Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '12

 
Kategori
Eğitim
 

Sevgili

Sevgili
 

Sevgilim, uzun zamandır sana yazmadığımın farkındayım. Özür dileyerek başlamak istiyorum mektubuma. Senin gibisini ihmal etmek düşünülecek en son şey olmalıydı benim için. Fakat insan hali işte, arada bir yanlış yapıyoruz.  Özrümü kabul ettiğini düşünerek devam ediyorum.

Sana anlatacak o kadar şey var ki içimde, hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. Tamam, karar verdim! Sana, seni paylaşamayanların kullandığı masum çocuklarımın acılarını anlatacağım. Hani şu yaşı yirmiye gelince kaderini başka ellerin yazdığı çocuklar var ya , işte onlardan bahsetmek istiyorum. Birisi Ahmet, diğeri Mehmet öteki Mustafa beriki Abdullah…

İsimler farklı farklı fakat kaderler hep aynı. Ne olduğunu, ne için olduğu bilmediği bir soruna mahalle cahilleri tarafından gazlanarak gönderilen bu yavrular senin  varlığını bencillikleriyle kuşatmak isteyen şu üst kademe elitler için  ölüyorlar. Lütfen, bir çare söyle bu canları geri getirmek için. Çaresi yok mu? Nasıl bu kadar rahat konuşabiliyorsun. Senin olmayanın acısı seni ilgilendirmez mi? Bencilliğinden ödün vermiyorsun. Ah cahil sevgili! Keşke imkânın olsa da şu biçarelerimiz için yaktığımız ağıtlarda kaç kişi topladığımızı ve kükreyerek “Vatan sağ olsun” dediğimizi duyabilsen.

Boş mu konuşuyorum? Ateş düştüğü yeri mi yakıyor? Vatan sağolsun diyerek haykıranlar bir gün sora her şeyi  unutuyor mu? Sen ne biçim konuşuyorsun. Bizler asla ve asla hiçbir şeyi unutmayız. Hepimiz Türk askeriyiz. Vatan sağolsun diye canımızı veririz. Can vererek vatan sağ olsaydı şimdiye kadar on kez ülke huzura mı ermişti? Vatanın ölüm için değil üstünde ölüme gönderilen bedenlerin gülücüler saçarak oynamaları için mi var olduğunu söylüyorsun? Off ne kadar boş konuşuyorsun. Bu söylediklerin çok anlamsız. Daha önce hiç kimseden duymadığım şeylerden bahsediyorsun. Bu durum da söylediklerini anlamsız kılmak için yeterlidir. Sen bunları söylerken benim ne kadar acı çektiğimi düşünüyor musun?

Ah prenses! Şimdi sana şehitleri televizyonda görünce ne kadar acı çektiğimi anlatmak istiyorum. Cephanelikteki patlamada şehit olan çocukların lehimlenmiş tabutlarını görünce bir an kusmak istedim, daha sonra vazgeçtim. Sonra arkadaşlarımı aradım. Onlara durumu mu anlattım. Üzüldüler. Beraber ağlaştık. Benim için çok üzülmüş olsalar gerek sürpriz yapıp evime kadar geldiler. Sonra dışarı çıktık. Ben en güzel elbisemi giydim. Çıkarken de çok güzel bulduğum Sinem’in arkadaşına göz kırptım. Beraber o bar senin bu bar benim dolaştık. Ah ne acıklı, değil mi? Bardan çıktıktan sonra ben eve Sinem’le döndüm. Sonrasını hatırlamıyorum. Çok içmişiz galiba. Ah sevgili durumum hiç iyi değil.

Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor mu? Askerler için üzüntümü beş dakikaya sığdırırken barlarda gezintimi saatlerce mi sürdürdüm? Konumuzla ne alakası var bunun? Hem bana ne için kızıyorsun. Ömür boyu yas mı tutacaktım? Herkesin yaptığını yapıyorum.  Doğrusunu yaptığım konusunda hiçbir tereddüttüm yok. Çoğunluğun bana destek vermesi ne kadar doğru davranışlar sergilediğimi göstermiyor mu? Onun bir annesi ve babası mı var? Bunu ben de biliyorum. Ne demek istiyorsun. Onlar artık hiç samimi gülücüklere sahip olamayacaklar mı? Bunun benimle ne alakası var. Ben mi ağlattım onları? Gülücüklerini çalan ben miyim? Sevgili sen de bazen çok anlamsız konuşuyorsun. Ne yapmamı istiyorsun. Yıllarca yas tutacak halim yok. Beni eleştiren bir kişi var,  o da sensin sevgili. Bu da beni değil seni haksız kılıyor. Bu ülkede doğru yalnızlıklar, çoğunluğu oluşturan yanlışlar karşısında her zaman mağlubiyete mi uğramıştır? Ne kadar da bencilsin. Tek doğru kendini görüyor, diğer insanları yanlış olarak kabul ediyorsun. Senin yanlışın yok mu? Dur bir dakika. Bu çocuklar kimin yüzünden ölüyor? Cevabını ver bakalım? Sen ve şu meşhur bereketin fanilerin aklını başından alıyor, daha sonrada üst kademe faniler senden daha fazla yararlanmak için çocukları kullanıyor. Sonuç olarak binlerce can ölümle tanışıyor.

Sen bizim iyiliğimiz için bereketini ortaya koyarken, bizler seni paylaşmak yerine düşmanlık için mi kullanıyoruz? Herkese yetecek kadar var olan bereketin açgözlülüğümüzün kurbanı mı oluyor? Yeter bu kadar bahane ürettiğin. Suçlusun diyorsam suçlusundur. Bu kadar basit. Beni rahat bırak  ya da çözümü söyle. Çözüm halkın kendi yavrusuna sahip çıkmasında mı? Yirmi yaşında gerçekleşen ölümlere bu kadar alışmak yeni fidanların aynı kadere mahkûm olmasını mı sağlıyor?  Gözyaşlarının hesabını sorumlulardan sormadıkça, çocuklarımıza piyon muamelesi yapan zihniyete karşı durmadıkça ve bizi bize kırdıranların maşası olmamıza destek veren süper egocuları hayatımızda atmadıkça bu sorun çözülmez mi? Sevgili sen tehlikeli noktalara gitmeye başladın. Tabii senin korkun yok. Çünkü hayatta kaybedecek hiçbir şeyin yok. Fakat benim bir geleceğim var. Maaş,araba, ev vb. istiyorum. Bu nedenle de toplum ne düşünürse aynısını düşünmeli,  neye karşı çıkarsa sorgulamadan onaylamalıyım. Bu sebeple -anlayışına sığınarak- bugünden itibaren sana mektup yazmayı keseceğim. Anlayışla karşılayacağına eminim.

Not: Anlarsın ya sevgili. Bir gün şehide ağlar, iki gün dostlar arasında muhabbetini yapar daha sonra hayata dönüverir insan. Yani anlayacağın şehitler için gerçek çözümler üretmek yerine,  herkesin düşündüğüne kafa sallayarak günümü gün ederim. Şimdi sen içinden diyorsun ki; “Ey Ömer Bir gün sende askere gideceksin! Hadi sen yırttın diyelim. Çocukların gitmeyecek mi? O gün ne yapacaksın?” Çözüm belli be sevgilim. Çocuklara (başarının ve bu ülkede hayatta kalmanın en önemli ipucudur) üç maymun olmayı öğreteceğim. Üç maymunlar her devirde her yerde işin içinden sıyrılırlar. Kızma be sevgili. Bizde böyle gördük büyüklerimizden.

 
Toplam blog
: 28
: 399
Kayıt tarihi
: 10.07.11
 
 

Uzmanlık alanım yazmak ..