Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '19

 
Kategori
Eğitim
 

Sevmek Böyle Olur İşte!

Ben tohumum, çiftçi sensin
     Çok sularsan ürün senin
          Bol olursam ürün senin
               Ama bir de çürütürsen
                    Hata senin, hata senin öğretmenim!

                         H . K .

                Altı yaşımda okula başladığım köyümdeki ilkokulun iki dersliği vardı. Doğru ve güneye bakan pencereli derslikte birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar ders yapardık. Batı ve güneye bakan pencereli derslikte dördüncü ve beşinci sınıflar…

                1948 – 1949 ders yılında, beş sınıfın tek öğretmeni vardı. Aksu Köy Enstitüsü mezunu kendi köyümüzden İhsan Özel’di; o öğretmen.

                Bir an için, beş sınıflı bir okulda tek öğretmen olduğunuzu düşünün. Sözgelişi beşinci sınıflara tarih, dörtlere tabiat bilgisi, üçlere matematik, ikilere Türkçe dersi veriyorsunuz aynı saatte.

                Ve mini mini birlere okuma – yazma öğreteceksiniz. Bir o sınıfa koşacaksınız, bir bu sınıfa… Dışarıdan görüldüğü kadar kolay bir iş değildir bu.

                Benzer bir görevde bulunmadığım için, böyle bir zorluk yaşamadım ben ama tahmin edebiliyorum. İtiraf edeyim ki, bugüne kadar da bu konuda düşünmemiştim. Dahası, öğretmen okulunda okuduğum yıllarda da dile getirilmedi bu konu hiç. Sanki görev yapacağımız tüm okullarda en az beş derslik ve en az beş öğretmen olacakmış gibi verildi meslek dersleri.

                Kim miydi, benim meslek dersleri öğretmenlerim?

                Şenay Can ve Rıfkı Can

                Severdim ikisini de, hâlâ da severim. Nedense onların da aklına gelmedi; bu soru ve sorun, öğrenciler olarak bizim de…

                Her iki öğretmenimle Hasanoğlan – Atatürk Öğretmen Okulu’nda birlikte çalışmak da kısmet oldu bana. Rıfkı Can öğretmenimi kaybettik ama Şenay Can öğretmenimle haberleşiriz hâlâ.

                Neyse, konuyu dağıtmayayım. Gerçekten kolay bir iş değildir; beş sınıflı bir ilkokulda tek öğretmen olmak. Ancak sevgi varsa, aşk varsa, hangi zorluk yenilmez ki?

                İhsan Özel öğretmen, bu işin üstesinden geldiğine göre demek ki, öğrencilerini de çok seviyordu O, mesleğini de…

                Öyle olmasaydı, birinci sınıfta olan bize okuyup yazmayı da öğretemezdi; dördüncü ve beşinci sınıflara coğrafyayı, tarihi, bayağı kesirleri, orantıyı, kan dolaşımını, sindirimi ve geometriyi de…

                Ayrıca şarkı da öğretip söyletiyordu bize, beden eğitimi hareketleri yapmayı da… Ya ders yılı sonunda, okul bahçesine kurduğu sahnedeki “müsamere” gösterisine de dersiniz?

                Haydi, benim yerimde siz olun da sevmeyin bu öğretmeni. Haydi, benim köyümde yaşayan Arif Çavuş’un, Hamit Usta’nın, Eyüp Hoca’nın, Muazzez Hala’nın, Mesude Teyze’nin, Şevkiye Abla’nın yerine koyun kendinizi de saygı duymayın bakayım bu öğretmene?

                Gerçekten de köyümde yediden yetmişe herkes sevip sayardı;  “İhsan Öğretmen”i.

                Okulumuz, Cumhuriyet’ten önce de “mektep”  adıyla hizmet etmiş yıllarca. Uygulama bahçesi yoktu ama küçük de olsa bir oyun alanı vardı. Yani, öğretmenimiz, Aksu Köy Enstitüsü’nde uygulamalı olarak öğrendiği tarım ve hayvancılık bilgilerini öğretebileceği bir ortama sahip değildi.

                Dolayısıyla bu konulara hiç eğilmedi, hiç değinmedi. İsteseydi bile, beş sınıflı bir okulun tek öğretmeni olarak ne zaman ve nasıl yapabilirdi bunu?

                Gerçi, ben ikinci sınıfta iken, yine kendi köylümüz, yine Aksu mezunu Ali Uyar öğretmen gelmişti ama değişen bir şey olmadı. İkinci ve üçüncü sınıfı Ali Öğretmen’de okudum.

                Çok sakin ve ağırbaşlı bir öğretmendi O da. Bağırıp çağırdığını da görmedim hiç, vurup kırdığını da…

                İki mahalleden oluşan köyümüzün ortasına yeni bir okul yapılıyordu. Köylümüz yapıyordu elbette; imece usulüyle… Çok küçük de olsa, benim bile emeğim vardır yapımında.

                “Ne gibi?” diyeceksiniz.

                Kum gerekiyordu; duvarlarının yapımında kullanılacak harç için. Bu iş babama verilmişti. Eşeğimizi alarak köyümüzün yakınındaki dik ve derin bir vadiden geçen Manavgat Irmağı’na indik babamla.

                İlkokul üçüncü sınıftaydım. İlk kez yakından görüyordum bu ırmağı. Büyük bir gürültüyle deli deli akıp gidiyordu. Arayıp tarayarak kumluk bir yer bulduk; kayaların arasında.  Götürdüğümüz iki çuvala doldurup eşeğimize yükledik.

                İnmek kolaydı da bu vadiye, çıkarken epey zorlandık. Yol diye bir şey yoktu. Babam yuları tutarak önden, ben arkadan Z’ler çizerek tırmanıyorduk. On beş – yirmi dakikada inivermiştik ama kum yüklü eşeğimizle çıkmak epeyce yordu bizi. Hıdırellez dediğimiz tepeye ulaştığımızda eşeğimiz dâhil, üçümüz de terliydik.

                Demem o ki, 4. ve 5. sınıfı okuduğum o yeni okulun yapımında benim de alın terim var.

                Benim alın terim var da Eşref Zeytinkaya’nın, Şerafettin Aksoy, Mustafa Dönmez, İsmail Uzun, Hasan Çetinkaya, Kemal İldeniz ve Ali Karakoca’nın yok mu?

                Sevim Parlar, Hadiye Uysal, Emine Cingöz, Yaşar Ulukaya, Şefika Güngör, Cemil Uysal, Osman Bilir, Yusuf Sarıata, Saim Güngör, Mehmet Demir, Ayhan Coşkun, Muhsin Coşkun, Duran Coşkun ve Hasan Afacan’ın da katkıları olmuştur mutlaka.

                Eski okulun da yeni okulun da yerinde yeller esmiyor; binaları dimdik duruyor ama atmış – yetmiş yıl önce iki öğretmeni, 50 – 60 öğrencisi olan o okullar, yaklaşık otuz yıldır kapalı.

                İki cami hâlâ açık duruyor ama. Diyanet’in atadığı iki imam da görevlerinin başında…

                Kim demiş, “Diyanet çalışmıyor” diye?

                Vallahi yalan, billahi yalan!

                Kuru iftira!..

                Göç vere vere yıl boyu yalnızca iki kişilik 8-10 ailenin kaldığı bir köye, bizim devletimizden başka, dünyada hangi devlet iki din adamı tayin eder? (**)

                Halkı sevmek, köylüyü sevmek böyle olur işte! Görüldüğü gibi, devletimizin “Diyanet”i halkımızı çok seviyor! Halkımız da Diyanet’imizi tabii…

                Okul ve öğretmen olmasın varsın, önemli değil. Açık iki camimiz, devlet memuru iki imamımız var ya. Daha ne isteriz ki!

                Siz şimdi benim köyümde yaşasaydınız, mutlu olmaz mıydınız?

                Bunca hizmetten sonra, yine de hâlinden ve devletimizden şikâyet eden varsa, pes doğrusu!

---------------------------------------------------------------

                                                             TEŞEKKÜR

                İlk öğretmenim İhsan Özeli anlatan yazımdan sonra, gönderdikleri iletilerle duygu ve düşüncelerini benimle paylaşmak nezaketinde bulunan yeğenleri öğretmen Hatice Ural, öğretmen Nermin Çakaloğlu Çavuşoğlu ile öğretmenimin komşusu ve çocuklarının oyun arkadaşı Mevhibe Teyze’nin torunu Hüsamettin Özdemir’e yürekten teşekkürler!..

                Gönderdikleri daha uzun iletilerini yararlanarak okuduğum Alim Doğan Özcivan ile Nadir Elibol’a da ilgi ve zahmetleri için ayrıca teşekkür ederim. Bu iki iletiden fırsat düştükçe söz etmeyi düşünüyorum.

-------------------------------------------------------------------    

(*)  Beş kıtadan oluşan Halice Kültür’ün şiiri aşağıdadır.

(**) İki gün önce, köydeki komşum Hikmet Zeytinkaya ile haberleştim: “Bir ay kadar önce Yukarı Mahallenin imamı başka bir köye atandı. Zaten cemaat yok âbi. Kışın, köydeki bütün erkeklerin sayısı, iki elin parmaklarını geçmez.” diye anlattı.  

Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

Öğretmenim

Ben bir gülüm, sen bahçıvan
Çok açarsam eser senin,
Misk kokarsam hüner senin,
Ama bir de soluversem,
Günah senin, günah senin Öğretmenim…

Ben tohumum, çiftçi sensin
Çok sularsan ürün senin
Bol olursam verim senin
Ama bir de çürütürsen
Hata senin, hata senin Öğretmenim…

Ben elmasım, sarraf sensin
Pırlanta isem, emek senin
Parlıyorsam, yaldız senin
Ama bir de parçalarsan
Kırık senin, kırık senin Öğretmenim…

Ben boş defter, kalem sensin
Doğru yazsan, yarın senin
Güzel yazsan, ikbal senin
Ama bir de karalarsan
Vicdan senin, vicdan senin Öğretmenim…

Ben öğrenci, sen öğretmen
Başarırsam hüner senin
Kazanırsam zafer senin
Ama bir de kaybedersem
Yok diyecek başka sözüm
Yorum senin, yorum senin Öğretmenim…

Hatice Kültür

                           *

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..