Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '15

 
Kategori
Yoga / Meditasyon
 

Sevgi

Sevgi
 

Yine özel bir gün... 14 Şubat Sevgililer Günü... Tüm dünya ve Türkiye bu günü kutlamakta... Ne yazık ki tüketim toplumu haline geldiğimiz için böyle özel günler alışveriş merkezlerinin ve eğlence mekanlarının daha çok kazanç sağlayacağı günler haline gelip asıl amacından uzaklaşmakta... Sadece bir gün mü severiz eşimizi, sevgilimizi, annemizi, babamızı ve arkadaşlarımızı? Diğer günlerin bu özel günden ne farkı olabilir ki? Sevgi hayatımızın anlamı, hayatın ta kendisi değil midir?
Sevgi öylesine bir enerjidir ki insan sevdikçe geliştiğini ve büyüdüğünü hisseder. Sevgi, tüm duygular içinde en özelidir, en önemlisidir. Yalnızca sevgi dünyadaki nefretin önünde durabilir. Sadece sevgi, çevrenizdeki herkesi kapsar, geliştirir, genişletir ve büyütür.
Şöyle bir gözünüzde canlandırın. Hayatınızda sevgi eksik olduğunda ne oluyor? Ne hissediyorsunuz? Ne yaşıyorsunuz? Sevgiden yoksun olduğunuzda, bir yaprak gibi kuruduğunuzu ve solduğunuzu hissetmiyor musunuz? Kendi adıma, ben öyle hissediyorum. Sanki suyum ve gıdam eksikmiş gibi oluyorum. Çürüyorum, kuruyorum ve soluyorum. Bir anda olumsuz duygular kaplıyor her tarafımı. Özellikle korku ve nefret duyguları artıyor. Sevgiden yoksun olunca korkmaya başlıyorum. Herşeyden korkuyorum. Kaybetmekten, düşmekten, düştükten sonra tekrar ayağa kalkamamaktan...
Peki ya nefret? Hani hep diyoruz ya. Hayatın zıtlıkları diye. Nefret de, sevginin karşıtı. Hayatımızda sevgi olmayınca, hemen nefret gelip yerleşiyor onun yerine. Herşeyden, hayattan, insanlardan, çevreden, dünyadan, hayvanlardan ve aklınıza gelen herşeyden nefret etmeye başlıyorsunuz sevgi duygunuzu kaybettiğinizde...
Sevgiyi kaybetmek o kadar kolay ki... Bir anlık tereddüt, bir anlık korku ve bir anlık nefret, sevgiyi kaybetmemize ve olumsuz duyguların gelip bizi esir almasına sebep oluyor.
O halde, şöyle düşünebilir miyiz? Sevgi, nefret ve korkunun panzehiriyse eğer, dünyadaki sevgi enerjisini çoğaltarak nefretin ve korkunun önüne geçebilir miyiz? Elbette!. Dünyaya, evrene sevgi enerjisi yolladıkça, sevgi enerjisini yayıp çoğalttıkça, dünyadaki nefret ve korku azalacaktır.
Peki bunu nasıl başaracağız? Önce kendimizi severek, önce kendimizi anlayarak, önce kendimizi affederek. Kendimizi affedip sevdikçe, içimizdeki sevgi enerjisi çoğalmaya başlayacak, kalbimiz daha da açılacak, kalp bölgemizi açtıkça kendimizi daha özgür hissedeceğiz, alanımız genişleyecek, dünyaya bakış açımız gelişecek ve değişecek. Yani önce kendimizi severek, tüm yaşantımızı değiştireceğiz. Ya sonra? Bize kötü davranan bir kişiye bile sevgi ve anlayış göstererek. Onları affederek, herşeyi geçmişte bırakıp, tüm olumsuz duygu, düşünce ve enerjilerin üstüne bir perde çekerek, sadece anı yaşayıp anda kalarak ve çevremizdeki herşeyi severek ve herşeye anlayış göstererek...
Biz insanlar, masum ve sevgiyle dolu olarak dünyaya geliyoruz. Çocukken içimizde korku ya da nefret bulunmuyor. Bu duygular, zaman içinde büyüdükçe ve toplum içinde kirlenmeye başladıkça oluşuyor. Toplum, bizlere kurallar koymaya başladıktan ve ceza-ödül sistemini önümüze sürdükten sonra olmadığımız biri gibi davranmaya ve rol yapmaya başlıyor, masumiyetimizi ve özgürlüğümüzü kaybediyor ve yavaş yavaş kirleniyoruz.
Çocukluğumuzu yitirmediğimizde, içimizdeki masumiyeti koruduğumuzda, kendimiz gibi davrandığımızda ve özgür olduğumuzda, ilişkilerimizde de bu ölçütleri korumaya çalışırız. Biz özgür olduğumuzda ve ruhumuzu öfke ve nefret yerine sevgiyle beslediğimizde, hayatımızda korkular ve beklentiler olmaz. İster sevgilimiz, ister eşimiz, ister arkadaşımız, isterse ebeveynimiz olsun, karşımızdakini de özgür bırakır onlara saygı duyarız. Koşulsuz severiz. Karşımızdakini "şöyle" ya da "böyle" olduğu için değil, sadece ve sadece olduğu gibi severiz ve değiştirmeye çalışmayız.
 
Çocukları gözünüzün önüne getirin... Çocuklarla bir süre yoga yapmıştım. O derslerde çocuklar ve biz yetişkinler arasındaki farkı gözlemlemeye çok fırsatım olmuştu. Çocuklar, maske takmıyordu. Nasıllarsa öyle davranıyorlardı. İçten... Hissettileri gibi. Ayıp ve günah bilmeden. Yüzünüze karşı "öğretmenim bugün çok kötü gözüküyorsunuz" ya da "öğretmenim çok yaşlı gözüküyorsunuz" gibi duymak istemeyeceğimiz şeyleri açık açık söyleyebiliyorlardı. Kısa saçlarımdan dolayı çocuklardan biri bana "öğretmenim siz erkek misiniz?" diye sorduğu bile olmuştu. Onların içinde "ayıp" ve "günah" yok. Zaman içinde biz yerleştiriyoruz bu duyguları ve düşünceleri onların zihnine... Ve kirletiyoruz onları. "Çocuğum, öyle söyleme ayıp"... "Çocuğum, böyle denmez çok ayıp" gibi... Ve toplum, sadece "sevgi" olan bireyleri zaman içinde "korku" ve "nefret" yumakları haline getiriyor.
Bu yüzden çocuk gibi olmalıyız. Korkusuz, beklentisiz, olduğumuz gibi sevmeliyiz. Severken, karşımızdakine saygı duymalıyız. Karşımızdaki kim olursa olsun, bir ilişkinin iki kişiden oluştuğunu ve her iki kişinin de yarı yarıya sorumlu olduğunu daima aklımızda tutmalıyız. Aşkta, sevgide herkes kendinden sorumlu. Önce kendimizi sevmeli ve kabul etmeli, sonra karşımızdakini değiştirmeden ve olduğu gibi sevmeli ve kabul etmeliyiz. Sadece kalbimizi açmalı ve sevgimizi karşımızdakine cömertçe ve sakınmadan vermeliyiz. Koşulsuzca ve karşılık vermeden sevmeliyiz... Eşimizi, sevgilimizi, annemizi, babamızı, arkadaşlarımızı...
 
Sevgi, sevgililer günü... Benim için her gün sevgi ve sevgililer günü... Sevgi zaten bizim ayrılmaz bir parçamız çünkü biz kendimiz "sevgi"yiz. Zihnimiz yerine biraz daha kalpten yaşayabilirsek, zihnimiz yerine kalbimizin söz sahibi olmasına izin verirsek ve sevgimizi gösterip hissettirebilirsek, günlere bir anlam yüklemeye ve sevdiklerimizi sadece bir gün hatırlamamıza gerek olmaz. Tek yapmamız gereken her gün sevmek ve sevebilmek... Her günümüzün sevgi, şefkat ve anlayış dolu olması dileğiyle... Her gün "sevgi" olmanız dileğiyle...

 
 
Toplam blog
: 201
: 432
Kayıt tarihi
: 08.05.13
 
 

Uluslararası Yoga Alliance onaylı hatha, vinyasa, yin ve prenatal yoga eğitmeni... Hayata bambaşk..