Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '09

 
Kategori
Kültürler
 

Sevgiyi unuttuk mu?

Sevgiyi unuttuk mu?
 

Çocuklar sevebilir


İçimizdeki Sevebilme Yeteneğini
Asla Kaybetmeyelim…

Mustafa Koç

Sevginin kimseye yük olmayacağını öğütleyen bir dervişin hikayesini okumuştum. Odalarında kalacak yeri bulunmayan Derviş, kendisini, “Bir gül yaprağı suyu taşırmaz.” diye tanıtan ve kalacak bir yer için ısrar eden tanrı misafirine; “Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır” deyip sonra da onu içeri almıştı. Suyu taşırmayan gül yaprağı ise sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunacağını anlatıyordu.

Oysa hayatımızda sevgiye eskisi kadar yer bulamadığımız anlaşılıyor. Sevgiye nasıl yer kalsın ki? Günümüzde zaten dünyanın birçok bölgesinde insanlara, çocuklara şiddet ve nefret tohumları ekiliyor. Sevginin, hoşgörünün, misafirperverliğin doğduğu ve yayıldığı bu topraklarda da giderek artan bir sevgisizlik yeşerdiğinin farkında mısınız? Daha kavgacı, daha mutsuz ve daha acımasız bir topluma doğru gidiş mi var yoksa? Yoksa okullar, eğitimciler, eğitim kurumları görevlerini iyi yapamıyor da başka propaganda odaklarıyla emperyal kültür merkezleri mi geçti kara tahtanın başına?

İnsan ilişkilerinde ciddi bir kopukluk var. Aile bağları zayıflamakta. Boşanmalar, çığ gibi artıyor. Evden, okuldan, sokaktan, trübinlerden hatta meclisten adeta anlaşılmaz bir hoşgörüsüzlük ve sevgisizlik taşıyor. Herkes, ötekine öfkeli. Herkes sadece kendini düşünür hale geldi. Başkalarının da hakları olduğunu kabullenmekte zorlanıyoruz. Demokrasimizin yaşı ilerlediği halde, altmış yıldır kalıcı bir demokrasi kültürü yaratamadık. Bu yüzden de bir gün birileri gelip elimizdeki yarım demokrasiyi bile alıveriyor. Kimseden de ses çıkmıyor.

Birliğimiz ve toplumsal dayanışma ruhumuz durmadan aşındırılıyor. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” kültürümüze ne oldu? Neden herkeste ve her yerde bir güven bunalımı, sevgi ve saygı azalması öne çıkıyor? İlişkiler daha çok maddiyata dönmüş gibi; para için her şey yapılıyor; ya da para, her şeyimizi yıkıp geçiyor.

İnsan yapımızda bir çözülme ve bozulma olduğunu göremiyorsak bu da içimize şırınga edilmiş bir başka gribin; “vurdumduymazlık” ya da “bana necilik” virüsünün etkisiyle ilgili olamaz mı? Üstelik henüz bunun aşısı da yok.

İçimizdeki kini, öfkeyi, düşmanlığı azaltmada dini değerlerimizin daha büyük bir etkisi olduğuna inanırdım. Sözüm ona toplumda dindarlar da çoğalıyor, günlük hayatı yorumlamak için dini öne çıkaranlar artıyor; ama toplumdaki hoşgörü ve dayanışma kültürü de giderek zayıflamıyor mu? Dindarlığın yükseldiği bir toplumda sevgi, hoşgörü ve dayanışmanın artması beklenirken dinin insana huzur ve güven veren sıcaklığını birileri aldı götürdü de elimizde bir gelecek korkusu ve güvensizlik mi kaldı yoksa? Anlaşılan insanlarımız umutsuzluğa düştükçe ve yalnızlaştıkça sanki “Allaha sığınmayı” bir kurtuluş olarak görüyor ve dini değerlere daha çok sarılıyor. Her neyle ilgili olursa olsun bunun dini inançlarımızla ilgisi olamaz ama eskiye oranla değerlerimizde bir aşınma olduğu da yadsınamaz bir gerçek değil mi?

Sevgi ve mutluluk gibi "sevgisizlik" de bulaşıcıdır. Sevgiden yoksun insanın mutlu olamayacağı gibi sevgisiz insan toplulukları da mutlu olamaz. Hayatımızın her noktasında sevilmeye ve sevmeye ihtiyaç duyarız. Hele çocuklar sevgisiz büyüyemez. Sevgisiz büyüyen çocuk, sosyal ilişkilerden yoksun ve uyumsuz olur. Sevgisiz çocuklardan oluşacak toplumların nasıl olacağını da siz düşünün.

İyi de bunun nedenleri üzerinde hiç düşüyor muyuz? Doğru davranış ve ahlak edinmemize yardım edecek okullar, öğretmenler, eğitimciler, camiler, imamlar, medya, siyasetçi nerde?

Okullar görevini tam olarak yapıyor mu? Caminin etkisi topluma inandırıcı geliyor mu? Medya ne işe yarıyor? Üniversiteler neyle uğraşıyor? Parlamentonun asıl görevi ne? Sanki buralarda bir sıkıntı var gibi geliyor bana. Kurumlar ya işlevlerinden uzaklaştı ve görevlerini yapmıyor; ya da insanlar bazı kurumlardan ve yetkililerde umudunu kesti. Her ikisi de tehlikeli...

Toplumu yönlendirmede büyük etkisi olan medya artık halkı eğitme, aydınlatma işini unutmuş durumda. Yazılı ve görsel medyanın eski ve yeni patronları sadece daha çok para kazanma derdinde. Bir akşam işinizi bırakıp baştan sona haberleri izleyin. İçinizi rahatlatacak kaç tane haber duyabilirsiniz, kendiniz sayın.

Siyasetçilerin salya saçan öfkelerini, kendi aralarındaki çıkar kavgalarının kinini ve nefretini her gün dinlemek zorunda mıyız? Her akşam ekranda birbirine küfreden insanlara bakan bugünkü çocuklar yarın birbirlerini sevebilirler mi? Durmadan kin ve nefret kültürü aşılayan bir toplum, kendi çocuklarına mutlu bir ülke bırakabilir mi?

Medyada neler oluyor? Ya vahşi bir çıkar savaşı yapıyorlar ya da insanları kendi eğilimlerine göre yönlendirme ve etkileme derdindeler. İki gün sonrasını düşünen kimse yok. Televizyonlarda sanki sadece şiddet eğitimi veriliyor. Filmlerde, dizilerde, hatta haberlerde; kavgalı gürültülü, kanlı canlı, kaba bir şiddet alışkanlığı küçücük çocukların beynini yıkıyor. Gazetelerde en çarpıcı cinayet haberleri ve görüntüleri manşete çıkarılıyor. Haberlerde cinayetler bütün ayrıntılarıyla anlatılıp, kan deryası hesaplaşmalar, canilikler, kan davaları, trafik kazaları olağan bir durum halinde çocuklara sunuluyor.

Beş bin insanın öldüğü 11 Eylül saldırılarında hiçbir yayın organında bir damla kan gösterilmemiş. Demek ki bu da bir tür eğitim ve kültür sorunu olmalı.

Otuz yılı aşan meslek hayatımda daha önce karşılaşmadığım eğitim ve disiplin sorunlarıyla son birkaç yıldır karşılaşıyorum. Görülen o ki toplum değişiyor; insanımızın yapısı değişiyor; çocuklar değişiyor. Değişim ve gelişme elbette iyi bir şey. Toplumlar da dinamik yapısıyla, kültürüyle, insan gücüyle ve ahlak sistemiyle elbette durmadan değişecektir. Ama bizdeki sadece değişim değil ki; değişirken bozluyoruz da… Bozulmayı ve bu toplumu ayakta tutan ortak değerlerdeki çürümeyi değişim sayamayız. Yeni gelen değerler eskinin güzelliklerini de alıp götürüyor. Değişim için ağır bir bedel ödendiğinin belki de farkında bile değiliz.

Ne oldu bize? Yağmurda ıslanan yolcuyu arabasına alan yardımseverler, yere düşenin elinden tutan iyi insanlar, tenceredeki bir tas çorbayı komşusuyla paylaşan güzel dostluklar nereye uçtu gitti? Bir yolunu bulup insanımızın içine giren bu yeni gribin, “kötülük” virüsünün de aşısını bulmalı; iyi kalpli, yardımsever, hoşgörülü, sevgi dolu “iyi insanı” geri getirmeliyiz. Daha doğrusu “insan”ımızı, onu kirleten saldırılardan korumalı ve içimizdeki “insan”ı açığa çıkarmalıyız.

Bir yerde okuduğum aşağıdaki konuşmayla yazıyı bağlıyorum:

"Bir Polonya filminde Nazi dönemi anlatılırken Nazi komutanı güzel bir evi, komutanlık merkezi yapar. Evin güzel sahibesi üst kata çıkar ve ortalıkta fazla görünmez. Ama komutan zamanla bu kadına âşık olduğunu anlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:

- Madam, aşkımız beni zayıf düşürüyor.

- Hayır komutan, eğer sevebiliyorsanız, sevginiz sizi insan yapıyor. "

Kadının sözüne bakarsak; sevgi, zalim Nazi subayını bile daha iyi bir insan yapmıştır. Demek ki sevgi, insanı daha da insanlaştırıyor. Hayatımızda sevgiye daha çok yer vererek daha iyi bir insan olabileceğimizi unutmayalım. Sonuçta toplumdaki yanlıştan dönecek olan da bozulanı düzeltecek olan da insandır. Yani sen, ben, biz… Biz insanlar bir şeyleri hala düzeltebiliriz. Çünkü ne olursa olsun, insandan umut kesilmez.

Sevebilme yeteneğinizi asla kaybetmeyin.

Sevgiyle kalın...

 
Toplam blog
: 25
: 1274
Kayıt tarihi
: 22.02.08
 
 

Yıllar önce yoksul ve uzak bir köy okulunda minik bir öğrenciyken öğretmen olma hayali kurmuştum...