Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '09

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Sevgiliden mektup

Büyük bir iç sıkıntısı ile uyandı Ada. Sebepsiz. Oysa gece yatağa girerken ne kadar da huzurluydu. Düşündü. Ne olabilirdi ki bu huzursuzluğun sebebi? Sonra yazdığı elektronik postayı Baran’a göndermiş olduğunu hatırladı. İçini huzur kapladı. Sevdiği adama aşkını haykırdığı mailine acaba ne yanıt gelecekti? Meraklandı. Ama acele etmedi hiç.

Güzel bir kahvaltıyla başladı güne her zaman ki gibi. Ardından bir sigara yaktı ve bilgisayarın karşısına oturdu. Yavaş hareketlerle, hiç acele etmeden maillerini açtı. Baran’dan bir mail gelmişti. “Ne güzel” diye düşündü. Gönderdiği saatten 20 dakika sonra cevap yazmıştı Baran mailine. Maili “tık”ladı. İlk cümleyi okudu ve iç sıkıntısının nedenini çözdü. Miğdesindeki kasılma sersemletti Ada’yı. Gözü ilk cümledeydi. O cümlede takılıp kaldı. Onlarca kere okudu. Anlam veremedi. Bir daha okudu, yine anlam veremedi. Durdu. Şok dalgalarının geçmesini bekledi. Sonra bir kez daha ve sesli olarak okudu, farkına varabilmek, anlayabilmek için.

“Sadece “ELVEDA’’ demesi unutulmuş (!) mailini okudum.”

Anlayamadı Ada. Şaşkın bakıyordu hala bu cümleye. Hani sanki biraz daha baksa, kelimeler bir toz bulutu olup uçacak ve o da bu şoktan çıkacaktı. Ama öyle olmadı. Ne kelimeler toz bulutu olup uçtu, ne de Ada'nın şaşkınlığı geçti. Nekadar süre ilk cümleye takılı kaldı bilinmez kapı ziliyle kendine geldi. Kalkamadı yerinden. Zil de bir daha çalmadı zaten.

Ada tüm cesaretini toplayıp maili okumaya devam etti. Her ne olursa olsun yüzleşmeliydi.

“Doğrusu duygularını ne konuşarak ne de yazarak pekiyi ifade edebilen biri olduğum söylenemez. Ama madem ki konuşamadıklarımızı yazarak anlatabiliyoruz – anlatmalıyız o halde ben de denemeliyim diyordu.” Baran.

Ada bir an Baran'a gönderdiği maili düşündü. Aşkını haykırdığını sandığı maili nasıl bu kadar yanlış anlaşılabilirdi ki?

Ve Baran şöyle devam etmişti mailine;

“O gün senin aradığını birkaç saat sonra fark ettim. (Dışarıdaydım ve dışarıdayken o telefonun sesini duyamıyorum titreşimi olmasına rağmen) Ama anlaşılan (muhtemelen) sen özellikle gördüğüm halde açmadığımı düşünmüşsün. Bunu düşünmek için doğrusu nedenin de var (çünkü senin yanında birkaç kez arandım ve açmadım). O telefonlar sana söz ettiğim ve benim tarafımdan bitmiş eski ilişkimin hala devam eden ısrarlı aramalarından ibaretti ve senin yanında açıp nahoş konuşmalar olmasını istemediğim aramalar. Her neyse aramanı gördükten sonra da işlerimin yoğunluğu nedeniyle arayamadım. Uygun olduğum zaman hemen seni aradım ve herhangi bir programım olmadığını belirttim. Ancak sonradan “Liseden olduğunu öğrendiğim” eski bir arkadaşınla oturduğunu söyleyip “zımnen” görüşmeye müsait olmadığını anladım.

Tam da bu noktada benim de sana söyleyemediğim, ifade edemediğim bir konuyu yazmalıyım. Sana kıskanç biri olduğumu söylemiştim. Bu kadar çok “arkadaş”ın beni rahatsız edebileceğini hissetmiş ama herkesin bir geçmişe sahip olmasından dolayı “birliktelikte” bunu kabul etmek dışında bir seçeneğim olmadığını da anlamıştım. Dolayısıyla böyle bir ikilem söz konusu idi benim için. “Elvedası eksik” mailin karşısında bir ikilemi bitirdin . Yaşattıkların için teşekkür ederim. Hoşça kal.”

Ada önce telefona sarılıp “beni yanlış anladın” demek istedi. Ama tekrar dönüp Baran’a yazdığı mektubu okudu. Baran nasıl olur da Ada’nın “elveda” demek istediği sonucunu çıkarırdı? Büyük bir yanlış anlamaya mı sebep olmuştu sevdiği adama aşkını anlatmaya çalışırken. Hayır dedi taaa derinlerdeki ses “HAYIR” yanlış anlaşılacak bir şey yok ki mailinde. Sen sadece “ayrılık için fırsat” yaratmışsın. Küçüldü Ada . Kendi içine gömüldü. Dışarıdan 1.75 lik boyu ile bir fidan gibi görünen Ada, bir kum tanesi gibi hissetti kendini. Baran’ın bu kadar çok arkadaş dediği hepsi hepsi 4 – 5 kişi ve tümü de kız arkadaşlardı.

Yazmak bazen tehlikeli olabiliyor demek ki diye düşündü. Ne kadar kolay olmuştu Baran için suçu Ada’nın üzerine yükleyip gitmek. Korkakça, açıklama yapmadan, kaçarak.

Ardından telefonu aldı eline ve aradı Baran’ı. Konuşmaya korkuyordu. Fakat açıklamak istiyordu. Duymak istiyordu ya da Baran'dan son cümleyi.

Baran telefona yanıt verdiğinde “merhaba” diyen sesini tanıyamadı Ada. Kendi sesi değil de başka bir sesti sanki. Kırgın, zayıf, güçsüz. Baran’ın ki ise soğuk, buzgibi.

“Mailini aldım” dedi Ada.

Sessizlik.

Sadece nasıl bu kadar yanlış anlaşıldım bunu merak ediyorum” dedi sonra.

Sessizlik.

Sanırım konuşmak istemiyorsun diye devam ederken Ada, Baran “Bunu yüzyüze konuşmak lazım. Yanlış anlaşılan bir durum yok. Uygun olduğumda ararım” dedi .
Ada sadece “Peki. Kendine iyi bak” diyebildi. Ve telefon büyük bir sessizliğe büründü Ada'nın dünyası gibi.

Ada’nın telefonu o günden sonra defalarca çaldı. Her seferinde büyük bir merakla arayan numaraya bakan Ada, Baran tarafından hiç aranmadı. Ada artık çalan telefonlara büyük bir kayıtsızlıkla yanıt veriyor. Baran’ın aramayacağını biliyor. Baran’ın ne yaptığı ise bilinmediğinden buraya yazılamıyor.

İçimizde aşkı büyütürken kendi gözlerimizi karartıyoruz. Karşımızdakini suçlamaya hiç gerek yok. Burada suç ya da suçlu yok. Belki sadece yanlış var. Ada Baran’ı sevdi, Baran Ada’yı sevmedi gerçek bu kadar basit. Peki Ada’nın yaşadığı acılar, işte gerçek olan bu. Aşk biter acı kalır.
Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın seni sevmesi şart mı? Dememiş mi koca çınar Nazım…

 
Toplam blog
: 2
: 1572
Kayıt tarihi
: 21.03.09
 
 

Yaşım 39. 9 Eylül Üniversitesi mezunu bir öğretmenim. Yazmayı seviyorum. Yazmak insanın çözülmesidir..