Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '16

 
Kategori
Deneme
 

Sevgili Olke

İzmir, 07.03.2014

 Merhaba Sevgili Olke,

Beni fazla bekletmeyip çabucak yanıtlamana sevindim. Heyecanlanmışsın. Hislerimizin karşılıklı olmasına da ayrıca çok sevindim.

“İnsan, insanın kurdudur.” demiş Thomas Hobbes. Bunu biz insanlar söyletmişiz. Aynen bizim bir atasözümüzdeki gibi, söyleyene bakma söyletene bak. Kim bilir adama neler yaşatıldı da bunu söyleme gereği duydu? Oysa herkes birbirine sevgi, mutluluk verseydi belki de Thomas Hobbes'ta insan insanın kelebeğidir, kuşudur diyecekti kim bilir. Sen ve ben hiçbir zaman birbirimizin kurdu olmayalım Olke. Buna her zaman dikkat edelim. Karl Marks'ta “İnsan, insanın geleceğidir.” demiş. Bu söze benzer çok söz var elbette. Bir başkası “İnsan insanın cehennemidir.” demiş. Karl Marks'ın sözü en olumlusu. Biz birbirimizin geleceği olalım. Birlikte yürüyelim Sevgili Olke. Tekrar Hobbes'un sözüne dönecek olursak çıkarlar elbette gözetilmeli; ancak bunu öncülümüz yapmak çok da erdemli bir davranış değil. Karşılıklı olarak gelişmemizi sağlayacak durumlarda çıkar gözetilmeli diye düşünüyorum. Tek taraflı ve sömürürcesine çıkar düşüncesine ise tamamen karşıyım. İnsanlar her zaman birbirinin hayatını kolaylaştırsalar, dünya daha bir yaşanılır olmaz mı Olke?

Yıllardır aklımdan geçen düşünceleri yazmamakla ne kadar yanlış yaptığımı anladım. Sana her şeyi yazmam seninle her şeyi paylaşmam da bunun için. Benim senden çıkarım dostluğun. Yazarak yaptığım terapi. Yazmak en güzel terapi bana kalırsa. Usta Yazar Sait Faik Abasıyanık şöyle demiş, “Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs,  hiddet ne me gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye kâğıt, kalem aldım. Oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”* Ne güzel de demiş. Tam da benim duygularımı dile getirmiş. Ben de yazmasam deli olacaktım. Yazmasam deliririm.

Sen de en az benim kadar yazmayı ve okumayı seviyorsun. İletişim kurabilmemiz bu yüzden kolay... Okuduğumuz kitaplar hakkında seninle konuşmalarımızda son derece yararlı... Değişik bakış açılarından olaylara bakmak, farklı algıların algılarıyla düşünmek insana beyin jimnastiği olduğu gibi yeni tecrübeler edinmesini de sağlıyor. Biliyor musun Olke, olaylara çok boyutlu bakmayı babamdan öğrendim ben. Babam hiçbir zaman sabit fikirli olmadı. Sabit fikirli olduğu konular da vardı elbette... Hepimizin var inatla savunduğumuz düşüncelerimiz. Senin de vardır. Yok mu?

Seninle, en son okuduğum, Thomas More'un Ütopya adlı kitabı hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum (Bugün de bahtımız Thomas'lardan mı açıldı ne?). Hep merak ediyordum bu kitabı. Merak ediyordum; çünkü herkesin dilinde bir ütopyadır almış gidiyordu. Bilmeden kullanmamak gerekiyor bazı sözcükleri, bazen yerine uymuyor bazen de komik duruma düşürebiliyor kişiyi. Evet, genel anlamda ütopya biliniyor; ancak ben kitabı bütünüyle merak ediyordum. Ne anlattığını kaba taslak şekliyle bilsemde dilini, yazarın nasıl anlattığını... Okumak istiyordum. En sonunda sosyoloji eğitimi almaya başladığımda, sınavların da bitişini fırsat bilerek ara tatilde internetten alıp okudum. Şu da bir gerçek ki eğer daha önce okusaydım bu kadar faydasını görmezdim. Açıkçası okurken birçok konuda şaşırdığım kadar hayal kırıklığı da yaşadığımı belirtmek isterim. Çok sevdiğim yerleri de oldu. Örneğin; altın ütopyalılar için değersiz. Kölelerinin ayaklarına taktıkları zincirler altından. Büyük bir örgütlenme var halk arasında. İşbirliği çok güzel. Saygı son derece önemli. Birlikte yapılan çalışmalar. Bir yerde toplanıp yemek yemek, yemek masalarına bile oturuş düzeni önemli. Gerçekten okunmaya değer bir eser. İş hayatından hasta bakımına kadar birçok konu anlatılmış. İlgimi çeken bir şey hiç iş kazalarına değinilmemiş olması. Acaba hiç iş kazası olmuyor muydu ya da o konuyu gereksiz mi gördü yazar? Bunu da düşünme nedenim, bizim ülkemizde yaşadığımız son derece ciddi ve önemli iş kazaları ve kaybolup giden hayatlar... Ülkemizde insana verilen değer; değersizlik! İşverenlerin çalışanlarını sömürürcesine çıkar düşüncesi. Bak yine konumuz çıkara geldi. Bu konuyu şimdilik geçiyorum. Daha sonra yine yazarım.

 Ayrıca kitapta anlatılan eş seçme şekli de çok değişik geldi. Yadırgamam yaşadığımız ülkenin kültüründen kaynaklanıyor. Ütopya'da evlenecek kişiler yanlarında yaşlı birer insanla bir yerde, bu genelde bir ev, buluşuyorlar. Eee, ne var bunda, deme bana. Açıklayacağım. Evet, şimdi açıklıyorum. Buluşma çırıl çıplak oluyor. Böylece birbirlerinden gizleyecek bedensel engeli olmuyormuş. Bana, bu bizim evlenecek kızların hamama götürülmesi adetini çağrıştırdı. Zaten bizim bu hamam sefasına da karşıyım, neden erkekleri götürmüyorlar ki? Onlar kusursuz mu diye düşünmüşümdür hep. Peki bedensel engeli olmadığını görüyorsunuz da akıl ne olacak? Onu nasıl göreceksiniz?

Neyse Olke, konuyu dağıtmadan, beni hayal kırıklığına uğratan kısımları da yazayım. Hayal kırıklığı yaşadığım konulardan birisi bu: Kölelik. Öncelikle köleliğin olmadığını düşünebilmeliydi. Kimse kimsenin kölesi olmamalı. Thomas More'un, zekasına büyük bir hayranlık duyduğumu, öngörüsünü beğendiğimi belirtmeliyim. Her yazılanı çağına göre değerlendirmek gerektiğinin de bilincindeyim; ancak bu kadar ileri görüşlü birisinin neden kadın erkek eşitliğini kısaca insan eşitliğini de düşünemediğini düşünerek hayal kırıklığı yaşadığımı söylemem gerek. Ben onu da görebilsin, onu da hayal edebilsin isterdim. Çağının çok ilerisinde olan birisi. Evet, eşitliği de önerebilirdi bu kitabında. Eşitliği göremediği gibi bir bölümünde de kadınların eşlerinden özür dilemesini ve el öptüklerini söylüyordu. Çocuklar da annelerinden özür dileyip el öpüyorlarmış. Peki ya erkekler? Onlar mükemmel varlıklar hata yapmazlar! Al sana bir erk kafası.

Kısacası Sevgili Olke, kitabı söylediğim durumlar dışında beğendim.  Sonrasında Thomas More'a da fazla haksızlık etmemeliyim diye düşündüm. Kızmaktan vazgeçtim. Ne de olsa adam 15. - 16. yy.da yaşamış kaldı ki, bizim günümüz insanlarına baktığımızda erk düşüncesinin değişmediği açıkça görülüyor. Umarım bir gün değiştirebiliriz bu düşünceleri. Ben değiştirmek için çevremdekilere çeşitli uyarılar yapıyorum. Örneğin; bir gün internet sitesinde kızına önlük ve başına örtü takmış haliyle resmini paylaşan anne kızının hamaratlığından söz ediyordu. Ben de altına, “Çocukları, bu şekilde sosyal baskı altına almayın, zehirlemeyin. Haydi, erkek anneleri! Sizlerin oğullarını da görelim, ne denli becerikliler. Sizlerden de aynı fotoğrafları bekliyorum.” yazmıştım. Hiç ses çıkmadı bu yorumuma. Eminim o ses etmeyen annelerin pek çoğu eşlerinin onlara yardım etmediğinden dert yanıyordur. Hiç yanmasınlar; çünkü eşlerinin anneleri de onların kendi oğullarını yetiştirdiği gibi yetiştirdiler. Benim annem öyle yetiştirmedi oğlunu. Bize nasıl davrandıysa erkek kardeşime de aynı şekilde davrandı. Bir günden bir güne kalkın da erkek kardeşinize hizmet edin demedi. Annem demişken bugün anneciğimin doğum günü. Kutlu olsun.

Bir mektubun daha sonuna geldik Sevgili Olke. Başka kitapların büyülü gölgesinde buluşmak dileğiyle...

 

Sevgimle...

İlknur Karacasu

 

 

* Sait Faik Abasıyanık, haritada bir nokta.

 
Toplam blog
: 12
: 109
Kayıt tarihi
: 02.09.09
 
 

İzmir doğumluyum. İzmir'de yaşıyorum. Yazı yazmayı çocukluğumdan beri çok severim. Kağıt ve kalem..