Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '12

 
Kategori
Öykü
 

Sessiz sinema (Duymayanlar da sever mi?)

Sessiz sinema (Duymayanlar da sever mi?)
 

O gün her şey farklı olabilirdi, yüzü gözlerimde nasıl yansıyor diye düşünürken bu birkaç saniyenin tadını çıkardım. Gözlerimin siyahında parlayan suratını görmek, onu mutlu ediyor mudur? Yol uzayıp gidiyordu, deniz çok uzak bir hayal gibi dağların ardında, olduğu yerde serili dururken, biz sanki tek nefes kaçıyorduk… Başını çevirdi, artık bana bakmıyordu, gözlerimi yumdum, gözbebeklerimi ondan gizlemek ister gibi, belli belirsiz duyduğum o koku, adını koyamadığım karışımlar. Sıcağın, içi burkan, isimsiz kokusu genzime doluyordu, koltukta hiçbir yaşam belirtisi vermeden bekledim, ta ki o kıpırdayana kadar. Sağ yanağımda hissettiğim belli belirsiz bir soluk ve arabaya binerken ağzına attığı naneli sakızın keskin kokusu, suratını benden tarafa mı dönmüştü. Gözlerimi araladım, tam da bana bakıyordu, bir an sımsıkı yummak istedim, ama konuşmasına hazır değildim, cevap veremeyeceğimi bilmek!

Gözlerim pencereden uzak bir yere dalmış gibi bekledim… Saniyeler! Sonra başımı sola çevirdim. Onu hiç görmemişim, bakışlarım gözlerine hiç değmemiş gibi. Kurtulmuş muydum? İdam sehpasından son anda indirilen mahkûm gibi… Yan tarafta ki koltukta genç bir anne ve yanında yaşlı bir kadın oturuyordu, kadının kucağında tombul yanaklı, gözleri masmavi parlayan bir bebek vardı, uykusu olmalıydı sürekli o küçük ağzını açıp kapatıyor, esniyordu. Parmaklarını annesinin koluna bastırmış, kısa ve kalındılar. Isırmalık olduğunu düşündüm bir an ve derince bir nefes çektim belki o kokuyu alabilirim diye, bebek kokusu, süt kokan. Bebeğin yüzü yavaşça buruştu, gözleri ufaldı, arada tamamen kapanıyordu, ses yoktu, ama ağlıyor olmalıydı, bir bebeğin ağlayışını hiç duymamak, bir gün baba olmayı düşünmek… Uzak bir hayali hatırlamak gibi! Yaşlı kadın bebeğe doğru eğilmiş ilgisini çekmeye çalışıyordu, parmağını şaklatıyordu. Parmak şaklatmak? Orta ve başparmağın kasılıp, birbirinden kayarak serbest kalması, nasıl bir ses çıkarırdı, gözlerim bebeğe dalmış bir şekilde o sesi düşündüm. Duymadığım onca sesten biriydi işte, sizin için herhangi biri…

Saatler ilerledikçe, huzursuzluğum artıyordu, Bir an ayaklarımın dibine bıraktığım çantayı hatırladım açıp karıştırdım, küçük kırmızı o cihaz. Arkadaşımın çıkmadan önce elime tutuşturduğu o şey. Adını anlatamayınca bir kâğıda yazmıştı mp4 çok sıkılırsan bunu kulağına tak, kulağında müzik olan insanlara pek bulaşmazlar. Neden çıkmıştım ki bu kahrolası yola, içimde özgürlük diye bağıran o sersem çocuğun ağzına bir tokat atıp neden susturmamıştım ki? Yapmadım, bu onun için zor bir deneyim olacaktı, onu kimsenin anlamayacağı ve onun kimsenin duyamayacağı bir yol. Mp4 ‘ün kulaklıklarını kulağına yerleştirdim bu kahrolası kör organlar! Van Gogh gibi kesebilsem, bu iki sersem kepçe yerine iki kocaman delikle dolaşsam bu dünyayı… Her şeyi, kendimi bile o boşluklara gizleyebilsem… Arkadaşımın gösterdiği gibi yandaki küçük kara tuşa, uzun basıp açıyorum, ekranında bir çok şey var, ilerleyip videolara geliyorum rastgele açtığım bir klip, sessiz sinema oynuyor dünya benimle!

Bir adam, etrafında pek çok dansçı kız, eğlendikleri yüz mimiklerinden belli, hareketli bir şarkı olmalı, hoplayıp zıplıyorlar, seçebildiğim kadar yüzlerine, özellikle gözlerine bakıyorum. Sonra, dizimin üstüne bırakıp gözlerimi yumuyorum, alıştığım o sessizlik elle tutulabilecek kadar kalın bir tabaka gibi üstümde duruyor, uzanıp vursam, kırılacak gibi, kırılıp tüm sesleri sakladığı yerden bana sunacak! Ama olmayacağını bilmenin teslimiyetiyle, duruyorum. Ne kadar geçiyor bilmeden, yanımdaki koltukta ufaktan bir hareketlenme oluyor, arabanın durduğunu, titreşimi hissedemememden anlıyorum, gözlerimi açıp kıza dönüyorum, kız gülümsüyor, o kadar güzel ki, hafiften doğrulmuş güneş tüm cömertliğiyle saçlarına vuruyor. Kıvırcık saçlarından damlar gibi süzülüyor, kız bu kadar güzel olduğunu biliyor mu acaba diye düşünüyorum. İri bal rengi gözlerini daha da açmış bana bakıyor, daha konuşmadı, sadece gülümsüyor, dudaklarının kıpırdamamasından bunu anlıyorum. Kulağımdaki mp4 belli ki işe yarıyor, sadece gülümsemekle yetiniyoruz, koltuktan doğruluyor, olamaz! Dudakları oynuyor, ‘’kalka bilir miyim, müsaadenle aşağıya ineceğim’’ hızla okuyorum dudaklarını. Dudakları! Başımı sallıyorum, acemice koltuktan kalkıp kıza yol veriyorum. İki kişilik o koltukta tek başıma kalıyorum, başımı geriye doğru yaslayıp gözlerimi kapatıyorum, denizi özledim! Zaman yine akıyor, sanki arabadan ellerimi çıkarmış, rüzgârın parmaklarımı öperek geçişini hisseder gibi, zihnimden akan düşüncelerin akışını hissediyorum. Sessizlik ilk defa bu kadar ağır geliyor…

Ön tarafta bir hareketlenme oluyor, kocaman göbeği olan, esmer tenli, pilot gözlüğü takmış şoför yavaş hareketlerle koltuğuna yerleşiyor, belki de bir uçağı kullandığını hayal ediyordur, uçmak hep daha cazip geliyor insanlara. Yolcular telaşlı hareketlerle otobüse doluşuyor, pencereden izliyorum kimi son anı bekleyip hızlı hızlı sigarasından nefes çekiyor, kimi otobüse binmek için çocukların gönlünü yapmaya çalışıyor ama şoför arabayı çalıştırınca herkes doluşuyor, bir an kalakalıyorum, yanımda ki kız yok! Ya şimdi, muavin yanımdan geçiyor, otobüs hareket ediyor, kolundan çekip durdursam ne diyebilirim ki muavine, sözcükleri çalınmış biriyim ben, hiç duymadığım kelimeleri konuşamıyorum, Son anda koşarken görüyorum onu, hızlı hızlı soluyor kalkıp yer veriyorum oturuyor, soluğunu, inip kalkan göğsünden anlıyorum, alnında biriken ter. Güneş vurdukça yüzü parlıyor. Dudakları aralanıyor! Şimdi, fark etmemiş gibi başımı çeviriyorum, omzuma dokunacağını sanmam, ona dönmem için bunu yapmaz, gözlerimi örtüyorum. Bacaklarımda yolun titreşimlerini hissediyorum. Ve burnumda o koku! Gözlerimi çok sıktığımı karanlıkta uçuşmaya başlayan şekillerden anlıyorum, göz kapaklarımı hafif aralıyorum, yol pencereden yavaş hareketlerle akıyor. Denizden git gide uzaklaşıyoruz. Gözüm bebeğe takılıyor yine, gözleri kapalı, annesinin kucağında uyuyor, düşünde ne görüyor acaba! Düş görür mü bebekler, ya da rüya de işte, her neyse… Kâbusları nasıl olur ki annesinin gidişi mi… O hep bir kâbustur aslında, annemi düşünüyorum, yumru boğazımdaki yerine yerleşiyor, yirmi yıllık o yumru.

Sağır bir çocuk!
Baştan yazılır dünyanın sessiz sinema kadrosuna,
Ve çocuklar gülerken ardından çekip gider sağırlar
Kendi çok sesli yurtlarına!

Şiiri bir dua mırıldanır gibi içinden tekrarlıyordu ‘’kimin yazdığını söylemeyecekti, önemi de yoktu zaten çok uyduruk bir şairdi aslında, hem şair bile denmezdi, her bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiği gibi yazdığı onca şeyin arasından birkaç güzel şey çıkıyordu. Ama tıpkı saatte olduğu gibi ne zaman doğruyu gösterdiğini/ ne zaman gerçekten yazdığını bilmek zordu. O kendi sessiz dünyasına kelimeler serpiyordu sadece. ‘’
Parmaklarım, benim dudaklarım onlardı, onlar şekilden şekle girdikçe ben konuşuyordum, ama maalesef bu herkesin anladığı bir lisan değil, üstelik de büyük bir merak konusuydu ne zaman bir arkadaşımla işaret dilinden anlaşmaya çalışsam, meraklı gözlere maruz kalıyordum ve hep o bakışların bir köşesine sıkışmış acıma duygusuna, lanetlenmiş gibi. Günahkâr olamazdım, alt tarafı duymuyordum belki de dünyada duyulacak bir şey yoktu, lanetlenmiş olanlar, bunca gürültüye maruz kalanlar onlardı! Okulda tanıştığı kız bana bir sırrını vermişti; ‘’ben aslında duyabiliyorum!’’ öylece bakakalmıştım peki neden buradasın, o insanlar kötü demişti, dudaklarını hep kötü şeyler için açıyorlar, oysa biz öyle değiliz, ‘’biz’’ demişti, kendiyle bizi bir kefeye koyar gibi! Ama biz, hiç biz olamamıştık, anlaşılınca, okuldan gönderilmişti. Belki de çok haklıydı, şanslı olan bizdik!
Kulağımda ki mp4 ü çıkarıp çantama koydum ve yeşil kabı olan küçük defterimi ve kalemimi çıkarıp karalanan ilk sayfaları geçip, temiz bir sayfa açtım, kıza döndüm yavaşça kız biliyor muydu bu kadar güzel olduğunu acaba! Elime aldığım kalem, kasılan parmaklarım, dikkat kesilen kız, yazıyı ilk keşfeden adam, bilebilir miydi acaba bugün bu vesileyle kullanılabileceğini, ilk defa yazan yedi yaşında bir çocuk gibi ve sallanan otobüsle, eğri büğrü bir kelime ‘’Merhaba!’’

16.07.2011 / 04. 18

Burcu Akkanlı

 
Toplam blog
: 14
: 1993
Kayıt tarihi
: 07.09.08
 
 

Burcu Akkanlı kimdir? 1987 doğumlu, Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunu şuan p..