Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sevgi, aşk ve dostluk üzerine bir gönül sohbeti

Sevgi, aşk ve dostluk üzerine bir gönül sohbeti
 

Kimileri "seviyorum" der terkeder, kimileri sever ama "şartlar gereği" istemeden terkeder; kimileri hiç sevmeden terkeder, kimileri mekan değiştirmeden terkeder, kimileri de Tanrı'nın ilahi bir kararıyla terkeder. Sonuçta, terkedilenler yürekten sevenlerdir, bu terkedilişin acısını hissedenlerdir. Onun için yalnızlık çekerler. Bununla beraber, aynı çatı altında yaşayıp, çocukları bile olduğu halde birbirini sevmeyen, sevmesini bilemeyen ya da tek taraflı seven insanların dramıyla doludur terkedilmiş hayatlar. Onlar kendilerini sevenleri mekan olarak terketmeksizin gönülden terkederek onlara manevi bir sürgün hayatı yaşatırlar.

Doğruyu söylemek gerekirse, mekan ya da gönül değiştirerek terkedenleri önemli, anlamlı, sevgili, unutulmaz yapan, "onsuz olmaz" yapan hep kendi yüreğimizdir. Bizim gönlümüzde, bu insanlar bizim arzumuz ve sevgimizin gücüyle "büyük" olurlar. Peki, bu insanlar gerçekten bu sevgiye ve ilgiye layık mıdırlar? Onlari bizim hayatımızda büyüten, onların üstün insanlık ve kişilik özellikleri midir, yoksa bizim sevgiye, sevgiliye olan özlemimiz ve yalnızlıktan korkumuz, ya da sevdiğimize inandığımız insana bahsettiğimiz ama kendi kendimize yarattığımız bir hava kabarcığının içindeki kelebek ömrü misali yaşanan bir düş dünyası mıdır? Bu insanlar bizim için gerçekten gönüldaş mıdırlar ya da hayatın karmaşasında yolda kazara çarpıştığımız, aynı asansörde beraber mahsur kaldığımız, ya da aynı otobüste beraber yolculuk ettiğimiz, aynı güzergahta binmiş ama bizimkinden farklı bir istasyonda inecek insanlar mıdır? Bizim yaşamdaki görevimizle onlarınkı aynı mıdır? Acaba bu insanlar hayatımızdan çıkarken farkında olmadan ya da istemeyerek - çünkü onlar kendilerini bizim devleştirdiğimizi unuturlar ya da farketmezler- bize iyilik mi ederler? Önemli olan bu soruları sorabilecek kadar gerçekleri görebilmektir. Tanrı'nın insanoğlunun yaşamına "kader" adını verdiğimiz alın yazısını çizerken "adaletsizlik" yaptığını düşünürüz çoğunlukla… Ama aslında o, bizim hayatımızda, kapasitesi ve özel görevi nedeniyle sadece belli bir zamanda bulunması gereken ve kendisinin kaldıramayacağı bu görevi layıkıyla yapabilecek bir başkasına devretmesi gerektiği ve ötesini haketmediği gerçeğini bize haykıran, o ilahi bir adalet değil de nedir?

Sevenler ve sevmesini bilenler, sevilmeseler dahi büyümeye devam ederler. Sevme kapasitesi sadece menfaatleri ve bencillikleriyle sınırlı olanlar, kendilerini sevebilen insanların onlara yüreklerinde ayırdıkları yer kadar büyüyebilirler. Seven insan, sevdikçe İNSANLIK katında yüceleşir, verdikçe büyür, Tanrı katında melekleşir. İşte böyle bir hayat tecrübesi sayesinde DOSTLUK kavramının yüceliğinin ve içindeki sevginin anlamının farkedilmesi fırsatı doğar. İşte o an, insanın iç dünyasındaki Rönesans uyanışıdır. Devrimlerim en anlamlısı, özgürlüğe açılan bayrakaların en güzelidir. Dostluk sıradan bir kavram gibi görünmekle beraber, evrenin düzeninde ve yaşamımızda varoluş kadar bir öneme sahiptir. Karşımızdaki insanı olduğu gibi sevebilmemiz için, önce onunla ve inandığı değerlerle dost olmamız gerekiyor. Evrende de bütün cisimler arasında bir kütlesel çekim gücü vardır. Aşkta, karşımızdaki insanı olduğu gibi sevmeyiz aslinda, oldugu sekilde göremeyiz çünkü bizim gözümüzde olması gerektiği şekilde görürüz herşeyi; ona olduğu gibi değil, kendi hayal dünyamızda olması gerektiği gibi bakarız. Tıpkı çölde susuzluktan ölüme mahkumken bir vaha görmemiz gibi…

Dostlar terketmez. Ama, aşıklar terkeder. Çünkü aşk, bir sinema filmi gibidir. O filmde oynadığınız rol, film süresince vardır. Bir başka filmde farklı bir rolde olacağınız için, bir önceki rolünüzle ilginiz kalmaz. Dostluk üzerine bir aşk kurabilirsiniz. Ama aşk üzerine dostluk milyonda birdir. O tür bir aşkın temelinde az oranda bulunan başka duygularla karışmış olmakla beraber, dostluk duygusu baskın miktardadır mutlaka. Aşk, sevgi başta olmak üzere her türlü duygunun karışık bir sekilde bir araya geldiği bir manevi yoğunluk olarak çıkar karşınıza. Bu yüzden, aşkın barometresindeki ibrenin sevgiyle nefret, coskuyla öfke, iyiyle kötü, ruhla beden arasında gidip gelmesine hiç şaşmamak gerekir. Size "Bu insana neden aşıksınız?" diye sorulsa, genellikle vereceğiniz cevaba kendinizden başka kimse anlam veremeyecektir. Hatta sizin bile çoğunlukla kendi cevabınıza anlam vermekte zorluk çekme olasılığınız çok yüksektir. Çünkü böylesine karmaşık yapılı bir duygunun sizce anlamı ya da derinliği değil, sadece varolması, bir morfin gibi sizi yalnızlık denen başka bir karmaşık duygunun zindanından mümkün olduğu kadar uzun bir süre için almasıdır önemli olan. Oysa ki, çok derin bir dostlukla bağlandığınız bir insana olan sevginizi anlatmak için fazla zorlanmazsınız. Davranış ve tavırlarınızla anlatırsınız sevginizi, ona verdiğiniz değeri… Söylenecek çok şey vardır, ama sözlerin yerini bakışlar, davranışlar ve sadece sizin ikinizin konuşabildiği bir dil alır. Yıllar sonra bile, yine o kaldığınız yerden başlayabilirsiniz sohbetinize. Aşktaysa, insanlar birbiriyle bir daha o ayni dili konuşamazlar; ne kaldıkları yeri hatırlarlar ne de ne söyleyeceklerini. Çünkü aşk dinamik bir yapıdır, belli bir yoğunluk derecesinde ve etkileşim kıvamında olmak zorundadır. Duygunun olumlu ya da olumsuz olmasına bakmaksızın yoğunluk açısından üst düzeyde olması gerekir. Hangi insanoğlu nasıl bir insanüstü enerjiyle böyle bir duyguyu sürekli aynı düzeyde tutabilir ki?

Dostlukta, sevilmemek ya da kaybetmek korkusuyla karşınızdaki tarafından bir anda terkedilmeniz sözkonusu değildir. Aksine, onu siz terkettiğinizde, o da sizi zamanla terkedecektir; bazen de hic terketmeyecek ama hafızasının ve kalbinin derinliklerinde bir yere gömecektir. Onu kolayca bulamazsınız ama kolayca kaybedemezsiniz de. Aşka gelince, o, hizla girer hayatınıza ve ayrılması da o kadar anlıktır. Ama insan olarak hayatınız o hızla değişen duygu yoğunluk ibresine ayak uyduramadığı için sizi hazırlıksız yakalar ve hasta eder. İşte, o yüzden aşk virüsünün bulaştığı beden hastalığın ilerlemesiyle normal işleyişinin dışına çıkar. Beyinle kalp arasındaki kan dolaşımı ve sinir iletişim ağı farkli bir şekilde çalişmaya başlar, haberleşme ve ulaşım yavaşlar; hatta, işlemez hale gelir. Duygulu ve duyarlı bir insansanız çabuk etkilenir, çabuk yenik düşersiniz. Ancak güçlü bir irade ve sağlam bir kişilik sahibiyseniz, gerekli iyi beslenme ve bakımla kendinize gelir, bir daha da kolay kolay hastalanmayabilirsiniz. Çünkü artık bağışıklık kazanmış olursunuz. Dostluk, aslında aşk denen virüsun yatağa düşürdüğü insanı ayağa kaldıracak tek ve en güçlü serumdur. Ne tıp ilmi, ne de diğer ilimler, etkisi daha güçlü alternatif bir ilacı henüz bulabilmiş değildirler.

Dostlukta fiziki bir beraberlik ya da belli bir mekan olması gerekmez. Buna rağmen, çok yoğun bir birliktelik sözkonusudur... Gönül ve düşünce birliği dostları aşktan öte bir duygu boyutunda yaşatır birlikteliği. Ortak olan o kadar çok sey vardır ki... Belki aynı sokakta beraber yürümezsiniz, ama aynı ruh hali ve düşünceyle adımlarınızı beraber atarsınız. Yalnız olmadığınızı bilir, kendinizden emin olarak korkusuzca yürürsünüz o, yürümeğe çekindiğiniz yolları.

Dostluk, gecelerin en alaca olduğu karanlıklarda bile bazen bir Ay ışığı, bazen de bir Kutup Yıldızı’nın parıltısı olarak çıkar karşınıza. Bilirsiniz ki gökyüzünün en acımasız olduğu, karanlığın hiç gitmek istemedigi zamanlarda bile bir yolunu bulup çıkar gelir bulutlar arasından. Bilirsiniz ki, o muhakkak gelecektir ve size umut verecektir, yola devam etmeniz için. Oysa, aşk, bir Kuyruklu Yıldız gibidir. Gelip geçiverir gözünüzün önünden. Dilek tutmağa bile fırsatınız olmaz. Kırk yılda bir gelir. Ne zaman ne amaçla geldiği de belli olmaz. Onu Kutup Yıldızı’ndan ya da Ay’dan daha çok arzularsınız, çünkü hiç sizin olmamıştır. Aslinda, Kuyruklu Yıldız sadece sizin hayal dünyanızda yaşayan bir cansız oluşum. Gökyüzünde hayatınızın atmosferinden geçerken asiri isinmayla ates topu haline gelmiş bir Göktaşı’yla Kuyruklu Yıldız arasında hiç bir fark yoktur temelde. Kuyruklu Yıldız, sevmediği icin terkeder; Göktaşıysa başka çaresi kalmadığı ve zayıf karekterli olduğu için düşer hayatınıza. Küçük olanları, küçük bir yarayla atlatırsınız ama kütlece büyük olanların hasarı daha fazla olur. Dostluk, sabahları Güneş, geceleri de ya Ay ya da Kutup Yıldızı olarak dünyanızı aydınlatır… Sizi karanlıklardan ve kışın acımasız soğuğundan koruyan hep odur… Farkına bile varmazsınız onsuz yaşamın ne kadar zor ve cehennem azabı oldugunu.

Öyleyse, milyon yılda bir gelip şöyle bir yanınızdan geçecek diye beklediğiniz Kuyruklu Yıldız’a ümit bağlamak ve yaşamınızı karanlığa gömmek yerine, gecelerinizin güneşi yanıbaşınızdaki Ay’ı, en karanlık ormanda bile size doğru yolu gösteren, bilge Kutup Yıldızı’nı ve varlığıyla sizin ve çevrenizdeki bütün güzelliklerin yaşam kaynağı olan ve etrafında sizin gibi nicelerinin deli divane olduğu Güneş’e neden gönül vermediginizi merak ediyorum. Elinize, teleskopla gökyüzüne bakma fırsatı geçtiğinde, zamanınızı ve emeğinizi Halley Kuyruklu Yıldızı’nı beklemeğe ya da kovalamağa harcamak yerine, yaşamınızda bu kadar önemli yeri olan Güneş’e, Ay’a ve Kutup Yıldızı’na ayırsanız, hem kendi yaşamınıza, hem de size yüreklerini açanlara haksızlık etmemiş olacaksınız. Tanrı’nın bir mucizevi lütfu olan dostluk, bir insanın kendisine ve insanlığa sunabileceği en anlamlı ve eşsiz bir armağandır. Sizi gönülden seven ve değer veren bir insan, böyle bir armağandan başka ne isteyebilir ki? Öyleyse, yaşama başka ama olumlu bir gözle ve ümitle bakmaya başlayacağınız şu andan itibaren, sevdiklerinize vereceğiniz en güzel armağanın parayla satılmadığını ve zengin olmanıza de gerek olmadığını artık anlamışsınızdır… Yeterki kalbinizin sesini dinleyin…

Dostların ve dostlukların değerini bilerek yaşamınıza anlam katın

Ve unutmayın, dostlukta, yalnızlık, ümitsizlik ya da sevgisizlik gibi korkulara yer yoktur... Herşeyin ötesinde siz olduğunuz için, “kendiniz” olduğunuz için, yaşamdaki varlığınızla içinizde, sevilmenin dayanılmaz hafifliği vardır... Tabii ki, dostunuzun kendi gönlünde sizin için açtığı kapıya ve o koşulsuz sevgiye, siz sırtınızı dönüp gitmezseniz…

Dostların ve dostlukların değerini bilerek bir ömür yaşayın...

Ve hep dostça ve sevgiyle kalın…

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..