Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '09

 
Kategori
Deneme
 

Sevgiyi paylaşabilmek

Sevgiyi paylaşabilmek
 

Başlangıç zor gibi görünür ancak bir yerden başlıyor herşey... Ne de olmazsa herşeyin bir ilki vardır! Şu an ne yazsam satırlara diye düşünürken, insanoğlunun ne istediğini bilmemesinden dolayı kendi hayatlarını ve çevrelerindeki bireylerin hayatlarını nasıl etkilediklerini yazmamın bana huzur vereceğini düşündüm. İnsanların çoğu ne istediklerini bilmediği için ve bu çoğunluk “toplumsal değer yargısı” olarak her birimizin hayatına etki ettiği için genç, yaşlı, bayan ya da erkek olmak bazen hayatımızı çekilmez yapabiliyor.

Bir söz vardır. “Ne istediğini bilmeyen, bulduğunun da değerini bilemez.” Gerçekten anlamlı ve düşündürücü bir ifadedir. İnsanların beklentileri ve beklentilerinin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi nedeniyle yaptıkları davranışlar çoğu zaman tutarsızdır. İnsanoğlu kendisi için her zaman en iyisini, en güzelini ister. Ancak nedense sözkonusu olan çevresindeki paylaşımda bulunduğu bireyler olunca aynı duyarlılıkla hareket etmeyebiliyorlar. Aslında tüm bunlar çelişkilidir. İnsanlar sevilmeyi, değer görmeyi, huzurlu ve mutlu yaşamlarını sürdürmeyi arzu ederler. Ancak tüm bunların karşılıklı paylaşımlarla olabileceği gerçeğini gözardı ederler. Oysa sistemde; ailede de, işte de, aşkta da, eğitimde de... karşılıklı paylaşım vazgeçilmez bir unsurdur. Sevgi, güven, saygı, hoşgörü, bilgi... paylaşımlar adım attığımız her yerde, yerden göğe kadar hayatımızın bütünleyici parçasıdır.

Yaşam devam ettikçe, paylaşımlar arttıkça ve tecrübe edindikçe zihnimizde her adımda bir soru daha beliriyor. Yeni insanlar tanıdıkça, hayata bakış açımızda ve algılama tarzımızda da etkileşimler ve değişimler yaşanıyor. Yaşadıklarımızdan ders alarak zaman içerisinde yürüdüğümüz yolda karşımıza çıkacak diğer tüm yaşanacaklar için tecrübe ediniyoruz. Hayatı yaşayarak öğreniyoruz. İnsanoğlu yaşadığı sürece sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmeyi hedef alarak yolunu çiziyor. Herkesin huzurlu ve mutlu yaşama anlayışı birbirinden farklı olabiliyor. Benim bu yazıda genel çerçeve olarak çizeceğim tablo “sevgi” üzerine olacaktır. Günümüzde küçüğünden, büyüğüne herkesin dilinde “sevgi” gezinip durmaktadır. Hatta enteresan şarkı sözleri ile “sevgi markette, sevgi pazarda, sevgi kasapta, sevgi okulda, sevgi her yerde” sevda dile düşmüş kimin umrunda! şeklinde kinaye yapılarak sevginin ne kadar baside indirgendiği vurgulanmaktadır...

Sevgi nedir?
İnsanoğlu ne istiyor?
Beklentisi nedir?
Yaşamının anlamı nedir?
Güven duyma hissini neden paylaşmak ister?
Neden İnsanoğlu yanında kendisini anlayacak, hayatı paylaşabileceği birisini arzu eder?
Sevmenin, sevilmenin yaşı var mı?
Sevmenin yaşı yoksa neden 70 yaşındaki birisi evlenince bu olay oluyor?
Neden insanlar “toplumsal değer yargıları” nedeniyle hayata küsüyorlar?

Sorularımızın ve arzu edilenlerin sınırı yok ki! Aslında ortak noktamız sevgidir. Yaşımız kaç olursa olsun; ister yedi yaşında bir ilkokul öğrencisi olunuz, isterseniz seksen yaşında bir emekli olunuz içimizdeki en kutsal duygu “Sevgi”dir. Sevgi insanı hayata bağlayan, kendisini değerli hissetmesini sağlayan güçtür. Bir insan kendisiyle ilgilenen, kendisini düşünen ve önemseyen birisinin varlığını hayatında hissettiği anda içini huzur kaplar. Yaradılışımız gereği sevmek ve sevilmek ihtiyacımızdır. Gözlerimizin derinliğinde bir çift gözü karşımızda gördüğümüzde iki ayrı bedende bir ruhtur hissedilen. Bazen sımsıcak bir sarılıştır, bir busedir gönlümüzü uyandıran. Kendimizi yalnız hissettiğimizde kapkaranlık bir odada gibiyizdir. Oysa sevildiğimizi hissettiğimiz anda ışık süzülüverir kalbimizin kararan loş odasına. An gelir başımızı bir omza yaslamak isteriz. Yapayalnız, gecenin karanlığında sımsıkı sarılıp yalnızlığımıza ortak edebileceğimiz kolları ararız yanıbaşımızda. Yaşımız kaç olursa olsun yalnızlığı hissettiğimiz anda boynu bükük masum bir çocuğuz o anlarda.

İnsanın zihninden neler geçer, neler neler ister de hayat hep istediklerimizi mi sunar bizlere! Herkesin arzu ettiği sevgi, aşk ve tutku aynı mıdır! Mümkün mü ki bu düşünce... Bana göre mümkün değildir. Çünkü herbirimiz farklı duygu ve düşüncelere sahibiz. Burada vurgulamak istediğim konu, yaşımız ne olursa olsun “sevgi” için ki “sevgi” bizi hayata bağlayan en sihirli güçken biz nasıl davranıyoruz. Örneğin toplumun değer yargılarına göre yaşımızı sevmeye engel görüyor muyuz! Bu sorunun cevabını düşündünüz mü? Belki gün gelecek hayat arkadaşlarımız yanımızda olmayacak! Bir şekilde istemediğimiz halde zamanı ve mekanı bilmediğimiz bir “ölüm” gerçeğimiz var. Doğduğumuz gibi, öleceğiz de... İnsanların çoğu özellikle de yaşları nedeniyle, toplumun değer yargılarından ve baskısından dolayı hayata küsüyorlar ve mutsuz oluyorlar. Sevmenin ve sevilmenin yaşı yoktur. Sevgi de, aşk da, tutku da cesaret ister! Yürek ister! Bunun ne yaş ile ne de cinsiyet ile bağı yoktur. Hayat oturduğumuz yerden mutluluğu sunmuyor ki! Bir insanı tanımak için zaman geçirmek ve paylaşımda bulunmak gerekiyor. Tanımadığımız birisini sevebilir miyiz! Ona tutku ile bağlanabilir miyiz! Mümkün mü? Bilmiyorum ama aklım ve mantığım hayır diyor. Yaş ya da cinsiyet... Ne yazık ki toplumumuzda belki de ada toplumu olmamızdan ötürü yıllardır süre gelen ve aşılamayan değer yargıları çoğu zaman bizleri olumsuz etkilemektedir.

Bireyler ilk olarak iletişim ile uyumlu olup olmadıklarını değerlendiriyorlar. Zaman geçirdikçe ve birbirlerini tanımaya, algılamaya başladıkça zaman geçirmekten keyif alıp almadıklarını, huzurlu olup olmadıklarını ve bu birlikte paylaşımların kendileri için ne anlam ifade ettiğini muhakeme ederek kendilerini sınamaktadırlar. Belli bir süre sonra taraflar arasında duygusal bağ kurulmakta ve daha fazla zaman geçirmeyi arzulamaktadırlar. Ya da birbirleri için hayata farklı bakış açıları olduğuna karar vererek görüşmeme ya da sık görüşmeme kararı da alabilirler. Hal böyleyken kaç tane yetişkin bu bilince sahiptir! Anne ya da babalar, ya da gençler çevrelerindeki yaşça büyük olan kimselerin bu iletişimine karşı ne kadar bilinçli ve duyarlı yaklaşabilmektedirler! Ne zaman ki bir erkek ve kadın bir araya gelir ve zaman geçirir bunun sonucunun duygusal bir bağ olmasını beklemek mantık dışıdır. Zaten bu düşünce mümkün değildir. Paylaşımlar arttıkça ve bu paylaşımlar taraflara huzuru ve mutluluğu beraberinde getirdiği sürece bağlılık ya da sevgi dediğimiz bağ oluşmaya başlayacaktır. Zamanla bu sevgi bağı yoğunlaşarak aşka ve tutkuya dönüşebilmektedir. Bunun da mümkün olması tarafların birbirlerine karşı benzer sevgi, ilgi, saygı ve duyarlılıkla yaklaşmasıyla mümkün olacaktır. Bu duruma beklentileri karşılamak da diyebiliriz...

Etki ve tepki olayı! Tüm etkileşimler zamanla hayatlarımıza yön vermektedir. İnsan yaşarken bir davranışı yaparken diğer adımı da düşünerek öngörmeye uğraşmalıdır. Ya da konuşurken, düşünerek konuşarak karşı tarafta yaratacağı etkiyi önceden öngörebilmelidir. Ana-baba, nene-dede ya da evlatlar olarak herbirimiz çevremizdeki erkek ya da kadın yetişkin insanların sevme ve sevilme gibi hayat ile temel bağ kurdukları “kutsal sevgi” için toplumun değer yargılarından sıyrılarak onlara destek mi oluyoruz yoksa iletişimi ayıp sayıp doğru seçimler yapılmasına, ortak mutluluğa engel mi teşkil ediyoruz!

Doğarız, büyürüz ve ölürüz.. Seven bir eş ruh, huzurlu ve mutlu bir beraberlik ve sevgidolu bir yaşam. Bir insanın ne istediğini bilmesi isteklerinin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Hayatta her istediğimiz olmuyor ki! Zaten sevdiğimizin bizi sevmesi, ya da bizi sevenin bizim onu sevmemiz anlamına gelmeyeceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Belli bir yaşa geldikten sonra erkek ya da kadın ne ister? Doğumumuzla birlikte aile içerisindeki eğitim ve terbiyeyi, okul eğitimi ve etkileşimi takip ettikten sonra sosyalleşme ile iş hayatının ardından erkek ya da kadın zaten hayatta birtakım birşeyler yaşamış ve tecrübe edinmiştir. İnsanoğlunun beklentileri üç aşağı beş yukarı benzerdir ancak bu beklentileri için yaptığı davranışlar ve dile getirdiği sözler tutarsız olunca o zaman dengeler bozulmaktadır. Herkes kendisine davranılmasını istediği gibi davransa ve çevresine o gözle bakıp algılamaya çalışsa dünya güllük, gülistanlık olurdu. Herkes istiyor ama sadece istiyor... Çoğu bireyde arzularının gerçekleşmesi için hareket edecek yürek yoktur.

İletişim ve paylaşımlar insanının birbirini anlaması, algılaması ve sevginin oluşup oluşamayacağının anlaşılmasında önemlidir. Zamanla paylaşımlar arttıkça sevgi ve değer verme de artar. Bir süre sonra taraflar birbirlerine karşı hissettikleri yoğun duygular nedeniyle daha fazla saat birarada olmayı arzu ederler. Taraflar arasında, güven ve sevgi bağı oluşmuştur. Seviyorsunuz ve sevildiğinizi hissediyorsunuzdur. Hayatta yalnız olmadığınızı; sizi anlayan, ruhunuzu hisseden hayatta iyi gününüzü ve kötü gününüzü paylaşabileceğiniz sevgidolu bir kalp hissedersiniz yanınızda. Sevgi, saygı, güven, ilgi, değer görme ve en önemlisi sizi algılayabilecek bir eş ruh... Geçirilen zaman yetmemeye başlar. Yaşamlarınızı birleştirme kararı verirsiniz. Böylesi durumlarda erkek ve kadın açısından evlenmede beklentileri gözden geçirmekte fayda vardır.

Türk toplumunda ilk önce erkeğin toplum içindeki konumu ile birlikte evliliğe bakış açısını ve beklentileri konusunda gerçekçi, perspektif bir bakışla konuyu gözlemlemekte fayda görmekteyim. Öncelikle gerçek olan şu ki “kadın ve erkek eşittir” ifadesinin gerçekçiliği tartışmalı bir konudur. Bu arada “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”... Neden Dünya Erkekler Günü diye bir gün kutlamıyoruz sizce! Bir yılın; yani 365 günün, 364 gününü erkekler kutluyor da ondan mı yoksa! Tüm dünyada bu tartışma sürerken Türk toplumunda kadın ve erkeğin eşit şartlarda yaşamını sürdürebilme olasılığının az olduğunu gözlemlemekteyiz. Türk toplumunda erkek evlenmeden önce manevi ve fiziki ihtiyaçlarını giderebilmekte, dilediği şekilde özgürce yaşayabilmektedir. Bir erkeğin kaç kız arkadaşı olduğu, kaç kişi ile cinsel ilişkiye girdiği ya da bakir olup olmadığı sorgulanmamaktadır. Oysa Türk toplumunda bayan olarak ahlaklı ve namuslu bir şekilde alnınız açık ve başınız dik hayatınızı sürdürebilmeniz için her davranışınıza dikkat etmek zorundasınızdır. Evleneceğiniz zaman bakire olup olmadığınız, hayatınızda kaç erkek ile duygusal bağ kurduğunuz ve arkadaşlık ettiğiniz sizin namus anlayışınızı yansıtacaktır. “Erkek adam yapar” sözü ile Türk toplumunda erkeğe verilen sorumluluğun, namus ve ahlak anlayışı ile yaşadıklarının ilintili olamadığını göstermektedir. Erkek duygusal olarak bir bayana ilgi duyduğunda ilk adımı atan ve sevgi paylaşımını harekete geçirecek olan egemen güç olarak hayatımıza yansımaktadır. Oysa kadın bir erkeğe ilgi duyduğunda ve duygusal anlamda bir bağ oluştuğunda ilk adımı atan taraf olursa toplumda kendisine daha farklı gözle bakılmaktadır. Yaşadıklarımız bize gösteriyor ki kadın ve erkek Türk toplumunda eşit değildir. Oysa kadın da olsa erkek de olsa arzu edilen sevgi, saygı, güven, değer görme, aşk ve tutku ile bağlılığın hayatlarımıza anlam katması huzurlu ve mutlu bir yaşam sürdürmektir. Ancak Türk toplumunda erkek egemen yapı namus ve ahlak anlayışını yansıttığından kadınlar hem manevi hem fiziki baskı altında doğru insanın gelip kendisini seçmesini beklemektedirler. Oysa kadın da erkek kadar sevdiğini özgürce karşısındaki erkeğe hisettirebilmeli gerekirse ilk adımı atarak o insanın kendisi için mutluluk getirecek kişi olduğuna inanırsa mücadele etmesi doğal karşılanabilmelidir. Neden sadece erkeğin, kadını seçme hakkı olsun ki! Bir kadın da bir erkeğe ilgi duyup onu seçip, onunla mutlu olmak isterse bu namussuzluk mu! Gerçek şu ki Türk toplumu bu duyarlılık ve bilince sahip değildir. Oysa sevgi, aşk ve tutku karşılıklı sevgi, saygı, değer görme, güven, ilgi, duyarlılık ve bilinç ile alevlenebilir. Kadının da erkek kadar huzuru ve mutluluğu kendisine sağlayacak insanı seçme hakkı doğal karşılanabilmelidir. Erkek belli bir yaşa gelinceye kadar; belli bir eğitimden geçer, vatani görevini yapar, iş sahibi olur, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Hayatını dilediği şekilde yaşar. Bekaret sorgulaması yoktur . Cinsel hayatında dilediği şekilde davranır. Artık bu durum sürekli olunca mutlu olmamaya ve evlenme niyeti zihninde yer edinmeye başlar. Zaman evlenilecek kızı bulmaya gelmiştir. Özellikle bakire olanı tercih edilendir. Nefsine hakim olan, aile kızı, namuslu bir eş arzu edilir. Kendisine sevgisini belli eden, şefkatle yaklaşan, herşeyiyle ilgilenen, işten eve geldiğinde gününün nasıl geçtiğini soran, derdi ya da sıkıntısı varsa dinleyip çözüm üreten, muhabbeti bol olan sıcak yemeğini sofrada hazır tutan sevgi dolu bir kadın bekar hayatından sıkılan adamın aradığı eş örneğidir.

Anaç bir kadın ile evlenme, huzurlu ve mutlu bir yuvada bebek sahibi olarak babalık duygusunu tatma anı gelmiştir. Yaş ilerlemektedir ve erkek eski fiziki gücünü ve cazibesini yitirmeye başlamıştır. Bir süre sonra çevredeki bayanlardan beklenen ilgi azalmaya başlayacaktır. İlgi eski günlerindeki kadar güçlü hissedilemeyecektir. Zaman namuslu bir kadın bularak onunla ömrü paylaşmaya gelmiştir. Erkek evlenme kararını verdiğinde çevresindeki bayanlara daha farklı gözle bakmaya ve seçici olmaya başlar. Aradığı güzel, akıllı, anaç, sevgi ve şefkat dolu saygılı bir eştir. İşten eve geldiğinde evini düzenli, tertemiz bulabileceği, evine, eşine, ailesine bağlı, lezzetli yemekler pişiren, iyi gününde kötü gününde yanında olup kendisine destek olacak hayatı paylaşabileceği kendisini anlayan bir eş erkeğin evlenmek istediği kadın tipidir. Dolabını açtığında pantolonlarını ve gömleklerini ütülü bulursa, kendisine saygı duyan ve sözünü dinleyen iletişim kurduğu bir kadınsa, kılık kıyafetine özen göstererek nerede ne giyeceğini nasıl davranacağını bilen bir kadınsa o erkek dünyanın en şanslı adamlarındandır. Yıllar yılı o gönülden diğer gönüle gezmiş ve nihayetinde evlenme kararı vererek geri kalan ömründe huzuru ve mutluluğu kendisine sağlayacak olan bir kadınla evlenmiştir.

Tüm bunlar bir erkeğin arzu ettikleridir. Ancak dünyada her istediğimizin olduğunu gözlemleyemedik. Bir de tüm bu yaşananlardan sonra bu tipte bir kadın ile değil de daha farklı bir seçim yapan erkeğin hayatını inceleyelim. Diyelim ki kadın yemek pişirmeyi, evde temizlik ve ütü yapmayı, bulaşık yıkayıp, çamaşır sermeyi yapmaması gereken işler olarak görüyorsa ve evlenmişse ne olacak! İşte o adamın hayatı huzur ve mutluluk yerine zehir olacak. Adam işten eve gelecek “Bu gece ne yiyeceğiz karıcığım” diyecek. Kadından gelen cevap, “Ben senin hizmetçin miyim her gece her gece sana yemek pişireceğim geç kendin pişir, ben de işte tüm gün yoruldum bir de yemek yapamam” diye yanıt verirse ne olacak! Adam bir gün cevap verecek, iki gün cevap verecek üçüncü gün zaten evimde huzur yok ki yine gidip tartışacağımıza düşüncesiyle işten çıkınca evi yerine bir restoranta ya da arkadaşına yemeğe gidecektir. Belki zamanla alkol kullanmaya da başlar. Hatta eşine şiddet de uygulayabilir... Zamanla evdeki iletişimsizlik ve paylaşmama kadının erkeğe, erkeğin de kadına olan saygısını yitirmesine neden olacaktır.

Saygı olmayan yerde ne sevgi, ne huzur ne de mutluluk kalır. Basit bir yemek olayı olarak bakamayız kadının evde yemek pişirmeyi reddetmesine. Bir erkeği evine bağlayan kadındır. “Dişi kuştur yuvayı yapan” ifadesi boşuna söylenmemektedir. Kadın da iş hayatında olabilir. Belki de hem erkek eş, hem de kadın eş iş hayatında evlerine ekmek derdi için mücadele ediyordur. Zaten toplumumuza da baktığımızda genel yapı kadının da erkeğin de iş hayatında olmasıdır. Hayat pahalılığı günden güne artarken bu şartlar altında tek maaş ile ev geçindirmek hayal gibi... Önemli olan saygı’dır. Tarafların birbirlerine karşı söz ve davranışlarıdır. İşten eve gelindiğinde bir taraf sofranın hazırlanmasına katkı sağlarken diğer taraf da yemeğin pişirilmesiyle ilgilenebilir. Sonuçta bir iş gününün ardından giyilen kıyafetler şu veya bu şekilde kirlenecektir. Kirlilerin yıkanması ve kurutulup, ütülenmesi hayatın doğal akışının devam edebilmesi için şarttır, ihtiyaçtır. Evli olan eşlerin birbirlerine destek olarak ortak huzur ve mutluluklarının devam ederek aralarındaki sevgi bağının kopmamasını sağlamak, hayatlarını devam ettirebilmeleri için yapılması gerekenlerin paylaşılmasıyla mümkün olacaktır. Yuva dediğimizde ilk akla gelenler; sevgi, saygı, kıymet bilme, değer verme, güven, sadakat, karşılıklı iletişim ve ilgi’dir. Bunlar manevi yönlerdir... Bir de ortak huzur ve mutluluk için evin içindeki düzen önemlidir. Tarafların yemek ihtiyacı, uyku ihtiyacı, temizlik ihtiyacı, Sosyal olma ihtiyacı, ruhi ve fiziki paylaşım evliliğin ortak paylaşımlarındandır. Huzurlu ve mutlu bir evlilik için tarafların bu konularda birbirlerine destek olmaları, birbirlerini algılayabilmeleri gerekir.

Evli erkek veya kadının birbirini algılayabilecek ruhi ve duygusal olgunluğa sahip olması gerekir. Denge olursa tarafların sıkıntısı da o kadar az olur. Tarafların birbirine hoş gelmeyen ısrarcı davranışları ortak huzura gölge düşürecektir. Eşler olabildiğince birbirlerinin uyarılarını dikkate almalı ve konuşarak seviyeyi, saygıyı koruyarak gereksiz tartışmalardan uzak durmalı, uzlaşmak için çaba harcamalıdırlar. Ortak huzur ve mutluluk için kadın ya da erkek kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmeli ve sevgi sürekliliğini sağlayabilmek için kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa eşine de o şekilde davranmaya dikkat ve özen göstermelidir. Herkes yoğun geçen iş gününün ardından eve geldiğinde huzur ve muhabbet arar. Hayatımızı sürdürebilmemiz için çalışmamız şarttır. Çalışma ve sosyal hayatın gerekleri de hayatın doğal akışında mevcuttur. Giydiğiniz kıyafetten, konuştuğunuz konulardan ve yaptığınız davranışlardan kendiniz sorumlusunuzdur. Bu sorumluluk eşinize ve çevreye olan sorumluluğunuzdur da aynı zamanda. Herşeyin bir yeri ve zamanı vardır. Bu nedenle dengeleri koruyabilmek önemlidir. Saygı olan yerde huzur ve mutluluk vardır. Saygı olan yerde herşey iletişim ile çözülebilir. Sevgi ve sürekliliğinde evlilik... Verdiğimiz kararlar, yaptığımız seçimler... Hayatta herşey bizim için. Kendimiz seçimler yapıyoruz ve sonuçlarını da kendimiz yaşıyoruz. Çevremize, kendimize ve eşimize saygı ve sevgi ile yaklaşırsak ve empati kurarak algılamaya çalışırsak hayatımızda huzurlu ve mutlu olmamamız için neden yoktur.

Hayat ayrıntılarda gizlidir. Bir insan düşünüldüğünü ve değer gördüğünü hissederse dünyanın en mutlu canlısı oluverir. Bu nedenle kendinize yapılmasını arzu ettiğiniz ve sizi mutlu edecek davranışları siz de çevrenizdeki bireye yaparsanız o da mutlu olur. Karşılıklı mutluluk da ortak mutluluktur ve huzuru sürekli kılar. Paylaşımlar arttıkça, ortak noktalarda huzur sağlandıkça taraflar birbirlerine sevgi bağı ile daha sıkı bağlanırlar. Birbirlerine bağlandıkça üzmemek için daha fazla fedakarlık yaparlar. Sevgi bağı güçlendikçe alevlenen bağ kutsallığını korur. Nihayetinde karşımızdaki insana derinden bağlanırız. Her yönden mantığımızın, kalbimizin, zihnimizin eş parçası olan eşimiz ile bir bütün oluveririz. Huzur ve mutluluğun sürekliliğini sağlamak bizlerin elindedir. Doğru seçimler sevgidolu bir yaşamın kapılarını bize açıyor. Herbiriniz için doğru anahtarlar kimde bilmiyorum. Ama bir gün gelecek, ruhumuzun kapısını açacak olan anahtarı bulacağız ve o an geldiğinde huzurumuzun ve mutluluğumuzun sürekliliğini sağlayabilmek için elimizden geleni yapmalıyız. Belki bu gün değil, belki yarın da değil. Ama yarından da yakın olmayacağının garantisi yoktur.

Sevgi, yürek ve cesaret ister! Ne istediğini bilen, bulduğunun kıymetini de bilir. Ne yaşınızı, ne de cinsiyetinizi engel görmeyiniz. Sevmek kutsaldır. Sevmenin yaşı yoktur. Sonucu ne olursa olsun, adım atmaktan korkmayınız. Bin adım, bir adım ile başlar. Hayat bir meydandır, mücadele etmeden huzur ve mutluluk kendiliğinden gerçekleşmez. Önce paylaşmayı bilmeli, bilmiyorsak da öğrenmeliyiz. Ben sevgi, aşk ve tutkunun karşılıklı bir bağ ile yaşanan ömür kadar gerçek ve sürekli olabileceğine inanmaktayım.

NEVZAT ÖZEN
http://www.turkiyeinternette.com/haber/5855-deneme-yazilari-sevgiyi-paylasabilmek.html
 
Toplam blog
: 384
: 1684
Kayıt tarihi
: 02.05.09
 
 

Yazmayı, okumayı, paylaşmayı, özgürlüğü seven, "BİLGİ"lenirken, "BİLGİ"lendiren dünya insanıyım. Lai..