Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '16

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Sevgililer günü...

Sevgililer Günü…
Malum olduğu üzere 14 Şubat günü tüm dünyada ‘Sevgililer Günü’ olarak kutlanıyor. Sevgililer gününün ilginç ve kapitalist merkezli ortaya çıkış hikâyesini bir kenara bırakırsak o gün nice gençler, nice orta yaşlı insanlar ve hatta ihtiyar delikanlılar! bir kez daha bir sevgiliye sahip olmanın mutluluğunu/sıkıntısını! veya bir aşka sahip olmamanın üzüntüsünü/sevincini! hiç şüphe yok ki en derinden yaşayacaklardır. Bir kez daha birçok kişi yalnızlığını, aşkını, mutluluğunu, aşksızlığını, mutsuzluğunu ve ilişkilerini sorgulayacaktır. Bu özel günün zihinlere yüklediği özel anlam vesilesiyle nice aşklar, nice ilişkiler noktalanırken diğer yandan da nice yeni aşklar ve ilişkiler başlayacaktır…
Bu yazımda her insan için aslında oldukça önemli bir konu olan ‘aşk’ üzerine biraz düşünmek ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Aşkın ne olduğunu ya da ne olmadığını, aşkın sebebini, anlamını, diğer duygularla ilişkisini biraz açmak istiyorum…
Aşk bana göre bir kişiye/şeye karşı hissedilen sevginin aşırıya kaçması durumudur. Dolayısıyla aşkta aşırılıklar her zaman vardır ve işte bu yüzden de kontrol edilmesi son derece zordur. Aşk öylesine güçlü bir duygudur ki birçok insan aşkı uğruna tüm düzenini alt üst edebilmekte, tüm kazanımlarını yok edebilmekte, hatta cinayetler işleyebilmekte ve kendi hayatına bile son verebilmektedir. Özellikle ilk gençlik çağlarında aşk insanın hayatındaki genellikle en önemli kavram durumundadır ve adeta aşk uğruna yapılamayacak hiçbir şey yoktur!
Aşkı çözümlemeye şu soruyu sorarak başlamak istiyorum; İnsan aşık olurken karşısındaki kişinin gerçekte hangi özelliğine/özelliklerine aşık olur?
Fiziksel özelliklerine mi? Maddi gücüne mi? Kariyerine mi? Kişilik özelliklerine mi? Gençliğine mi? Farklılığına mı? Gücüne mi? Popülerliğine mi? Bilgeliğine mi? Cesaretine mi? ...
Yoksa aşk aslında dış dünya ile fazla ilişkili olmayan ve kişinin tamamen kendi iç dünyasında oluşturduğu bir duygusal oluşum mudur? 
Bu sorunun cevabı elbette her kişi için değişik olacaktır ve aşkın karmaşıklığı da zaten buradan gelmektedir. Her birey karşısındakinin farklı bir veya birden çok özelliğine hayranlık duyar ve aşık olur. Aşkın belli bir kuralı yoktur denir ve gerçekten de öyledir. Tüm bu karmaşıklığın yanında sanırım aşkın temelinde insanın en önemli zihinsel ihtiyaçlarından olan ‘sevme’ ve ‘sevilme’ ihtiyacı, elbette fiziksel ihtiyaçlarından olan ‘cinsellik’ ve ‘nesli devam ettirme dürtüsü’ ile belki de en önemlisi kişinin kendisinde olmayan ‘özelliklerin’ peşinden gitmesi hali yatmaktadır. Dolayısıyla hayatlarının en azından belli bir döneminde tüm insanlar aslında aşık olmak için kendisinde olmayan ve kendisi için oldukça önemli olan bir takım özellikleri bünyesinde barındıran kişilerin peşine düşüyor denebilir. Aşkın içinde biraz kendine güven duyma, biraz kendini başkalarına açabilme, biraz cesaret, biraz heyecan, biraz tutku, biraz kıskançlık, biraz başkalarıyla paylaşamama ve biraz da gurur her zaman vardır. 
Aşık olan insan karşısındaki kişiyi aşırı sevmek noktasına geldiğinden onu zihninin en değerli varlığı haline getirmeye başlar, her özellik aşırılaştırılmaya, abartılmaya başlanır, o kişiye adeta tapılır ve belki de böylece kişi kendisini, kendi sorunlarını unutmakta ve bir başka kişide var olmaktadır ve bu yüzden bu kadar önemlidir. Aşırılaştırma dengelenmezse sevgi veya aşk zamanla öylesine büyür, bedeni ve zihni öylesine sarar ki kişi başka şeyleri adeta görmez olur ve bu kişinin aşkı uğruna yapamayacağı hiçbir şey yoktur. İşte tehlikeli durumlar bu noktada başlamış demektir. Bu nedenle aşkında mutlak surette bir şekilde dengelenmesi gerekmektedir. 
Doğadaki en önemli yaslardan biri de ‘değişim ilkesi’ dir. Yani hayatta her şey ama her şey zamanla değişir ve başkalaşır. Kişiler değişir, ihtiyaçlar değişir, fiziksel görünümler değişir, düşünceler değişir, duygular değişir vs… Dolayısıyla aşk ta zamanla mutlak surette değişime uğrar. Bu değişim ne yazık ki aşkın her iki tarafı içinde aynı ölçüde olmadığında duygularda ve ihtiyaçlarda farklılaşmalar başlar. Böylesine farklılıklar aşkın zamanla azalması ve başkalaşması anlamını taşıyacaktır. Ve nihayetinde her zaman olmasa da genellikle en büyük aşklar dahi ayrılıkla son bulacaktır. Böylece aşkın yıkıcı ve acı veren süreci başlamış olacaktır. Bu süreçte karşı tarafı aşağılamak, hakaret etmek onu adeta sıfırlamak için gayret edilir ve böylece acının hafifleyeceği sanılır ki asla öyle olmayacaktır. Bu süreçte de seviyeli ve saygılı olabilmek asıl yapılması gereken davranıştır. 
Ayrılık süreci genelde aşkın büyüklüğü ile orantılı olarak acılı ve yıkıcı olur. Ayrılık sürecinde taraflar kendi içlerinde aşkı ne kadar güçlü yaşamışlar ise acıyı da yıkımı da aynı ölçüde yaşayacaklardır. Birlikte olunduğunda yaşanan iyi ve ya kötü her olay, her anı, her an ayrılık sürecinde defalarca zihinde yeniden yaşanır. Hatıralar bir türlü yok olmaz ve hatıralar zihinde yaşandıkça da yaşananlar asla unutulmayacaktır. Bu anlamda bazı aşklar insanların ömrünün sonuna kadar her zaman zihinde var olur ve asla unutulamaz. Eğer unutmak mümkün olmuyorsa önemli olan iyi anıları hatırlamak ve kötü anıları unutmayı başarmak ve böylece acı çekmekten kurtulmaktır. 
Ayrıldıktan sonra yeni aşklara yelken açmak genellikle aşkın acısını azaltmak için kullanılan bir yöntemdir. Ancak eğer eski aşkın izleri asla silinemiyorsa ve tam olarak silinemediyse yeni aşklar genellikle kısa süreli unutmalara ve yüzeysel ve tatmin edici olmayan mutluluklara neden olacaktır ve eski aşkın yerini hiçbir zaman dolduramayacaktır. Ayrılık acısını azaltmanın tek yolu aslında eski aşkla yaşananları zihinde mümkün olduğunca canlandırmamak ve unutmaya çalışmaktır, bunun başka bir yolu yok gibidir. 
Bütün bunların ötesinde insanın kendi içinde ve özünde aşka verdiği önemi dengelemesi veya mümkün olduğunca azaltması gerekir ki zaten sıfırlamak pek mümkün olmayacaktır, aşkta aşırıya kaçılmaması ve aşkın daha dengeli yaşanması en doğru durumdur gibi geliyor bana. Ancak her şeye rağmen iyi ki aşk var ve insanlar kendilerini aşkın kollarına her şeyiyle teslim edebiliyorlar…
Prof. Dr. Mustafa EROL
 
 
Toplam blog
: 5
: 181
Kayıt tarihi
: 17.02.14
 
 

Artvin’in Yusufeli ilçesinde 21.03.1965 tarihinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimimi Akyazı, Sak..