Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '20

 
Kategori
Blog
 

severim ben seni

Severim seni sende sevsene hadi...
 
Hadi bir şekilde geldin dünyaya, isminin ne olacağına bile başkaları karar vermiş. Annen, baban, akraban… Bir başkası işte! Gönüllerinden sana hangi isimle seslenmek geçiyorsa. Bazen bunda da karar verememişler; iki isim takmışlar hatta. Daha dünyaya geldiğin gün cinsiyetin ve adınla iki etiketin olmuş!
 
Kızsan pembe giysilerin olmuş, erkeksen mavi…Önce anlamamış gibi yapsan da sevmişsin bu etiketleri; kabul etmişsin. Böylece kabul edilmek hoşuna gitmiş. Bakmışsın işin oluru bu; etiketleri kabul etmekle kalmayıp sahiplenmişsin de üstelik.
 
Bebek demişler sana; çocuk demişler; öğrenci, ergen, genç kız, delikanlı, kadın, adam… Üstelik bu etiketlerin her birinde kriterleri de varmış başkalarının ve bir de niteliği varmış her bir kriterin: mesela okula gidiyorsan öğrencisindir, notların yüksekse iyi öğrencisindir, düşükse vay haline! Büyümüşsün, meslek/iş-güç sahibi(!) olmuşsun. Önce sana bir isim veren başkaları, sonra bu isimle seslenmekle -her nedense- yetinmemişler: hanım demişler, bey demişler…Büyüdükçe daha çok etiketin olmuş; duvarların da büyümüş. Duvarların ne zaman etrafını sarar hale gelmiş, o zaman demişsin “artık bana hiç kimse karışamaz!” Özgürlük bayraklarını dikmişsin. Her istediğini istediği şekilde yapan, sınırlarından içeri hiç kimseyi almayan, “Burası benim alanım! Burada benim kurallarım geçer, anlıyor musunuz? Benim!” diyen biri oluvermişsin… Kah ağlayan, ama yine çok güçlü olmanın verdiği yalnızlıktan; kah gülen Sen ne kadar yalnız olduğunu, tek başına ayaklarının üzerinde durduğunu düşünsen de pek yalnız değilmişsin aslında…
 
Çevrendeki herkesin de böyle duvarları olduğunu fark edememişsin. Herkes birbiriyle duvarlarının ardından konuşuyormuş üstelik. Biri o duvardan seslenir olmuş “doğru olan budur, yanlış olan şu” diye, diğeri de kendi duvarından… Duvarların ardından sesini duyurmak oldukça güçmüş. 
?
 
Herkesin benimle derdi ne?” derken şöyle bir dışarı bakıvermişsin duvarlarından; dışarısı da pek keyifliymiş üstelik. Sen o keyfi tatmışsın. Yalnız ne zaman sana duvarlarıyla yaklaşan biri olsa, korkmuş; yeniden duvarlarının içine kaçmışsın. “Ya duvarlarıma bir zarar gelirse, ne yaparım?
 
Ne emekler verdim özgürlüğüm için, yıktırır mıyım öyle kolay?” derken bile özgürlüğünün bir başkasının sana atacağı bir adım kadarla sınırlı olduğunu görememişsin. Evet, kendi ellerinle örmüş olabilirsin, ama başkaları tarafından sana yüklenen etiketlerle savaşayım derken, duvarlarını oluşturan asıl malzemenin yine o etiketler olduğunu görmemişsin. Duvarlarının içindeyken yaptığın şey her ne ise, onu dışında da yapamıyorsan aslında özgür değilsin, çünkü o duvarın sınırlarına bağlısın” Bunca zamandır üzerine yük olan başkalarının seninle olan dertleri değil de duvarlarının ta kendisiyse?
 
“Kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyorum,” diyorsun ya duvarlarının içindeyken, koşma potansiyelini hatırlatmak istedim bir an. Bir gün koşmak istediğinde o duvarlara ilk çarpacak kişi de sen olacaksın. Canın yanar, kıyamam.
 
Diyorum ki, kaldıralım şu duvarları aradan. Yanmasın artık canımız kendimizi ifade etmek için duvarlarımıza çarpmaktan. Sessizce konuşalım anlaşabilmek için, yormayalım kendimizi, birbirimizi. Sınırları kaldıralım da gardımızı almadan yaklaşalım birbirimize. Alan verelim birbirimize akabilmek için. Ardımızda duvarlar bırakmadan dilediğimiz gibi koşalım; özgürleşelim…
 
Severim seni. Sen de sevsene, hadi!
?
 
 
 
 
Toplam blog
: 5
: 66
Kayıt tarihi
: 18.08.20
 
 

..