Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '17

 
Kategori
Deneme
 

Sevgili

Sevgili
 

 Sevgiden bahsedilir, aşktan bahsedilir. Fakat sevgili, bu mefhumların çok gerisinde kalmıştır her zaman. Aşk; tahta kurulmuş kral gibi, sevgi ise; yaveri.

Bunlara göre sevgili ise; bazen gaddar bir cellat! Aşkı değil, kendini tahta layık gören onu tahtından eden doyumsuz! Bugün hemen herkesin bir sevgilisi var! Hatta ve hatta ne yazık ki; ‘’sevgili’’ olma yaşı da çok düşük.

‘’Benim sevgilim var’’

‘’Ayrıldık aman bana ne… Yenisini yaparım!’’

‘’Biri gider, bini gelir!’’

‘’Okula yeni bir çocuk geldi gördünüz mü? Süper bir şey! (Bu arada oha olmalar, kal gelemeler falan…) Bu iri cümleler, çocuk dudaklardan dökülüyor ve yine çocuk kulaklarda öğütülüyor. Artık zihinler berrak değil. Körpe; sözlükte bir mana… Saflık; çok ama çok yabancı… Onlar için bir sevgiliye sahip olmak; paye sebebi! Belki de farkında olmadığı, sahip olduğundan habersiz; aşağılık kompleksini bertaraf bahanesi! Hatta bazı elit semtin genç hanımefendileri için bekâret sahibi olmak utanç vesilesi! Sevgi kadar sevgiliyi de dejenere ettiler! Nasıl olunduğunu bilmiyorlar ki… Sevgili olmayı bilmiyorlar. Yoksa bildikleri için mi sevgili dejenere oldu? Olmasını istedikleri bir hale soktular…

Sevgili özlenendir. Sevgili özleyendir. Sevgili; belki anne yüreğine, belki babaya, belki de bir kardeşe duyulan özlemler bütününün vücut bulduğudur… Sevgili; tam da zamanında yanı başında bulduğun kocaman, yalansız, riyasız bir omuzdur… Sevgili; çileye talip olandır. O çilekeşin ta kendisidir! Sevgiliye ulaşma çabası; özlemlerimizdir… Uzanan eli hesapsız kitapsız tutandır sevgili. Pazarlık yoktur onun yüreğinde… İncitmekten korkandır o. İncinmek pahasına da olsa incitmez… Onda hayat bulur… İçinde saklı kalmış, belki hiç hayat bulamamış çocuğa hayat vermesi için beklenen, aranandır… Bulunduğundaysa, delicesine kollanandır… İçindeki çocuğu emanet edebileceğindir sevgili… Teslim olduğundur… Seni güçlü kılan, baktığında kendini gördüğün… Aynaya hiç bakmamış bir insanın hali nasıl olursa o hali yaşatandır sevgili… Kendini bulduğundur, kendini keşfettiğin… Karşındaki öyle bir aynadır ki; ürkersin. Kendinden şüphe eder ve dersin ki; ‘’bu ben miyim?’’ ‘’Evet, sen bensin, ben de sen!’’ Mutlu musun?

Mutluluk şimdilerde aşk balonlarına üflenmiş cılız bir nefes! Bakmak, görmek…

Gerçek sevgili görendir. Sevgililiği zandan ibaret olansa; bakandır. O görmez… Zaten görmek de istemez. Görmek cesaret ister. O sadece kendinde kaybolur. Cesareti ancak buna yeter. Kendini kendine hapseder. Huzur bulamaz, huzur veremez. O hiç mutlu değildir ve mutlu edemez. Ben neredeyim?

Bu gizli soru nice şekillerde karşımıza çıkar da görmezden gelinir. Keşke her gün ve aslında her an sorabilsek… Belki hayata verdiğimiz çarpıklıklar bir nebze olsun azalır. Bugün o iri sözlerin minik sahipleri çok yüksekteler. Acı bir son hazırlıyorlar sanki kendilerine… Herkesin içinde çilekeşlik vardır. Fakat önemli olan bunun hangi hallerde ortaya çıktığıdır. Kimi, tuttuğu takımın çilekeşidir, kimi beslediği hayvanın, kimi mesleğinin… Fakat sevgili çilekeşi artık yok. Yani; insanın… Ben de ahlaksızlığın paye “vesilesi” olduğu bir zamanda ne laf ettim belki de gaf ettim.

Susuyorum!

Yani; ölüyorum. Susmak da ölmektir. Bazen düşünmek için ölürüm ben. Ve bazen gerçekten ölmeyi de dilerim. Hatta kimileri Allah’ı kastederek; ‘’sevgiliye kavuşmak’’ der… ‘’Ah ona bir kavuşsam!’’ İyi de Allah sana kavuşmak istiyor mu? Acaba doğru mu ona kavuşmayı istemeler? Yoksa teselli mi? Yoksa ölüme karşı duyulan korkuyu böylesi iddialı temennilerle bertaraf etmek mi? Bencilliklerimizden midir verilen yanlış manalar?

Ölün bazen… Ara sıra da olsa ölmeyi unutmayın. Sevgili olmayı da unutmayın. Ama olmuş olmak için olmayın. Çilekeş olun tembellere ve korkaklara inat! İnsan olun hayvandan aşağı canlılara inat… Çünkü bugün hayvanlar daha insan! Bunları yazarken, bir martının, evim bahçesine girerken bana, yavrularını korumak için nasıl da pike yaptığını hatırladım. Ne kadar da insandı… Ve yavru martılar çatıdaki bacadan düşüp öldüklerinde anne ve baba martının attıkları çığlıklar nasıl da insancaydı… Aylarca çatıda beklemiş ve ağlamışlardı… Onlar sevgiliydiler. Ve bizlere ders verir gibiydiler! Yavrularını kaybetmişlerdi. Ve birlikte çile çekiyorlardı… Çileyi birlikte çekmenin tadını çıkarıyorlardı farkında olmadan… Ne kadar da insanca çekmişlerdi o çileyi… Bizlere bakarlardı; ‘’yavrularımızı gördünüz mü?’’ der gibi… Sevgiliye hayvandan örnek vererek anlatmak ne kadar da üzücü… Ve anlatamamak…

Sevgili; kızıl yakamozlarda kaybolmuş kızıl bir gonca… Nice oltalar atıldı o yakamozlara… Tutulansa; koskoca bir yalnızlık… Kızıl goncaya ulaşmak için, önce insan olmalısın.

 

 
Toplam blog
: 47
: 145
Kayıt tarihi
: 24.10.17
 
 

Ege'li biri... ..