar benim çocuğumu öldürdü, söyle ne yapayım?”

Ölümsüz lider muhteşem cevabını fısıldar;

“Yapacağın bir tek şey var. Babası Hindular tarafından öldürülmüş bir Müslüman çocuğu evlat edineceksin ve onu ideal bir Müslüman gibi yetiştireceksin.”

Malum medyanın size Gandhi lakabını yakıştırması ile insan Gandhi olmaz. Bu işler o kadar kolay değil. Gandhi olmak için muhteşem bir cesaretin beslediği, rakibi çıldırtan bir sakinlik, sessizlik, barışçıllık gerekir.

Gandhi silahı, şiddeti, kanı kutsarcasına gidip o mevzide dikilir miydi?

Konumlandırma

Yirmi birinci yüzyıl siyaseti bir pazarlamadır. Bu, dünyanın her tarafında böyledir. Pazarlama insanların beklentilerini doğru anlamak ve o beklentilere doğru çözümleri sunabilmektir.

Bakın, kitlelerin beklentilerini okumak diyorum; uygulamalara, mevcut iktidara en kabadayı tepkiyi vermekten bahsetmiyorum. Siz mitinglerde neyi yıkacağınızı, neyi yapmayacağınızı, hangi haramileri harap edeceğinizi anlattınız.

Güzel.

İyi de siz kimsiniz, ne yapacaksınız, gelen her iktidarın suistimaline açık kamu kaynaklarını nasıl koruyacaksınız; bir tek cümle yoktu.

Aman, lütfen ‘ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen’ cümlenizi anımsatmayın. Her duyduğumda sinirlerim ayağa kalktı. Türkiye siyasetinde bugüne kadar bundan daha boş, gerçekten uzak, anlamsız bir cümle daha duyulmadı.

Pazarlamada en önemli ilkelerden birisi konumlandırmadır. Ürünü, alıcının zihninde doğru yere konumlandırmak, pazarda pay sahibi olmanın olmazsa olmazıdır. Siyasette ürün, siz, imajınız, mesajlarınız ve programınızdır.

Doğru yer derken, kategorilerden bahsediyorum. Siyasi pazarlamada da kategoriler vardır. Doğru kategori başarıyı belirler.

Pazarlama bilimi, ‘bir kategoride ilk sırayı kapamadıysanız, kendinize ait bir kategori yaratmalısınız.’ der. O kategoride ilk olmak önemlidir.

Siz, rakibinizin kendisi ile özdeşleştirdiği kategoriye daldınız. Ya da sürüklendiniz. Yani, yüksek bir ses tonu ile, polemik tabanlı, rakibi agresifleşmeye zorlayan tarza yöneldiniz.

Ama insanlar neredeyse 10 yılı aşkın bir süredir bu tarzı rakibinizle özdeşleştirmiş. Siz o kategoride bir ikinci olmayı kabullenerek girmiş oldunuz. Aslı dururken insanlar neden taklidine prim versin?

Her marka insanların aklında bir tek sözcük ile yer kazanır. O sözcük markayı, o marka da o sözcüğü hatırlatır. Siz bu konuda büyük bir şans yakaladınız. O sakin, klasik siyaset beden dilinin yerleşik kodlarına ters, gülümseyen bir yüz ile ortaya çıktınız.

İnsanlar size ‘Gandhi’ dedi.

Bu muhteşem bir fırsattı. Her Gandhi sözü geçtiğinde akıllara siz geliyordunuz. Kılıçdaroğlu denildiğinde de insanların gözünde o muhteşem insan beliriyordu.

Bugün ortada ne Gandhi kaldı, ne o gülümseyen adam. O sözcüğü siz elinizin tersi ile ittiniz, Gandhi ile aranızda en küçük bir ortak payda kalmadı.

Ağzınızdan çıkan her adam mısın, yüreğin yetiyor mu, kalpazan, haramzade, harami sözcüğü bir balta oldu, indi Gandhi imajınıza…

Her neyse… Ben gördüklerimi anlattım size. Çevreniz ‘evet efendim’lerden fırsat bulup bu kadar açık konuşabilir mi, bilemem. Ama durum budur.

Türkiye’yi, onun içinde yer aldığı Dünya’yı, 21. yüzyılı ve Büyük Satranç Tahtasını doğru okuyun, doğru analiz edin. Milyonların beklentisini doğru anlayın.

2011 sonrasında nasıl bir Türkiye öngörüyorsunuz, çok net olarak anlatın. Güçlü bir sosyal demokrasi Türkiye’nin olmazsa olmazıdır.

Son bir öneri size; çok önemli…

2010 yılında liderleri dinlemeye gelenler gerçekten de dinlemeye geliyor. 1970’lerin tepkisiz, lidere biat etmiş, ağzından çıkanı değil, kaşını, gözünü, şapkasını, gömleğini takip eden köylü kalabalıkları yok artık.

Tam da bu nedenle liderin ağzından çıkan her cümleyi bir kontrat çerçevesinde dinliyor ve belleğine kaydediyor. Ağızdan çıkan sözü SÖZ olarak kabul ediyor.

Bu SÖZ’ün altı doldurulmadığında, bu kampanyada çok duyduğumuz gibi, ‘ ben öyle demek istemedim’ cümlesi sarf edildiğinde, liderin otoritesi sorgulanır hale geliyor.

Buna dikkat…

 
Toplam blog
: 34
: 682
Kayıt tarihi
: 01.07.06
 
 

Hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Olmamalı da. Biraz beynimizi yormalıyız. Dayatılan hiç bir dogm..