Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '20

 
Kategori
Deneme
 

Sevmek Çok Daha Zordur Yaşamak

Aşk parmak uçları ile dokunmaktır yaşamaya…
Sevmek sevebildiğin kadarıydı yalnız senin olan…
Kendimize ait huzura ait, yaşama ait yeminlerimiz vardı aramızda, biz var oldukça sadık kalacağımız…
Sana bana sözümüz vardı sonumuz son nefese olan aşktı aramızda hırpalanmayacak…
Kaç yıl sakladım, kaç an zamanı hatırlamadım ki var oluşumuza dair her şeyi, senli her şey benim nefesimdi aslında, gözlerimi yumduğum zamana kadar sürecek…
Aklımda senden başka yüz kalmayacaktı hatırlamaya dair sözüm olan, oysa şimdilerde acının ilk hecesi oldu
Dolunaya baktığımda isminle anılacak çoğul cümlede oysa ilk hecem sendin…
 
Artık son seslerle dağılıyorum yaşamın zamanlarında, ardımda düz bir yaşam.
Düz bir özlem, dümdüz bir yaşamın kırık dökük anıları ile arkamda parçalanmış yalnızlıklarım, dudağımda bana ait ıslık, göğsümde tek tük düşen yağmur damlalarının ilk üç beşi göğsümde…
 
Sadece kendime ait düşlerim, geride kalmış anıların bana ait birkaç ezgisi yaşamın, bana ait benlik cümleleri, ayrılığa ait onca cümlede anlattığım sevgiye dair cümleler. Beni ben yapan düşüncelerin sana ait kısımları ile arkada kalacak yalnızlığıma ait acıların üç beş tarifi…
Ve sadece eyvallah hayat cümlesinin vedaya ait hecesi… Attila İlhan’ın sevmeye ait bir cümlesi ile veda etmek tüm güneş ışıklarına…
Aklımda en son gördüğüm rüyanın ilk karesinin görüntüsü gözlerime çakılmışçasına. Hasreti içine gizleyen bir şarkının dibe vuran cümlesi yapışmıştı vefasız kelimesine…
Ve dudaklarımda ismine ait bir harfin sese dönüşecek anlamı…
 
Artık kaç gecedir içimde sakladığım hasreti bahara sermekle doğacak güneşin ilk ışıklarına isyan edercesine sabah sesine. O morumsu güneşin ilk ışıkları ile haykırmak istiyorum.
Kendi kendime adını hediye edercesine düştüğün anlık mutluluğa ve sevgiye ait hasret cümlelerinden birkaçı dilimde ve sen sevgili…
Ve sen küçüğüm eskiden kalma ses tonunu içime sindirerek avazım çıktığı kadar bağırıp sen benim avazımdasın sevgili…
Çaresizdim sevgili, sadece kendi kendime nefes almaktan başka çarem de yoktu artık…
Düşünüp de korktuğumuz için bir birimize söyleyemediğimiz tüm cümleleri bu günlerde yaşarken, kendi kendimizden sakladığımız tüm cümleler şimdilerde artık rüzgârdan rüzgâra dolanırken dağlara taşlara ulaşıyor haykırışlarımız…
Sevmek çok daha zordu yaşamaktan derken içimizin döküntüleri şimdilerde rüzgârlarda…
 
Sadece kendimizi kendimizle konuşabiliyorduk, sadece kendi içimizdeydi yaşamımızın tüm sevinçleri, tüm korkuları, her şeyin sonu bitmez bir noktalama işareti ile üç noktaya dönüşüyordu düşüncelerimizde... Ve birbirimize söyleyemediklerimizle var güçle acıları saklarken içimizde sadece yenmeye uğraştığımız sevme duygumuzdu... Ben bana ait olanlarla, sen seninkilerle gözlerimizin içine bakarak saklıları yaşıyorduk... Çoğu zaman en sevdiğimizle saklılarımızdan kendi kendimizle konuşuyorduk, aslında bu korkaklık değildi, aslında şüphesiz bu kaybetme korkusuydu. Ölümüne saklanan sırlar, ölümüne söz verilmiş saklılar, isimlerimizin her hecesine gömülmüş sırlarla yaşamanın korkulu heyecanı idi yaşama dair sevinçlerimiz... Yaşamdan zor olandı sevmek var olamaya çalıştığımız hayatımızda en gizlimizdi belki de çoğu zaman kendimizden başkasına anlatamayacağımız yaşam kesitlerimiz...
Sanki gömülüyordu kayıtsız yaşam tarihimizin içine en çok sevdiğimizin adı ve de kulağımıza fısıldadığı ilk cümlelerimiz...
 
Uzaktan seviyorum seni, uzak uzak yerlere kayıp gidiyor gözlerim.
İçimden bir şeyler kopuyor ama kahretsin yaklaşamıyorsun bana…
Bense her an, her bakış kadar zaman senle özleme koşuyorum.
Özlemek, beter bir yalnızlık. Sahipsiz nefesler gibi karanlık ve soğuk…
Aslında yangın yeri yürek korkuları sığırtmacı var ortada sahipsiz düşlere hükmedemeyen bir yürek ve yalnızlık… Ve hasret ve özlem, hangisinin dibi delik bilinmez bu kovanın ve yarınlar tutuksuz düşler sokağı ben se sahipsiz var olma çabasında…
 
Özlüyorum seni ama içimdeki kin çok derin ve sadece nefrete, sadece tiksintiye uzanan bir lezzet dilimde…
Oysa seni ayrılamaz düşlerle yaşamak isterken şimdi yanık bir dal beden... Acımasızlık bu yaptığın, özleme bakış…
 
Evet, doğru olan çok sevmekti, sevgide.
Sevmek aslında yaşamaktan zor olan ama sevgi zorlu seveni sever…
Şimdi yalnızlığımdan çok yalnızlığına sen gibi ağlamak istiyorum...
 
Bu amaçla tüm hayatımın geçmişini kendimde gizliyordum.
Kendi kendime sakladığım ondan gelen mektupları kilitlemiştim bir kuytuya…
Her an her zaman diliminde aklımdaki tek şey o mektupları tekrar tekrar elime alıp okumak isteğim fırlıyordu içimden…
 
Nasıl bir koyu istekti bu? Kaçıncı defa okuduğum mektuplardan birini, kaçıncı defa çılgın bir arzu, şaşkın bir istekle okumak ve her cümlenin altını açık mavi bir kalem mürekkebi ile çizmek istiyordum.
Oysa sebebini yıllarca düşündüm neden okuma isteği, neden altını çizdiğim cümlelere kısık gözle, kirpiklerimden akan yaşlarla bakıyordum satır altlarına donuk bakışlarla? Nasıl bir vaz geçilmez tutkuydu bu? Kendi kendini koruyamayan akıl tutulmalarıydı sanki… Koyu bir sarsıntı sonrası bir bedensel yıkılış gibiydi sanki… Bazen böyle bir düşüncede insan sahipsiz ve kendine yetisiz oluyordu…
Sevginin çapraz köşesinden sallanıştı bu…
 
Sebepsiz düşüncelerle, sahiplenilemeyen hareket düşleri… Nedendi bu bedenime yaptığım işkence? Geçmişe dönük bir sahiplenme duygusunun çaresizliğiydi sanki içimde bulunduğum tutumum… Ben sevgiye sadakatin kırbaçları ile beden acılarına dalıyordum… Ve artık bu düşüncelerin tutsaklığını yaşıyordum…
Sadece sevgili olmaktan başka düşleyeceğim hiçbir hareketin sahibi değildim artık…
Ben bu tutkunun içinde ulaşılamaz bir değişimin savaşını veriyordum yıllardı…
O mektupları elime aldığım andan itibaren aslında gözlerim görmezde, zaten ezberlediğim cümleler dilimde kıvrılıp duruyordu…
Ben sevginin kareli kâğıtlara düşmüş hâlinin tutsaklığı içindeydim…
 
Gittiğin yer, bıraktığın şehir, hep aynı. Ne büyüdü, ne de küçüldü. Her şey bıraktığın kadar… Güneş aynı yerden doğuyor. Ve batışına uzanan yol hep aynı. Sadece otobüs durakları değişti. Ama bir eksik, ama üç fazla, fakat amaç aynı yolları tüketiyoruz bir yerden bir yere gitmek için... Arabam da aynı hani senin çok sevdiğin kliması da…
 
Ben bıraktığın, yani sen gitmeden önceki nefesleri alıyorum. Sadece biraz yorgun, biraz kırık hayata, sensizlik bastı geçti her şeyin üzerine…
Acılar bir başkalaştı, çoğu zaman en derinden vuruluyorum, çaresizlik diz boyu, buralarda artık bir başka türlü yanıyor canım.
Ama ben hep aynı düşleri görüyorum, aynı yeknesak zamanlarımı yaşıyorum.
Hep aynı sensizlik bükülüşleri… Hep aynı denizin duruşu veya hırçınlığı…
Yani değişen bir sen eksikliği bu şehirde… Ne bıraktın ise yaşadığımızdan ne fark varsa hepsi o kadar işte…
 
Sadece yalnızlık ve hırslar var. Üst üste binmiş sadece öfkem ve kırgınlıklarım artmış, sadece her sabah güneşin doğuşuna bir başka düşüncelerle bakıyorum…
Velhasıl, yalnızlık bir başka hırs ve kırıklık…
İnsan hep içine içine konuşuyor, düşüncelerini patlatırcasına…
 
Ve artık umut, sensizlikle bir başka türlü duruyor içimde…
Kızgınlıkların arasından fırlayan can acıları, cümleler ve ben sensiz bir başka türlü şartlarla yaşamda varım galiba…
 
İşte sen gittikten sonra değişen sadece benim duruşum.
Biraz öfke, biraz kırgınlık, en önemlisi de senden, seni sevdiğimden çok tiksinmem…
Hayat bu sevgili, insan bırakıldığı gibi kalamıyor hayata. Çok şeyler değişiyor. Çok şey önemini yitiriyor. Ve sen de çok şey gibi önemsenmelerde geriliyorsun…
İşte en çok canım buna yanıyor…
 
Ne kadar da çok değerliydin bende… Ne kadar da çok gülüşlerime hükmediyordun…
Şimdilerde gözlerim dalıp dalıp gidiyor beni koyup bıraktığın yere…
Ve… Ve… O geceye, o geceden sonra kopacak o kadar çok yıldız kaydı ki gökyüzünden, o kadar çok karardı ki o kadar yalnızlaşmış ki yıldızların rengi ve kayan yıldızlar şaşkına çevirdi beni…
 
İçimdeki güneşin parlaklığını alıp gittin…
Sadece puslu bir yaşamım var şimdi…
Yağmurlarla baş başa bırakıp gittin ki artık adın bile ok olmuş içime…
Kocaman bir karartı halinde sadece yalnızlığım var içimle baş başa kalan…
Dönek bir yaşamdı bu senli nefes almalar…
Yarı yolda bırakılan bir sevdanın içinde iken vazgeçilmiş bakışlara saklanıyoruz artık…
Bak sevgili, yine gelinciklerin, yine iğdelerin çiçek açma zamanı.
Koca koca kış günleri omuzlarımızda dağıldı…
Ve yalnızlığın buruk tadı var artık dilimde…
 
Sevmek sevebildiğin kadarıydı yalnız senin olan…
Sevmek çok daha zordur yaşamaktan…
 
 
 
Mustafa Yılmaz 4
 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..