Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '10

 
Kategori
Anılar
 

Sevgiyle dindi acılar !

Sevgiyle dindi acılar !
 

_________________________________________________________________________________________________________


Mustafa oğlumu hatırladınız mı? 

http://blog.milliyet.com.tr/Sevgiyle_dindirmek_acilari__/Blog/?BlogNo=169399

İçim içime sığmıyordu! Nasıl da fırsat bulup gidememiştim! Nasıl olmuştu da bu kadar gecikmiştim! Yetmiyordu ki günler bana!

"Abi çok özledik seni. Ata da seni soruyor. Hem Ayşe de 5 aylık oldu, görmedin. Hepimiz yolunu bekliyoruk." diyordu telefonda.

"Mustafa'm, nefes alacak vaktim olmadı; ama hep aklımdaydınız. Söz verdim de gelemedim, içim içimi yedi; ama birkaç aya kalmaz geleceğim."

Hey gidi Mustafa. Delikanlı kardeşim benim. Aferin sana mert oğlan. Nasıl da tutundun hayata. Kocaman bir aile oluverdin.

Aylar geçiyor, hayat beni öğütmeye devam ediyordu. Ama kararımı vermiştim. Bir geceliğine de olsa Konya'ya uçacaktım.

Cemal Amca'm. Görüyor musun beni? Neden gidemedim sanırsın? Korktum Cemal Amca'm. Ağaçlı'm olur sandım. Korktum Leyla'mı görmekten. Ya oğlum Mustafa'm, kardeşim Mustafa'm gibi traktörle gelirse karşılamaya?

”Ogul, bir tanri mesafirimiz vardır. Alasin hele torbasıni.“ demiştin.

”Hoş gelmişsen abey.” demişti Mustafa.

Kırmızı Massey’in sağ arka çamurluğuna oturmuştum. Sen de karşımda, iki saat yol almıştık güzel Ağaçlı'ma.

Bu da oğlum Mustafa. O da götürecek beni köyüne. Kızımı, torunlarımı göreceğim.

"Mustafa'm, nasılsın oğlum?"

"Canım abim. Hepimiz iyiyik, sağlıgına duacıyık. Sen nassın?"

"Mustafa yarın geliyorum. 09:30'da gel beni havaalanından al."

"Abiimm.. Canım abiimm benim.. Davulu, zurnayı alıp geliyom abiimmm.."

"Dur deli oğlan! Ne davul-zurnası? Kaldırma ortalığı ayağa! Seçim Mitingi'ne gelmiyorum ya. Sadece bir gece kalacağım. Yalnız sen gel al işte."

Türkçesinde belirgin bozukluk var Mustafa'nın! Gece yarısı kalkıp çantamı kontrol ettim. Pijamalarım, tıraş takımım, hediyeler. Hepsi tamamdı. Nihayet oğluma gidiyordum. Seyahat programımda son anda yapılan değişiklikler, asistanıma onlarca uçuşu ve otel rezervasyonunu değiştirme sıkıntısı yaratıyordu ki, Aslan da olsa ufff'ları buralardan duyuluyordu!

Hangi yolculuk beni bu kadar heyecanlandırabilirdi ki. Erkenden kalktım. Uçağım 08:20'deydi; ama ben 06:00'da Atatürk Havalimanı'ndaydım. Wings Lounge'da oyalandım biraz. Gözlerimi kapatıp, geçmişe yol aldım.

"Neden kokluyorsun şu zehiri Mustafa?" demiştim. "Dünyayı ancak bu şekilde güzel görüyorum abi." demişti.

Kapalı gözlerimden taştı lanet olası. Artık ağlamayacağım diyorum; ama öyle duygu-yoğun bir geçmişim var ki, hangi bahar çiçeği, hangi göğün mavisi silebilecek bilmiyorum.

Hiçbir şey yemedim uçakta! Şu sandviçleri de neden kahverengi ekmekten yapmazlarsa! "Türk insanı pamuk gibi francala yer." demeyin sakın!

Uçağın merdivenlerinden inerken kalbimin attığından şüphe ettim. Yıllar sonra görecektim Mustafa'yı! Falanca fabrikanın müdürü değildi beni karşılamaya gelen. O yağmurlu günde, onunla ilk karşılaşmamız geldi aklıma. Gözlerim dolmaya başladı. Uzattığım elimi tutuşuyla aldığı yol inanılmazdı. Terminale girdim. Kucaklaşanlar, el sallayanlar, gülenler, ağlayanlar birbirine karışmıştı. O kapkara gözleri gördüm önce. Çok kilolanmıştı oğlum. Saçları da dökülmüştü. Şalvar giyiyordu! Ya elini tuttuğu çocuk kimdi? Ata mıydı yoksa? Adım atmam imkansızdı! Çantayı yere bıraktım. Öylece kaldım. Neden saklayacaktım ki gözyaşlarımı? O da ağlıyordu. Koştu bana doğru. Ellerime sarıldı. Durmaksızın iki elimi de öpüyordu. Sarıldı boynuma..

"Abiimm. Canım abiimm. Abiim benimm."

Cemal Amca'mın Mustafa'sı da traktörü durdurmuş, benden uzaklaşıp yere çökmüştü. Adam adam gibi adam, benim delikanlı, mert kardeşimin haykırışı dağları, tepeleri aşmış, Ağaçlı’ya ulaşmıştı! “Abem, benim canım abem! Biz sensiz nasil yaşarik? Ne olir, bizi sensiz bırahma.“ demişti.

Ne kadar sarılı kaldık Mustafa'yla bilmiyorum. Yanımızda duran çocuğu hatırladı!

"Öp oğlum Ata Amca'nın elini. O olmasa ne ben vardım, ne de sen olurdun."

Sıddık da gelmişti. Doluştuk station wagon Renault 12'ye. Karaman'a doğru 1.5 saat yol aldık. Biz Ata'yla arkada oturduk. Çok meraklı bir çocuktu.

"Babam baan senin adıni vermiş amca. Neden diye sordum, söylemedi. Sen anlatacahmışsin."

"10 dakkaya ordayık baba." dedi Sıddık telefonda.

Davul-zurna köyün girişindeydi. Köy halkı da toplanmıştı. Ağaçlı'ma gittim birden. Cemal Amca'm da ailesini tanıtmıştı, traktörden atlar atlamaz.

”Ogul, bu benim böyyük hanımim Zühre’dir, ha bu da güccügi Cevriye. Bunlar da uşahlarim. Adlarini ben bile aklimda tutamiyrem; ama ha bu has gızim Leyla’dir.” demişti.

İnanılmaz müzik şöleni eşliğinde kaç el sıktığımı, belime sarılan kaç çocuğu öptüğümü hatırlamıyorum. Var mı Anadolu insanı gibisi. İlk defa gördükleri ben, sanki yıllar sonra köyüne dönen hemşehrileri gibiydim. Ama sonradan öğrenecektim ki Mustafa köyde çok seviliyordu ve beni de çok anlatmıştı. 

34 haneli köyde en güzel iki ev Mustafa ve hanımının ailesine aitti. Yan yanaydı evler.

Köy, geçimini buğday ve arpadan sağlıyor. Hayvancılık da gelişmeye çalışıyordu. Susuzluk ve göç en büyük sorunlarıydı. Gençler köyde kalmak istemiyordu.

Emine kızım tombik Ayşe'yi kucağıma atıverdi. Ata bu durumu biraz kıskanır gibi olduysa da, "sen kocaman adamsın, seni kucağıma alamam ki." diye avuttum. Ayşe'nin kundağına altın taktım. Ayrıca bir de tulum almıştım. Ata'ya, Mustafa ve Sıddık'a birer kazak, Emine'ye ve kayınvalidesine eşarp, kayınpederine de gümüş imameli bir tesbih. Ronnie'ye de Kahire'den almıştım. Ne kadar mutlu olmuştu! Ev halkı bu kadarla da kalmıyordu tabii ki; ama bilemezdim ki.. "Kusura bakmayın." dedim geri kalanlara.. Emine getirdiğim çikolataları tuttu hane halkına.

Kadınların başı çemberli, üstlerinde işlik ve altlarında da erkekler gibi şalvar vardı.

"Abi, tam zamaninda gelmişsen. Yarin bacima dünürcü gelecek. Sen de büyügimiz olarak yanımizda olasin." dedi Sıddık birden. Bizim Mustafa'ya da eniştelik ağırlığı çökmüştü zaten.

"Tabii Sıddık, çok mutlu olurum. Yalnız, uçağım yarın gece 22:30'da. Ne zaman gelecek misafirleriniz?"

"Onlar gündiz gelirler de, sen neye o kadar az kalırsin abim? Daha bugün gelmişsen!"

"İşlerim çok Sıddık. Emekli olunca gelir, daha çok kalırım."

Yer sofrasına oturduk, yemeğe. Daldım gittim. Onca göz beni izlerken, uzaklaştı ruhum masadan. Ağaçlı'ma gittim. Cemal Amca, Zühre Ana, Cevriye Abla, Mustafa ve Leyla gücendiler, eminim! Gözlerim doldu yine.

"Amca tabagıni versene anama." diye kolumdan dürttü Ata!

Patlıcan Bayıldan, Çullama ve Bütümetli Pilav yapmış evin kadınları.

Ayşe pek uslu. 8 aylık olmuş.

Akşam yemekten sonra, "abi hadi gel kahveye gidelim." dedi Mustafa.

"Selim'in Kahvesine mi Mustafa? Sen işletmiyor musun zaten orayı?"

"Yok Abi. Ramazan işletiyor kahveyi!"

Kendime geliyorum. Kapıda bekleyen köpek, "ben Karabaş'ı tanıyorum." diyor.

Ata da takılıyor peşimize. Kahveye girmemizle toparlanıyor köy ahalisi. Tekrar hoş geldin'ler deniyor, hatırlar soruluyor. Ata yine yanıma oturuyor.

"Acı bi kavemizi içesen begim?" diyor yaşlılardan biri.

"İçerem be dayım. Sanmayasın ki ben şehirliyem. Sanmayasın ki özümi unutmişam. Ben köylerin en şahanesi Agaçli'danim. Beni Cemal Amca'm yetiştirmiştir, var mıdir ötesi? Ben Selim'in kavesini içmiş, sonra da kendi ellerimle topraga vermiş adamim. Kurtaramadim oni, bir ömür yanacak cigerim. Orada da bir Mustafa'm vardi, hah işte bu oglim gibi; ama şimdi niderler bilmezim."

Üslûbumdaki bu ani değişiklik derin bir şok yarattı. Mustafa dahil hepsi çok şaşırdı. Ben de neden yaptım bilmiyorum!

"Oo, sen de bizdenmişsen begim. Mustafa bizim köyden degildir; ama hikayesini çok dinlemişek. Seni babasi bilir. Ama şimdi saan bakinca diirim ki acaba Mustafa mi senin babandir !"

Gülüşmeler oldu ve Mustafa da bana sarıldı tekrar.

"E köy yaşamı işte. Ağır tabii. Saçları da dökmüş oğlum. Oysa ben onu civa gibi delikanlı verdim size."

Kahkahalar eminim ki evlere kadar ulaşıyordu.

"Mustafa ile karşılaşmamızı tanrı istemişti. Ne anam var ne de babam. Kimsem yok. Ben korkuyorum bu dünyadan abi. Ya uyuşup sokaklarda yaşayacağım, ya da sizin dünyanızdan çekip gideceğim. Hangisini yapayım abi? demişti. Muhtaç bir insana elimi uzattım ben. Yaptığım buydu. O da bana verdiği sözü tuttu ve Sıddık'la karşılaşması da bence benimle karşılaşması kadar önemliydi. Tanrı onun karşısına iki doğru insanı çıkararak hayatını bahşetti. Mustafa da benim ve sizlerin sevgisini kazanarak hepimize layık olduğunu gösterdi. Ayrıca, oğluna benim ismimi vererek de beni çok mutlu etti."

"O zaten bizim köyin Atatürkidir, degil mi oglim?" dedi arkalardan biri, Ata'ya bakarak.

Başını önüne eğdi Ata!

Odamı gösterdi Emine. Yer yatağımı da sermiş.

”İyi uyuyasin begim. Gapak taşina vurmayasin ayagin!” demişti Leyla'm.

"Abi eyi misen?" 

Ara sıra havladı köpekler. Karabaş mıydı, baktım camdan dışarı. Ay ışığında parlıyordu gözler!

Ayşe'nin ağlamasına uyandım sık sık. Sabaha karşı da Ata geldi, ayak ucuma oturdu. Uyuduğumu sanıyor ve beni izliyordu.

"Neden bu kadar erken kalktın Ata?"

"Namaza kalktım Amca."

"Kardeşini seviyor musun?"

"Çok seviyom; ama babamgiller oğlan olsun istedi. Adın da Kemal koycaklardi. Mustafa Kemal Ata olcak isimlerimiz diyordu babam. Senin de ismin Ata Kemal degil mi amca? Oglin ismi de Alp'miş ama. Neden Mustafa koymadin ki?"

"Baban da benim oğlum sayılır ya. Var işte bir Mustafa'm. Hem Mustafa Kemal Ayşe de güzel olmuş Ata. Kurtuluş Savaşımızdaki Ayşe Çavuş ve Binbaşı Ayşe gibi."

Az sonra, "ne konuşuyorsunuz abi öyle?" diyerek Mustafa girdi içeri, kucağında Ayşe ile.

Bebek Parkı eşrafı güzellik uykusundayken, biz sabahın 6'sında kahvatıya oturduk güle oynaya. Ağaçlı'mdaki ilk sabahıma gitti ruhum. Bal-kaymak yine baş köşedeydi. Önüme kete koydu Mustafa. Emine de çayımı doldurdu. Ata yanımdan ayrılmadı. 

Ev halkı heyecanlı. Küçük kızları Gülcan'a erkek dünürcü gelecek ! Önce kadın dünürcü gelirmiş. Oğlanın anası ile kız kardeşi zaten gelmişler ve Gülcan'ı pek beğenmişler. Mustafa'nın kayınvalidesi hizmette kusur etmemiş ve misafirlerin ayakkabısını eşikte çevirerek bu işe yeşil ışık yaktığını ima etmiş. Ayakkabıları dışarı koysaymış, "bu iş olmaz." anlamı taşırmış! İşte şimdi sıra erkek dünürcüdeymiş. Gülcan'ı Allah'ın emriyle isteyecekmiş; ama kız evi naza çekermiş kendini:)

Karlı bir Kasım günü gelmişti Emin Ağa ve iki arkadaşı. Leyla'yı isteyeceklerdi Cemal Amca'dan! Misafirlerini kapıda karşılamıştı Cemal Amca.

“Hoş gelmişsen Emin Aga, siz de agalar. Hele geçin şöle bi rahat edesiniz.“

“Sagolasin Cemal Aga, hava da kötülemiştir. Belki de bi daha gelemezik, niyetimiz yazagzinadir amma tezden gidip adıni koyak demişek.“

“Allah razi olsun, sagolasiniz. Oglim sen de gel otur şöle.“ demişti bana.

“Selamün Aleyküm agalar, hoş geldiniz.“

“Ve aleyküme selam gardaş.“

Meraklı bakışlarla beni izlemeye koyulunca misafirler, Cemal Amca açıklama yapma ihtiyacı hissetmişti.

“Bu oglim tanrınin bize bi hediyesidir. Köyümize eyiligi, yardımi böyyüktir. Biz de ona gözimiz gibi bakarik.“

Bir şey anlamamışlardı bu açıklamadan; ama bakışları benden uzaklaşmıştı. Cemal Amca ile Emin Ağa aynı Jandarma Kışlasında otuz ay askerlik yapmışlardı. Askerlik anıları höpürdetilen kahvelerle tekrar anımsandıktan sonra, Emin Ağa;

“Cemal Aga, lafi uzatmirak. Biz düşünmişek, gararımizi vermişek. Allah'in emiri, Peygamberin gavli ile hanim gızimiz Leyla’yi oglimiz Bervan’a isterik.” demişti.

Hatırlıyorum: Cemal Amca asker arkadaşının yüzüne bakmamıştı. Tabakasını çıkarıp cebinden yavaşça bir sigara sarmıştı. Herkes yakmasını beklerken, sigarayı Emin Ağa’ya uzatmıştı. Sonra da kendisine sarıp yakmıştı.

“Buralara kadar gelmişiniz agalar, sag olasıniz; ama bizim gocalik gızimiz yohtir. Sizin yitiginiz bizde degildir, başka yerde arayasiniz.“ demişti.

Bir tiyatro gibi sahnelenmişti önümde töreler. Öyle keskin ve tartışılmazdı ki ve benim için anlaşılmaz; buz gibi bir hava esmişti odada, yüzler düşmüştü. Olanları anlayamamıştım. Doğunun kuralları öyle gizemliydi ki. Başları dik geldikleri evden, omuzları çökük çıkmıştı misafirler. Cemal Amca’nın da yüzü asılmıştı. Bir sigara daha yakmış ve derin bir nefes çekmişti. Can kızı Leyla'sı pek kıymetlisiydi.

Oğlan babası saat 11'e geliyordu ki kapımızı çaldı. Odada Abdullah Amca, ben, Mustafa ve Sıddık vardı. Nasılsın-iyi misin ve tanışma faslından sonra oğlan babası söze girdi.

"Allah'in emiri, Peygamber'in gavli ile gızıniz Gulcan'i oglimiz Yaşar'a zevceliğe istemege gelmişem."

Abdullah Amca başı önünde birkaç dakika düşündü.

"Senin ve oglin için bir şey diyemem, Allah yazdiysa bir şey diyemem. Birkaç gün müsaade edesiniz, ben bir düşüneyim." dedi.

Sonradan Sıddık'tan öğrendiğime göre: Abdullah Amca eğer vermeyecek olsa, "gızımiz daha güçiktir, evlenme vakti değildir." ya da "gızımiz sözlidir, yoksa sizden eyisini mi bulacahtik." dermiş. Şimdi birkaç gün sonra oğlan babası tekrar gelecekmiş ve Abdullah Amca, "biz razıyik; ama bir de akrabalara danişak" diyecekmiş. Yine birkaç gün geçecekmiş ve bu sefer Abdullah Amca, "Allah nasip etmişse alin yazısina bir şey diyemeyik." diyecekmiş. Oğlan tarafı da, "Allah sizden razi olsin. Hayırlısi Allah'tan, Biz verdik diledik, gapıniza geldik, siz de bizi sevip diledinizse bellimizi koyacağız." dermiş. "Belli" nişan demekmiş.

Cemal Amca'm Leyla'yı vermemişti. Bilirdi ki has kızının gönlü bendeydi. Köy yerinde ne bilge bir ihtiyardı. Köyden ayrılma kararım yıkmıştı onu.

“Durma böyle durgun Cemal Amca’m. Farzet ki yanındaki koltukta ben oturmuyordum!“

“Olir mi evlat ? O, tanrınin bir yazgısiydi. Tanrı seni bizim köye hediye vermiştir. Senin hakkin heç bir zaman ödeyemezik. Ben sanmişam ki..“

“Ne sandın?“

“Heç., Boşveresin ogul.“

“de hele Cemal Amca’m.“

“Biz seni oglimiz bilmişek. Zühre Ana’n, Cevriye, uşahlar, diger köy ahalisi de seni çok sevmiştir.“

“Ben de sizi çok sevdim ve burada hayatımın en zor, en acı; ama aynı zamanda da en güzel günlerini geçirdim. Daha da büyüdüm, olgunlaştım.“

“Diyecegim odur ki. Leyla gızim, benim cigerimin en gozel göşesidir. Civar köylerden elçiler gelmek ister emme Leyla’mın gönli sendedir, bilirem. Şimdi sen gidirsen, hali nice olir yavrımin, bilmirem.“

“Cemal Amca, İstanbul’dan yola çıktığımda, yanıma senin oturacağından ve bunun beni buralara getireceğinden elbette haberim yoktu. Dediğin gibi, bunu tanrı istedi ve ben de karşı çıkmadım. Çok iyi bir eğitimim, işim, ailem ve arkadaşlarım varken onları bir gecede terk edip yollara düştüm. Çünkü fark ettim ki bu bedende yaşayan ben değilim. Ruhun ve bedenin ayrı hareket ettiğine, birbirleriyle kavga ettiğine hiç şahit oldun mu? İşte ben bu durumdayım Cemal Amca’m. Karşında gördüğün ben, ben değilim. Önce kendimi bulmalıyım. Tek ben olmalıyım. Ondan sonra hayatın güzelliklerini görebilirim. Çok düşündüm. Leyla mükemmel bir kız; ama o bana layık, ben'lere değil !“

“Sayende bu yaştan sonra okir yızar olmişak ogul emme hala caheliz. Ha bu dediklerinden çoh bişey anliyamamişam, gusira galmayasin; ama var saglicakla gidesen. Bil ki burada seni çoh seven yürekler vardir. Burasi senin köyündir, benim evim oglumin evidir. Diledigin zaman gelesin. Allah’in kölgesi üstünnen eksik olmasin. Allah sene halal süd emen çatdirsin.“

Damdaki Kemancılar. Anatevka’nın Sütçü Tevye’si görmeliydi Ağaçlı’nın Cemal Ağa’sını. Ağaçlı’yı aşan çağdaşlığını. O duru gökyüzünün altında, tezekten damda sarmaş dolaş olmuş, hıçkıra hıçkıra; ama içimize gömerek ağlamıştık. Önce Karabaş, sonra kazlar, tavuklar ve kediler de katılmıştı bu ağıta. Köylü, evlerinin önüne çıkıp yere oturmuş, yakılan ağıtlar göğe yükselmişti. Massey Traktörün geldiğim çamurluğunda veda ederken Ağaçlı’ya, damlardan çekilen zılgıtlar ve Perkins motorun hırıltı düeti beni ben olmaya itmeye başlamıştı.

"Mustafa beni de geç olmadan bırakıverin havaalanına. Siz de karanlığa kalmayın oğlum." 

"Ha bu arada, Mustafa.."

"Dur abi bişey diicem.."

"Peki, de bakalım."

"Abi, burasi köy hali. Heç para harcamıyok. Ben 5.000 lira biriktirmişem. Sana vereyim mi, ihtiyacın vardır. Alp kardeşime de bir şey alırsin. Sen ne diycedin abi?"

"Fesupanallah! Duymamış olayım bu dediklerini. Neyse, sen şimdi beni iyi dinle. Bu yaz Ata'yı İstanbul'a aldıracağım. 1 ay kadar Alp abisiyle vakit geçirsin. Ben de en azından bir hafta kadar onlarla olurum. Sonra Alp de onunla birlikte köye gelir. O da Alp abisi gibi okuyup, önce devletine sonra da bizlere ve taşıdığı isme lâyık bir evlat olacak."

Geldiğim coşkuda değildi köy halkı uğurlamada. Tek tek sarılıp öptüm o nasırlaşmış elleri, derin vadili yüzleri. Ayşe'yi kokladım. Emine kızım ellerime sarıldı.

Yol boyunca konuşmadı Ata. Başını omzuma dayadı. Uyuyan gözlerden firar etmişti damlalar! 

Karabaş niye uluyor!

“Benim can dostum. Niye uluyorsun? Ayrılık vakti geldi, çattı, sen de ona mı kahroluyorsun? Sanır mısın ki bu yürek gitmek ister? Gel gör ki bulmam lazım beni! Ağlama dostum, ağlama can arkadaşım.”

“Muhammed kulaklarını çekicem, sen niye uyumadın?”

“Yaktın cigerimi has abem. Biz sensiz naparik? Bize her bi şeyi sen ögretmişsen.”

Ne kadar sarılı kaldık Mustafa ile bilmiyorum. Baba-oğul ağlaştık.

"Allah'a emanet olasin canım abim. Varınca arayıp haber ver, merak ederik."

"Geç olur Mustafa. Sabah ararım oğlum."

Hayatım böyle yaşanınca güzel.

Ne mutlu ki, bu yolda da sonlanacak. 

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..