Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '19

 
Kategori
Öykü
 

Sevgili

        Adam geç yaşta evlenmişti. Geç evlendiği için de geç yaşta baba olmuştu.

        İnsan baba ve anne olunca çocuklarının yaramazlıklarından şikayet eder, onların sevgiye ihtiyacı olduğunu pek anlamazlar ya çoğu zaman. Bunu da torunları olduğu zaman anlar, daha duygusal olur  sanki torunları  veya yeğenleri çocuklarından  daha yaramaz sanırlar   ya da  torunlarını daha çok severek  çocuklarına yeterince zaman  ayıramadıklarının pişmanlıklarını  torunlarına daha  çok  sevgi göstererek  gidermeye çalışırlar. “Torun sevgisi bambaşka” derler. Aslında yaş ilerlemiş duygusallık artmış, çocuklarına göstermekte belki de cimri davrandıkları ilgi ve sevgi gösterme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. İşte doyuma ulaşan çalışma isteği de azalınca torunlara sevgi de artar. Ya da bu hikayeyi yazana öyle geliyor.

         Adam,  geç evlendiğinden yaşı elliyi geçmesine rağmen torunları henüz olmamıştı. Çocukları daha Üniversitede okuyan ergenlerdi. Kuşak çatışması artınca çevresinde akraba olan küçük çocuklara sevgi gösterme çabaları, aşırıya kaçma gibi, görünüyordu.

       Adamın erkek kardeşi yoktu ama kayınbiraderi vardı. Kayınbirader de kardeş demek değil miydi? Adam kayınbiraderinin Yedi ve beş yaşındaki iki oğlunu, torunları yerine koyarak seviyordu. Çocuklar köyde oturmasına rağmen adam şehir merkezindeydi. Çocuklar eve geldikçe o da köye gittikçe hediyeler götürür, çocuklarla boğuşmaktan zevk alırdı. Hatta bazen ergen çocukları “dayımın oğluna gösterdiğin ilgiyi ve sevgiyi zamanında bize göstermedin, durmadan onlardan bahsediyorsun” diye sitem de ederlerdi.

      Aslında bunlar doğal ergen sitemiydi. Kayınbiraderini kardeş gibi sevince çocukları da yeğeni oluyordu. Hatta bazen eşi bile şaka ile karışık  “ Kardeşime ve çocuklarına benden çok sevgi gösteriyorsun” der, O da eşine sarılarak  “Napayım seni sevince kardeşini de kardeş gibi sevmemek elde mi? “derdi.

       Adam çocuklara boyama kitapları, boyama kalemleri, çocuk hikayeleri  götürürdü. Bazen iş ve arkadaşları elinde bunları görünce  “küçük çocuğun mu var sanki” derler o da  “kayınbiraderin çocuklarına” dediği zaman “ sana ne kayınbiraderin düşünsün çocuklarını” dedikleri zaman  “Bu kadar bencillik yeter, kayınbirader kardeş demektir, insan kardeşinin çocuğunu düşünmeyecek de kimleri düşünecek “diye cevap verir ve sonradan eklerdi” sizin gibi geri zekalılar kayınbirader ve çocuk sevgisinden ne anlar”

        Adam çocuklara kalem, defter verir, onların da kendi gibi yazmaya çizmeye heves etmesini isterdi.

     Kayınbiraderi bir gün annesi, eşi ve çocuklar ile misafir gelmişti adama. Ömercan ve Ümit adındaki çocuklarından Ümit zeki çocuktu. Okula yaşı küçük olduğundan dolayı gidemez  ama, iyi televizyon izler, televizyondaki diyalogları da ezberlerdi nerede ise.

     Herkes yemek masasında iken adam elinde büyükçe bloknot ve kalemi Ümit’e verdi.

 Ümit:” Enişte ben okuma yazma bilmiyorum bu deftere ne yazayım ki? “ dedi.

 Adam espri severdi. Dedi ki Ümit’e:

    “Sevgiline mektup yazarsın”

     Ümit  hemen :

    “Ben küçüğüm sevgilim yok ki, ama senin sevgiline yazarım” dedi.

    Adam bu cevaba çok keyiflenmişti.

    “Benim sevgilim kim imiş?”

     Ümit daha küçük yaşına rağmen gülümsedi. Biricik halasına baktı.

      Bu zeka fışkıran cevap karşısında herkes gülmeye başladı. Adam bu zekice cevabı Ümit’e sarılıp öperek tebrik etti. Biraz Ümit ile eğlenmek istedi.

      “O’nun benim sevgilim olduğunu nereden biliyorsun?” 

        “Televizyondan “dedi Ümit, “Televizyonda herkes  sevdiği kişilere   sevgilim aşkitom” diyor, bende annemi babamı  çok seviyorum  onlara aşkitom diyorum” dedi.

        Masada herkes gülmeye başladı. Ümit’in annesi Hatice oğluna şefkatle sarıldı. Sonra Ömercan’ı öptü:

        “Bunlar yaramaz ama bunların sevgisi benim yorgunluğumu unutturuyor” dedi.

          Masada bulunanlar televizyonun çocuklar üzerine etkisini konuştular. Bol aşk, şiddet, haksızlıkları içeren dizilerin çocukların hayatına ne kadar olumsuz etki bıraktığını, bol sevgi ve şefkat olan dizilerin çocuklarına daha olumlu etki edeceği konuşuldu.

          Ömercan yemekten sonra:

          “Enişte ben okumayı öğrendim. Kitaplığında bana uygun kitapları ver okuyayım, masadaki takvimleri de bana ver. Kalemlerden de ver de güzel resimler yapayım” dedi. Ömercan’ ın bu kalem ve kitap, takvim sevgisine herkes güldüler.  Ama bir gerçek vardı ki, çocuklar okumayı da kötü alışkanlıkları da büyüklerden, televizyon kahramanlarından, arkadaşlarından görerek öğreniyorlardı.

           Kitaplarla dolu evde, çocukların daha mutlu olduğunun herkes farkına varıyordu. Kitaplarla dolu evde yetişen ve yaşayan çocukların anne ve babası olmasa bile kitapların onların yerini doldurabildiği yapılan araştırmalardan öğrenmemişler miydi? Kimse fark etmese de kitap okuyan insanlar okumayana nazaran gelişme ve bilinçlenme konusunda her zaman ilerdeydi. Bu gelişme ve bilinçlenme tabii maddi anlamda ev araba sahibi olma manasında değil. Manevi bilgi ve görgü manasında.

        Çocuklarda okuyan insanı ne kadar çok görürse akraba çevresinde onlarda okumak isteyecek buna heves edecek, bunu kısa vadede olmazsa da uzan vadede yapacaktı.

        Yemek bitmiş, çaylar içilmiş ve köye dönüş zamanı gelmişti. Ümit:

         “Burada çok kitap var. Burada çok mutlu oluyorum. Ben aşkitom halamda kalacağım bugün de. Siz gidin” dedi.

          Herkes gülmeye başladı.

      Kitaplara adeta aşık olan enişte ise  “ben demedim mi, kitap dolu ev çocukları mıknatıs gibi kendine çeker” der  gibi  eşine ve akrabalarına  bakıyordu.

 

 
Toplam blog
: 1096
: 1558
Kayıt tarihi
: 28.12.07
 
 

1967 Tokat'ın  Pazar ilçesi doğumluyum. İşitme engelliyim. İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültes..