Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '16

 
Kategori
Anılar
 

Sevginin aşamayacağı engel yoktur

Sevginin aşamayacağı engel yoktur
 

Bundan dört yıl kadar önceydi. Adana’da tezkere bırakıp İstanbul’a dönmüş ve bir süre iş aradıktan sonra kendimi nihayet mutlu hissettiğim bir alanda, ülkenin en önemli marka zincirine halka olmuş bir kitabevinde bulmuştum. Evet, pekiyi maaş aldığım ve merkez yöneticilerden öyle pek hoşgörülü davranışlar gördüğüm söylenemese de kitapların içinde olmak, onlarla devamlı temasta bulunmak, bir bakıma kokularını içime çekmek bile bana bunca olumsuz ayrıntıyı unutturuyordu.
 
Burada kitapçılık üzerine uzun uzadıya bir tanıtım yazısı yazmak niyetinde değilim. Aslında böyle bir giriş hiç fena olmazdı doğrusu, ama kısa yazıları bile okumakta üşengeçlik gösteren insanlarımızı dikkate aldığımda uzun bir yazıya şöyle bir dönüp bakmayacakları aşikâr. Bu yüzden onun yerine hatırımda kalan bir anıyı sizlerle paylaşarak en azından sizleri de kendi zihnimde canlanan bu hatırata ortak edeyim;
 
Sadece bizim meslekte değil, işi alışveriş üzerine kurulu her meslekte belli bir rutinlik içinde seyir eder bu durum; Müşteri gelir, ihtiyacı olan ürünü alır ve size ödemesini yaptıktan sonra mağazanızdan ayrılır. Onu, eğer işiniz rast gidiyorsa bir başka müşteri takip eder. Belki de topluca gelirler, neyse… İşte o günlerde asla unutamayacağım genç bir müşterim geldi. Fakat onu diğer sağlıklı insanlardan ayıran önemli bir fiziki dezavantajı vardı. Bacaklarını oynatamadığı için tekerlekli bir sandalyede oturuyor, kollarını ise güçlükle hareket ettirebiliyordu. Henüz on beş ya da on altı yaşında olmalıydı. Başında yabancı bir basketbol takımının şapkası vardı. Temiz yüzlü bir delikanlıydı. Çenesi hafifçe yana eğilmiş, dudakları ise büzülmüştü. Bana taraf yaklaştığında dikkatimi ondan alıp, yanı başında ona refakat eden orta yaşlarda bir kadına ve erkeğe yönelttim. Eğer tahminimde yanılmıyorsam onların bu gencin anne ve babası olma olasılığı yüksekti.
 
‘Kolay gelsin delikanlı.’ diye bana selam verdi gencin babası.
‘Teşekkür ederim.’ diyerek malum karşılığımı verdim. ‘Hoş geldiniz.’
Genç delikanlıya bakıp, ‘Hangi yazar demiştin oğlum?’ diye sordu adam.
Ağzında bir şeyler gevelemeye başlamıştı. Ne dediğini anlamıyordum. Sadece fiziki yönlerini değil, aynı zamanda duygularını, düşüncelerini ve isteklerini dışarı yansıtan konuşma özgürlüğünü de müşkül bir sessizlikte yitirivermişti. Benim anlamakta güçlük çektiğim kelimeleri babası şakkadak anlayıvermişti.
 
‘Yabancı bir yazarın kitaplarını istiyor.’ diyerek bana baktı. ‘ İsmi, Stephen Hawking.’
O anda gözlerim genç delikanlının elini sıkıca tutan kadına kaymıştı. Yüzünde hoş bir tebessüm vardı. Belli ki oğlunun yarattığı sıkıntıları mazur görüyor, onunla ilgilenmekten asla gocunmuyordu. Sevgisini ise kenetlenmiş bu iki elin yarattığı bağda kendimce görebiliyordum.
 
‘Var mı sizde kitapları?’ diye sordu adam. ‘Bizimki bilime biraz meraklıdır da.’
‘Tabi, hemen bakıyorum.’ deyip, söz konusu yazarın kitaplarının bulunduğu rafa gittim.
 
Kitapları bir iyice didikleyip, yalnızca iki kitabını bulabildim. Bunlardan biri, ‘Büyük Tasarım’, diğer ise ‘Zamanın Kısa Tarihi’ isimli kitaplardı. Onları babasına teslim ederken, kitapların yazarı aklıma gelmişti. Evet, bu büyük bilim yazarı da gençliğinde yakalandığı amansız bir hastalık sonucu tıpkı karşımdaki bu genç delikanlı gibi tekerlekli bir sandalyeye mahkûm olmuş, sözcüklerini ancak teknolojik teçhizatların yardımı ile etrafında toplanan insanlara duyurmaya çalışmıştı. Bunca olumsuzluğa rağmen bilime olan sadık bağın eseri ise elde duran şu kıymetli kitaplardı işte. Belki de bu genç delikanlıyı bilime götüren bu şahane yolu da bu İngiliz bilimci açmış, ona kimsenin yapamayacağı mükemmel bir motivasyon aşılamıştı. Kim bilebilir! Her hangi bir romanın her hangi bir cümlesi bile bir insan hayatını baştan sona değiştirmeye vesile olmuyor muydu zaten?
 
Kitaplarını, oyuncuklarına kavuşmuş bir çocuğun neşesi ile teslim aldıktan sonra yine bir şeyler söylemeye çalıştı. Tercümesini babası yaptı:
 
‘Son olarak da Turgut Uyar’ın bir şiir kitabını istiyor. Öğretmenine hediye edecekmiş de.’
Hiç vakit kaybeden bu kıymetli şairimizin kitabını da getirip verdim.
 
Genç delikanlı elini kaldırıp, kalemi sembolize eden bir hareket yaptı. Bu defa babasının araya girmesine gerek kalmamıştı. Bir kalem istediğini anladım ve hemen ona bir kalem uzattım… Kitabın kapağını kaldırıp, güçlükle de olsa sayfasına bir şeyler yazıp kapağını kapattı ve kitabı bana uzattı.
 
‘Hediye paketi yapabilir misiniz?’ diye sorarak annesi ilk kez söze girdi.
‘Tabi ki.’
Kitap için güzel bir hediye paketi yaptıktan sonra ürünleri teslim ettim. Artık alacaklarını alıp, gerisin geriye dönebilirlerdi.
Tam da o anda genç delikanlı parlak gözlerini bana dikip, hafifçe gülümsedi. Kısır dilinden şu sözcük döküldü;
‘Teşekkür…’
 
Aynı gülümseme ile bu özel müşterilerimi yolcu ettim ve bilime gönül vermiş bu genci düşündüm. Kendimi de katarak dünyadaki sağlıklı insanların niçin bir türlü mutlu olamadıklarına kafa yordum. Hayatı boyunca bir başkasının yardımına muhtaç bu çocuğun gözlerinde hâlâ parıltısını koruyan muazzam bir ışık vardı. Oysa çoğu sağlıklı insanın gözlerinde karanlığın renkleri canlanıyor, konuşan dillerinden ise genelde karamsarlık dökülüyordu. Sonra anladım ki bir insanı sağlıklı ya da sağlıksız kılan şey bedeni değil. Hayır, hayır kesinlikle değil. Bir insanı insan kılan yüreğinin sevgisi ve zihninin berraklığıdır. Evet dostlarım. Ben bu engelli delikanlının son derece sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü gözlerindeki o canlı ışık beni kendisine ziyadesi ile kıskandırmıştı.
 
Aradan yıllar geçti. Ben artık bir kitapçı değilim ve o gencin şu an neler yapmakta olduğunu bilmiyorum. Fakat bir temennim var. O da şu ki, dilerim bilimin ışığında biz karanlıkta kalan insanlara ışık olur. Bize yol gösterir. İnsanlığa en güzel hizmetini sunar. Ve ben bunun mümkün olabileceğine yürekten inanıyorum. İnsan eğer bir şeyi çok istiyorsa ona ulaşmasını engelleyen hiçbir şey yoktur. Evet, hiçbir şey yoktur. Hem ne demişler; sevgi denilen şey her zorluğu aşacak kadar kudretlidir. Yeter ki yüreklerimizden sevgiyi ve doğruyu/güzeli/haklıyı isteme arzusunu eksik etmeyelim…
 
6 Ağustos 2016
İstanbul
 
Toplam blog
: 27
: 732
Kayıt tarihi
: 21.06.10
 
 

Edebiyat, edebiyat, edebiyat....  ..