Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '16

 
Kategori
İlişkiler
 

Sevginin 3 hali “Eros, Philos, Agape”

Sevginin 3 hali “Eros, Philos, Agape”
 

Baktığın her yerde Aşk'ı görüp, Aşk olasın...


Sevgi ve korku; hayatımızı yönlendiren duyguların 2 hali. Diğer tüm duygular psikologların da bahsettiği gibi bu 2 uç noktadaki duyguların farklı tonlarından ibaret. Tüm diğer duygular bu 2 uç arasında salınımında bulunan sarkacın durak noktalarından başka bir şey değil.

Duygular o kadar önemli ki, ruh doğumla birlikte bedene enkarne olduktan sonra madde hayatına onu bağlayan şey duygular. Kişilik yazılımımızın kayıtlarını atan yine duygular. Yaşadığımız olaylara verdiğimiz tepkilerimizi belirleyen yine duygular...

Gelin bugün her şeyin aslında SEVGİ üstüne kurulduğu bu evrende sevginin hallerine değinelim.

Özellikle bugün sevgi üstüne yazmak için bence çok anlamlı. Çünkü bugün, 17 Aralık, yani Hz.Mevlana’nın Hakk’a kavuşmasının, düğün gecesi olan Şeb-i Arus’un yıldönümü.

Hepimiz aslında hayatımızda mutluluğu arıyoruz. Mutlu olduğumuzu da sevildiğimiz zaman anlıyoruz.

Mutsuzluk içinde kıvranan insanlar ise sevgi arayışı içinde hayatı kendilerine ve çevresindekilere yaşanmaz kılıyorlar. Kendi içsel bölünmeleri ve evrensel bütünlükten ayrılıkları sebebiyle zihnen ve ruhen boşlukta geziniyorlar. Nasıl kurtulacaklarını da bilmedikleri için çocukluklarından beri öğrendikleri standart kişilik yazılımlarının parçası olan savunma mekanizmalarının ve telafi mekanizmalarının köleliliğinde başkalarına, olaylara ve hayata robot gibi otomatik tepkiler vererek yaşadıklarını sanıyorlar.

Peki bu şekilde rüzgarın önünde yaprak misali hayat okyanusunun medcezirinde bir o yana bir bu yana savrulan insan koşulsuz, karşılıksız, beklentisiz, sebepsiz sevebilir mi dostlar?

Maalesef sevemez. Hatta koşulsuz, sebepsiz, karşılıksız, beklentisiz bir sevgiyi düşünemez bile. Çünkü ego denilen mekanizmasının onu bağımlı kıldığı maddesel dünyanın haz objelerine obsese olmuştur. Kendi obsesyonundan dolayı da diğer insanların başka türlü yapabileceğini düşünmez. Düşünse de kendini acizliğinden sıyıramaz, çünkü çok ama çok az insan dışında çevvresindeki hemen hemen herkes kendisi gibi maddesel dünyaya kendi yarattıkları putlarla bağlanmışlardır. Matrix hayatı tatlıdır onlara.

İşte bu halde yaşayan günümüzün sürü insanı sadece haz almak ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için sever.

Sever, çünkü sevgi ihtiyacını gidermek ister.

Çocuk yapar, ama biyolojik ebevenyliğin ötesine geçerek çocuğun psiko-ruhsal ihtiyaçlarıyla ilgilenmez.

Hatta ve hatta çocuğunun ego gelişim süreçlerinden bir haberdar olup çocuğun endokrinolojik olarak geçirdiği süreçteki doğal mekanizmalarına bile sinirlenip çocuğunun saf, temiz gönlünü kırar. Bilmez ki “yere göğe sığmam, lakin mü’min kulmun kalbine sığarım” hadis-i şerifi ile işaret edildiği gibi kalp Allah’ın nazargahıdır. Bilmez k,i kırdığı kalbi belki de O çok seviyordur.

İşe girer ve kendi işinde başarılı olmak için gece gündüz çalışır. Varsa yoksa iş vardır hayatında. İşte olan her şey mutluluğunu etkiler. Bir gün gelir bir anda dalganın tepesinde olan o başarılı sörfçü elindeki yeni haz objesi olan işiyle sorun yaşar ve dünyası başına yıkılır. İşte o noktada kurbanı oynar ve çevresini, hayatı suçlar.

Bir gün evlenir ve çok mutlu olur. Verdikçe almaktadır. Hatta belki de vermeden bile alacağı bir insanla evlenip, hayatı tıkırındadır. Ama zamanla hayat farklılaşır, bakış açıları değişir, iş, aile, çocuk, hayat sınavları, büyüklerin ölümü, hastalıkları, kendi bedeninin yaşlanması vs derken hayatın o bildiği tüm konfor alanlarının değiştiğini görür. Ama değişmek istemez ve direnir. Direndikçe de hayat onu zorlar. Sevdikleriyle sınar.  Eşiyle, ailesiyle, dostlarıyla... Sevgisi değişir, bir anda çünkü artık diğerleri onu sevmemektedir.

Dostlarıyla artık işinden, gücünden, ailesinden dolayı daha az görüşmektedir. Hayat kavgası içinde kendisini diğerleri de aynı sebeplerle arayamaz ama o suçlamaya başlar. Eski rakı sohbetleri, kafa muhabbetler, kankalık, maçlar yoktur artık. Değişen onlardır ve o sevilmemektedir.

Bu liste uzar da gider. Bu tür bir sevgi EROS’tur. Beşeri sevgidir yani. Beşeri olduğu için de karşılıklıdır. Her şeyin zıddı ile aşikar olduğu bu evrende zıtlar değişmeye mahkum oldukları için de bu tür bir sevgi kalıcı olamaz.

Fakat EROS’un bir ötesi de vardır ki, buna antik Yunan’da PHİLOS da derlerdi. Yani dostlukta görülen sevgi. Hayat arkadaşlarının sevgisi.

Hani o savaşa bile girseniz yanınızda olmasını üstediğiniz türden bir insana karşı duyduğunuz sevgi...

Hani o her gün görüşmeseniz bile bir dakika görüşmenin size yıllar gibi geldiği sohbetlerin yapıldığı o sevgi...

Hani birlikte uzun zaman geçirdiğinizde Şems ile Mevlana’nın hücrelerinden 6 ay çıkmadan yaptıkları ilahi sohbetlerin beşeri versiyonları gibi sabahlara dek süre o sohbetlere sebep olan sevgi...

İnsan sever çünkü sevilmek ister. İlahi aşk ve sevgi gibi karşılıksız ve koşulsuz değildir beşeri sevgi.Ama ilahi ve sonsuz olanın bir pratiğidir de. Evet, maalesef Eros’ta bir karşılık beklentili sahiplenme vardır, ama Philos’a geçildikçe gerçekten bir şeye, bir insana varlığından dolayı teşekkür, minnet, adanma, sevgi, aşk, vefa vardır. Philos’ta artık o kişinin varlığından keyif almaktan dolayı yaşanan bir mutluluk ve sevgi ortaya çıkar. Philos o yüzden Eros’tan ötededir ve hayat okyanusun büyük dalgaları tarafından yıkılması daha zordur. Eros teknesi büyük, görkemli, ve çok hızlı olmasına karşın büyük dalgalarda yıkılabilir. Çünkü maddi olana bağlıdır, hatta bağımlıdır. Philos gibi değildir. Eros insanın dünyevi olana duyduğu sevgidir. Bu sevgi de muhtaçlıktan, ihtiyaçtan gelir.

Ancak Philos Eros’tan daha ileri bir sevgi olsa dahi, Yunus Emre’nin sarmaşık kelime kökünden gelen “ışk” veyahut “Aşk” ile anlatmaya çalıştığı o İlahi Aşk’tan daha ötede değildir. Eros Aşkı bilmek ise, Philos Aşkı yaşamaktır ama hala Aşkın kendisi olmak, okyanusta erimek değildir. Okyanusa damlanın karışmasına sebep olan sevgi AGAPE’dir, yani zıddı olmayan, karşılıksız, sebepsiz, beklentisiz sevgi. Yani, İlahi sevgi.

Agape okyanustan ayrılan damlanın tekrar okyanusa döndüğünde yaşadığı sevgi ve mutluluktur. Damla okyanustan ayrıldığında okyanusun gücünü içinde taşımaktadır ve okyanus damlanın ayrılmasıyla gücünden bir şey kaybetmez. Ama damla ayrılınca okyanusa ait olduğunu, Öz’ünü unutur gider. Ne zaman kendisinin ve okyanusun aynı özden, sudan oluştuğunu anlar içinde o zaman Ulu Yaradan’ın tüm yaratıklarına karşı bir sevgi ve kabul oluşur. Gözlerinin önündeki perde kalkmıştır artık. Okyanus denen o Matrix’in özünü anlamıştır artık. Her olayda, her varlıkta ve her insanda Allah’ı görür ve artık bunu tüm genlerinde yaşar. Hayatın mesajını okur, evren ile uyumlanır hale gelir.

Ve bir an gelir ki artık kendi nefsinde yok olur. Hiç olur. Hz.Mevlana’nın dediği gibi kendi hiçliğini hissederek O’nun varlığına vakıf olur. Zıtlıkların hakim olduğu evrende her şey zıddı ile aşikardır ve insan da hiç olduğu zaman, mutlak ve sonsuz olanın varlığını anlar. İşte o an öyle bir şey olur ki, insan kendi fakirliğini ve acizliğini hisseder. Kendini binlerce yıldır evrenin merkezine koyan insan, bilim yolunda kat ettiği o muazzam başarılarla BEN diyen insan, artık kendisinin olmadığını, her şeyin bir yanılsama olduğunu, yaşam tiyatrosunda kendi oyununu yazan bir oyuncu olmasına karşın bu tiyatronun sahibi ve oyunun editörü olmadığını anlar.

Ancak bu bir acizlik değil, okyanusun ait olduğu Öz’ünü hatırlasından gelen bir mutluluk ve Aşk’tır. Philos’ta çokluktaki tekliği (e pluribus unum) tecrübe eden kişinin artık tüm genlerinde, her aldığı nefeste bu tekliği yaşamasıdır AGAPE, yani İlahi Aşk.

Damlanın okyanusa karışması, kendi nefsinden vazgeçmesidir bu. Yine Hz.Mevlana’nın bal içine düşen arı ile remzettiği gibi arı balın içine düştüğü zaman artık hareket edememe halidir. Artık arının tüm hareketleri balın hareketleri olmuştur. Ancak arı hala arıdır ve ortadan kaybolmamıştır ama artık teslimiyet ile balın hareketine uyumlanmıştır.

İşte Aşk-ı İlahi’yi yaşayan insan da artık O’nun gözü, eli olur. O insanın sesi, O’nun sesi, sözleri O’nun sözleri olur. Bu hikayeyi arının içine düştüğü bala mecburen uyumlanması olarak değil de hikayenin manasına bakarak olursanız çok şey ifade ettiğini görürsünüz.

EROS Leyla ise, AGAPE Mevla’dırkısacası. EROS, yani beşeri aşk, ilahi aşkın tatbikidir.

AGAPE Leyla’dan Mevla’ya geçmektir. Yani, çapayı Mutlak, Bir, Bütün ve Tek olan Allah’a atmaktır. Her varlıkta, her olayda, her insanda O’nu görmek, Yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmektir. İşte bu öyle büyük bir sevgidir ki, öğle günesi gibi ışığı tüm gölgeleri aydınlatır. Tüm kusurlar ortada kalkar.

Her şeyin sevgi ve ışık olduğu, her olayın kişiyi tekamül ettirmek için olduğu bu dünyada, her şey hayırdır, her şey güzeldir.

Ancak Leyla’dan Mevla’ya geçmek, tüm yaşamı terk edip geride bırakmak değildir. Dağda bir mağarada ermek değildir. Şehrin ortasında, tam da göbeğinde, tüm hayat sınavları, acı ve ıstırapları içinde aşkı bulmaktır. Leyla’yı bırakmadan ama putlaştırmadan Mevla’ya geçmek demektir.

Dilerim ki, hayatı sunduklarını putlaştırmadan koşulsuz, sebepsiz, karşılıksız severek cenneti yaşarken bu dünyada tesis edebiliriz.

Sevgiler,

Kenan Kolday

 

https://twitter.com/Naacel

https://www.facebook.com/public/Kenan-Kolday

https://instagram.com/naacel/

http://naacel.blogspot.co.uk/

http://www.felsefetasi.org/author/kenan-kolday

 

İlgili yazılarım

Bu Dünya’da cenneti yaşamak http://blog.milliyet.com.tr/bu-dunya-da-cenneti-yasamak/Blog/?BlogNo=433936

Cenneten kovuluş sadece elma yemekle olmadı http://blog.milliyet.com.tr/cennetten-kovulus-sadece-elma-yemekle-olmadi/Blog/?BlogNo=512792

Cennet AN’da saklı http://blog.milliyet.com.tr/Cennet__AN_da_sakli/Blog/?BlogNo=472100

Kesintisiz mutluluk http://blog.milliyet.com.tr/-mutluluk--paketleri/Blog/?BlogNo=536343

Bir mutluluk tarifi 1 http://blog.milliyet.com.tr/bir-mutluluk-tarifi---1nci-bolum--/Blog/?BlogNo=489267

Bir mutluluk tarifi 2 http://blog.milliyet.com.tr/bir-mutluluk-tarifi--2nci-bolum-/Blog/?BlogNo=491244

Bir mutluluk tarifi 3 http://blog.milliyet.com.tr/bir-mutluluk-tarifi---3ncu-bolum--/Blog/?BlogNo=491772

Mutlu insanların yaptığı şeyler http://blog.milliyet.com.tr/mutlu-insanlarin-yaptigi-seyler/Blog/?BlogNo=499198

 

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..