Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '08

 
Kategori
Eğitim
 

Sevgisiz paralı çocuklar

Sevgisiz paralı çocuklar
 

Ne öğrencilik hayatım boyunca ne de öğretmenlik mesleğimde öyle bir okul görmemiştim. Hani şu çılgın lise tabiri tam da o okul için söylenebilirdi. Görüşmeye gittiğimde okul müdürü öğrencileri sınıfta tut yeter demişti. Nasıl yani diyordum, ne öğreteceğim neler anlatacağım sorulmuyordu sadece öğrencileri sınıfta tut, onlara hakim ol yeter deniliyordu.

İlk dersim 10. sınıflaraydı. Derse girdiğimde önce bir “ooooo hocaya bak” diye sınıfın koro halinde söylediği bu sözle karşılaştım. Sustum ve hepsine bir göz gezdirdim. Yaz tatilinden yeni dönmüşlerdi, daha o tatil havasını üzerlerinden atamadıkları belliydi. Bronz tenlere yapılan ağır makyajlar, hızmalar, dövmeler görünsün diye katlanan tişört kolları, ayaklarını uzatarak oturmalar , daha bir çok detay onları toparlamak için uğraşmam gerektiğini gösteriyordu. Kendimi tanıttıktan sonra neler anlatacağımı nasıl ders işleyeceğimi anlattım. Daha sözüm bitmeden, sınıfta her kafadan bir ses çıkmaya başladı.


- Her gelen öğretmen ders anlatma, bir şeyler öğretme isteğiyle geliyor ama siz unutun bunları

- Eğlence dersi bu ders bırakında takılalım kafamıza göre, bize bir şey öğretmeye çalışmayın, öğretemezsiniz…

- Hoca, hoca!!! Var ya bizim hepimiz en az üç okuldan atılmışız, anlayın artık!

- Hocam ya siz kaç yaşındasınız, aynı yaşta sayılırız , takılmayın öyle öğretmen gibi

- Hocam çok güzelsiniz, nişanlanalım mı ?


Sınıfta gülüşmeler, şarkı söylemeler, bana saçma- sapan sorular soranlar…

“Eyvah!” dedim “Eyvah!”… Okul müdürünün “onları sınıfta tut yeter” sözünü şimdi daha iyi anlıyordum. Otoriteye karşı tepkiliydiler, arkadaş olmalıydım onlarla, onları dünyasını anlamaya çalışarak hedefime ulaşmalıydım. İlk dersimizde tabiri caizse geyik muhabbeti yaptık. Öğrencilerin sorularını ne kadar saçma da olsa dinledim ve cevap verdim, lise yıllarımı anlattım. Onların isteklerini anlamaya çalıştım.

Hepsi, maddi olarak hiçbir problemi olmayan çocuklardı. Aslında tek dertleri sevgi ve ilgiydi. Çoğu parçalanmış ailelerin çocuklarıydı. Hikayelerini öğrendikçe onların bu asi, saldırgan, söz dinlemez tavırlarını daha iyi anlıyordum. Mesela bir öğrenci evde yalnız yaşıyordu. Anne ve babası ayrıydı , anneyle kalıyordu fakat anne eve pek uğramıyordu, öğrenci evde hizmetçileriyle kalıyordu. Bir tanesi halasıyla kalıyordu ve Dubai’deki annesiyle msn’de yazışmak için benden izin istiyordu. Yine anne babası ayrı bir öğrencim, annesinin yaptığı üç evlilikten sonra iki üvey kardeşi, üvey babası ve annesiyle yaşıyordu. Babamı çok özlüyorum ama benimle görüşmüyor, Bodrum’da yaşıyor, sürekli içiyor diyordu. Bir öğrencinin babası hapishaneydi ve sanırım tanınmış bir mafyaydı. Anne babası doktor olan bir öğrencim, sürekli Kurtlar Vadisi’nin replikleriyle konuşuyor Sedat Peker’in yeğeni olduğunu söylüyordu. Ailesiyle konuştuğumda öyle bir şey olmadığını, çocuklarıyla fazla ilgilenemediklerini itiraf ediyorlardı. Daha neler neler yani…

Bir gün 10. sınıftan bir erkek öğrencim yanıma geldi ve “hocam evlenmek istiyorum, lise bitsin hemen evleneceğim” dedi. Evlenmek için neden bu kadar acele ettiğini sordum. “Bir yuva sıcaklığına ihtiyacım var, bir yuvam olsun istiyorum” dedi. Donup kalmıştım. Bu çocuklara kızmaktan çok acıyordum tanıdıkça. Parayla şımartılanlar en fenasıydı. Derse girdiğim bir gün öğrencinin biri bilgisayar monitörünü kaldırmış ters çeviriyordu. Ne yapıyorsun sen dediğimde “Amaaan hocam parası neyse öderiz “ dedi. Ben de senin paran bu sınıfta geçmez arkadaşım , o bilgisayarı bulamayan kaç tane senin gibi insan var bu ülkede biliyor musun dedim. Herkesin var ki dedi. Yani bütün insanları kendileri gibi biliyorlardı, aşağı bakmayı hiç denememişlerdi bile…

Bu gençlere bir şeyler anlatmak zordu hem de çok zordu… İnsanın çıldırdığı anlar oluyordu ama sabır imdadıma yetişiyordu. Yine iştahla ders anlattığım bir gün, derse katılmayan , başka şeylerle uğraşan bir öğrencime neden dinlemediğini sorduğumda aldığım cevap ; “Bunları öğreneceğim de ne olacak neden boşuna kendimi yorayım ki, benim bilgisayarla ilgili her işimi sekreterim yapar” oldu. Hiçbir sorumluluk duygusunun verilmediği, üretmenin güzelliğini bilmeyen, sadece tüketen, her şeyin önlerine hazır getirildiği, cebi dolu, beyni boş, yüreği sevgisiz bir gençlik vardı karşımızda. Ve çok değerli bir öğretmen arkadaşım, bir gün öğretmenler odasında tartışırken bu çocuklar için dedi ki:

“ Arkadaşlar, işin enteresan tarafı, yetiştirilme tarzını beğenmediğiniz, eleştirdiğiniz bu çocuklar maalesef paranın gücüyle ileride çok önemli yerlerde olacaklar ve bu ülkeyi yönetecekler dedi. O nedenle öğretmekten çok eğitmeye ve verebildiğimiz kadar iyi davranışlar, insani duygular vermeye çalışalım” dedi… Ve işte son nokta!

 
Toplam blog
: 70
: 863
Kayıt tarihi
: 18.01.08
 
 

Eğitimci, yazar... Denizin Üvey Kızı ve Hayalbaz şiir kitaplarının şairi... Bilgisayar öğretm..