Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sessiz Bir Bağ

Sessiz Bir Bağ
 

www.hafif.org/imaj/xNicox/olum.png



Fotoğrafa bakıyorum da şimdi 1987 tarihli, beşimiz aynı karedeyiz, hepimizin yüzünde belli belirsiz bir tebessüm. Sanki onların gözlerinde ayrı bir hüzün varmış gibi görüyorum bir an, belki de bir yanılsama bu bilmiyorum. Bildiğim, bu fotoğraf karesinde bile o kadar güzeller ki... Anlatılamayacak kadar güzel...

Ö. Abla, sağ başta duran en büyükleri, aramızda 4 yaş var. Z. Abla hemen yanındaki, benden sadece 2 yaş büyük. F. ile, sarışın ve mazi gözlü olanla, aramızda sadece 1 yaş var, en çok onunla samimiyiz yaşımız yakın olduğundan, genelde her fotoğrafta yanyanayız. En küçükleri ve bana göre en güzelleriyse Y. Daha çok küçük bu fotoğrafta, iki ablasının arasında duruyor.

Üst katımızda oturuyor bu birbirinden güzel dört kız kardeş. Ama kapıların kapalı kalmadığı, evinde kendi çocuğunu bulamayan bir annenin nerede olacağını bildiği, komşuluktan öte duyguların var olduğu zamanlar o günler. Bu yüzden belki de, gerçekten kimin evi neresi zaman zaman karıştırırdım kafamda. Yine de kendi iki kardeşim dışında dört kızkardeşim daha olmasının kimi zaman kıskançlığı arttırıcı ama genel olarak keyifli ve sıcak yanlarını taşırım beraber olduğumuz senelerde, birlikte geçirdiğimiz her günün anısında...

Babalarının onlara tapıyor olmasını bazen büyük bir kıskançlıkla seyrederdim. Erkek çocuk isteyen R. Amca, ardarda olan dört kızdan sonra hevesinden vazgeçip yerine dört kızına da ayrı ayrı tapmayı seçmiş, bilirdim anlatılanlardan. A. Teyze’yle en büyük kavga nedenleri kızların her dediğinin yapılmasıydı zaten. A. Teyze yenilgiyle biten her tartışmadan sonra bize iner ve şikayet ederdi hepsini. Annem teselli ederdi, bense imrenerek dinlerdim dört kız kardeşin babalarının gücüyle kazandığı kimi zaman haklı kimi zamansa haksız galibiyetlerini...

1991’in 14 Eylül’ünde sıcak bir cumartesi akşamı yine hep beraber ve yine bizim evdeyiz bütün kalabalığımız ve bütün neşemizle. Pazartesi okulun açılacak olması o zamanlarda bir moral bozukluğundan çok, başka bir keyif unsuruydu biz çocuklar için. Eskiden çocukluk da, çocuklarda başkaydı sanki ya da bize öyle gelirdi...Oturduğum koltukta, kalabalık bir evde yaşanması gayet doğal olan o hengamenin içinde, şöyle bir dialog yerleşiyor belleğime o güne dair ve bir daha da aklımdan hiç çıkmıyor. Annem Z. Abla’ya, “hadi kızım bir kahve yap da içelim ellerinden” diyor, en güzel türk kahvesi yapan aramızda o çünkü. Z. Abla da “tamam” diyor, “okul açılacak ya zaten bir daha bulamazsınız beni, bu yapacağım son kahve olur.” Ve gerçekten de öyle oluyor.

Ertesi gün sabah saatlerinde alıyoruz haberi. Gece geç vakit R. Amca biraz alkollü gelmiş. İstanbul-Ereğli arası özel arabayla yaklaşık 3 saat sürdüğünden kızlar ısrarla okul alışverişlerini İstanbul’dan yapmak istemişler. A. Teyze çok karşı çıkmasına rağmen sözünü dinletememiş, sen gelme o halde demişler ama içine sinmediğinden o da gitmiş onlarla. Bir kamyonun altına girmişler sonra. Ve o arabadan sadece A. Teyze sağ çıkmış. Yine onu almamışlar yanlarına...

Günler sonra A. Teyze hastaneden taburcu olup da (o kadar az yarası vardı ki nerdeyse burnu bile kanamadan kurtulmuştu) eve getirildiğinde, onu ziyarete üst kata çıkışım, o zamanlarla ilgili aklımdan hiç çıkmayan diğer bir cümleyi belleğime yerleştirdi. Gördün mü bak, dedi A. Teyze acıdan bebeklerini göremediğim gözlerini gözlerime dikerek. “Bak R. Amca’na, o kadar çok seviyordu ki kızlarını hepsini alıp gitti, bir tanesini bile bırakmadı benim yanıma, bir tanesini bile çok gördü benim yanımda. Hiçbirisi beni sevmedi...”

Tam 17 sene oldu bugün. Ve her sene bugünlerde içimdeki o yara ince ince sızlıyor. Beni en çok şaşırtan da kendi kardeşimin acısını hiç bu şekilde yaşamadığım ve yaşamıyor oluşum. Kardeşim diyorum ama sadece fotoğraflardan bildiğim sapsarı saçlı masmavi gözlü güzel bir çocuk bahsettiğim. Başka anlatabileceğim birşey yok hakkında. Daha 1.5 yaşındayken önce teşhisi kon(a)mayan bir hastalığa ve sonrasında ölüme vermişiz. Bende 3 yaşındaymışım daha, ne yüzünü, ne sesini, ona dair hiçbir şeyi hatırla(ya)mamam o yüzden. Bazen hayal meyal birkaç sahne beliriyor gözümün önümde ama onlarında gerçek mi yoksa benim zorlamamla oluşmuş sahneler mi olduğundan emin değilim. Anneme sorduğum zamanlarda kısaca bahsederdi bana ama anlatırken o kadar çok üzülürdü ki bende ayrıntı sormaya cesaret edemezdim. Bir süre sonra da sormayı bıraktım zaten. Annemin kardeşime dair söylediği ve aklımda kalan tek şey hatırlayamadığım kardeşimin bana, hatırlayamadığım bir sevgiyle çok ama çok bağlı olduğu...

İşte yaşam gibi ölüm de böylesine tuhaf bağlar yaratıyor aslında. Bazen seni diğerlerinden koparıp alıyor, ayırıveriyor bir çırpıda. Yaşananlar, kabuğu böylesi zamanlarda yeniden açılıp kanayan bir yara gibi kalıyor, yer ediyor içinde. Unutulmuyor

Bazen de bir fotoğraf karesinde kalmış hiç tanımadığın, bilmediğin bir çocuğu sana gösteriyor, o senin kardeşin diyerek yaşandığı hatırlanmayan bir zamanın varlığından bahsediyor sana sık sık, sizi bir şekilde birarada tutan ve hiç kopmayacak bir bağ oluşturuyor aranızda. Kardeşimle bana yaptığı gibi...

 
Toplam blog
: 246
: 980
Kayıt tarihi
: 27.01.07
 
 

30’ lu yaşların ağırlığında geçiyor artık yaşam ama teğet geçerek, ama kurcalayıp didikleyerek...İst..