Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Seyahatname_Karadeniz

Seyahatname_Karadeniz
 

Hani süregelen bir tatil anlayışı vardır ülkemizde tercihen ya güney ya da ege kıyılarında üç /beş yıldızlı otellerden ve onların " her şey dahil" servis anlayışıyla organize bir tatil! Son yıllarda bu tatil anlayışı bana sanki bir görev niteliğinde zorunluluktan ibaret olmaya başladı. Önce tatil için bir belde ve bütçenize uygun bir otel tayin ediyorsunuz. Belki şehrin gürültüsünden ve iş stresinden uzaklaşmak ilk birkaç gün keyifli olabiliyor. sonrasında hep aynı program! kendimi lux bir hapishaneye kapatıp tatil için ayırdığım süreci tamamlama zorunluluğu gibi gelmeye başlıyor. Bu monoton tatil anlayışının vermiş olduğu bıkkınlıktan olsa gerek, son yıllarda toprağa basmak bir ağaca sarılmak istemi oluştu bende… doğayla başbaşa üzerimdeki birikmiş negatif elektriği boşaltma, ihtiyacı ile "tatil" diyerek bu yıl farklı bir kaçış planı yapmak istedim.
Ne Ege kıyıları ne de Güneyin kavuran sıcağı Akdeniz!
Bu kez kuzeye!

Yeşilin her tonunu görebildiğiniz ve doğanın cömert yüzünün kolayca hissedilebildiği Karadenize.

Kısa bir ön araştırma yaparak bu organizasyonu en iyi gerçekleştiren firmanın tespiti ile başladık öncelikle… aldığımız referanslar neticesinde Ayder Turizm'in 22 Temmuz da gerçekleştirileceği Karadeniz Yayla tur programına iştirak etmek üzere tercihimizi belirlerdik. Gerekli hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra gezimizin start noktası Ankara sıhhıyede ki Atatürk Lisesinin önünden hareket edecek otobüsümüze yerleştik. Tanışma faslı ve gerekli ikramlar yapıldıktan sonra biraz kitap okudum ve ertesi gün gezi programının yorucu geçecegini tahmin ettigimden erken uyumak istedim.Gece Sungurlu da verilen moladan sonra sabah saat 7.00 civarı Ordu Perşembe Dedeevi otelde açık büfe kahvaltımızı yaptık. Bu arada edindiğim kültürel bilgileri de aktarmadan geçmek istemiyorum. Karadenizin ekmeği çok lezzetli! Rehberimizin anlatımı doğrultusunda (1800 lü yılların sonundan itibaren 1918 birinci dünya savaşının bitimine kadar yaklaşık 30 yıl) Rusların bu bölgeyi işgali sırasında burada yasayan halkı mutfaklarında çalıştırmışlar ve işgalin bir avantajı yöre halkına pastacılığı öğretmisler. Daha önce hiç dikkatimi çekmemisti. Serender gibi bir çok ünlü pastanenin sahipleri fark ettim ki Karadenizli .

Kahvaltı sonrası gezimizin ikinci durağı Giresun'a geldik. Giresun adı kiraz diyarı anlamına gelen “kerasus” dan geliyormuş. Kiraz mevsimi geçtiğinden biz kiraz filan göremedik tabi! Sabahın ilk saatlerinde Giresun kalesine çıktık. Burası şehre hakim bir tepeye kurulmuş, korunun içinde restoran ve cay bahçeleri olan bir mekan. Kalenin içinde Atatürk’ün silah arkadaşı Topal Osman Ağanın anıt mezarı ve bir de ramazan ayında iftar ve sahur vakitlerini bildirmek için kullanılan top var. Biraz dinlenmek üzere çay bahçesine oturup çaylarımızı yudumlarken şehrin panoramik görüntüsünü izleyerek dinlenme imkanı bulduk. Giresun’un tarihi ve turistik yerlerinden ve Karadeniz kıyılarının tek adası Ares adası da bu şehirde…. bulunmakta. Rivayete göre bu adada M.Ö ki tarihlerde bir dönem amazonlu kadınların yasadığı rehberimiz tarafından rivayet edilmekte… Giresun kalesini ziyaretimizin ardından otobüsümüz Öğle yemeğini yemek üzere Akçaabat'a doğru hareket etti.

Akçaabat bilindiği üzere köftesiyle ünlü bir belde. Nihat Ustanın yerinde konuk oluyoruz bu kez. Oldukça ferah bir mekan burası. Havanın sıcak olmasına rağmen kıyıdan gelen serin bir esinti ve dalgaların nağmelerini duyumsayarak tek kelimeyle enfes diyebileceğim köftenin lezzetinin keşfine varıyoruz burada. Yanında ayran, piyaz ve karpuz…Ola ki! yolunuz düşerse oralara mutlaka denemeden geçmeyin derim.

Simdi Trabzon’un yaklaşık 10 km. uzaklıkta tepenin yamacında çam ve kayın ağaçlarıyla Soğuksudaki Atatürk Köşküne doğru ilerliyoruz. Rum zenginlerinden (ismini hatırlayamadığım) bir şahsiyet tarafından yazlık köşk olarak inşa edilmiş. Köşk, seçkin bir mimarinin yanı sıra dikkatimi çeken diğer bir husus Özel bir ısıtma sistemi. Salon da dizayn edilmiş salomanjenin cam bölmeleri üzerine yalnızca beyaz çizgilerle işlenmiş vitray çalışmaları görmeye değer bir güzellik. Ve asıl görülmeye değer tıpkı İstanbul Dolmabahçe sarayını andıran bin bir çeşit çiçeklerle bezenmiş bahçesi. Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk'ün yaptığı büyük yurt gezisinde Trabzon'u ziyareti sırasında köşk'ü görmüş ve cok beğenmiş ve Köşk belediye tarafından Atatürk'e hediye edilmiş. Ölümünden sonra da Atatürk Müzesi olarak ziyarete açılmıs.

Yemekten sonra şimdi istikamet Maçka!

Yani! Sarp kayalıklar üstüne kurulmuş şimdiye kadar yalnızca resimlerde görebildiğim görkemli tarihi dokusuyla "Sümela manastırı"… Buraya iki türlü ulaşım söz konusu! Birincisi minibüslerle diğer seçenek ise ormanın içinden oldukça engebeli, dar ve nemden dolayı yer yer kaygan bir patikadan yaya olarak ulaşıyorsunuz. Kırkbeş dakikalık zorlu bir yürüyüş den sonra ulaştık. Burada tırmanış boyunca dikkatimi çeken rutubet oranı yüksek olmasına rağmen şehrin iklimi burada fark edilmiyor! Kendine özgü bir kliması varmış gibi serinlik hissediyorsunuz. Yalnız itiraf etmeliyim manastıra ulaştığımda beklentimin dışında bir kalıntıyla karsılaştım. Dar ve uzun taslarla örülü bir merdivenle giriyorsunuz, sağ tarafta kapı hücreleri var bu kısımlar öğrenci yatakhaneleri ve kütüphane olarak kullanılmıs. Sonra dar bir merdivenle iç avluya iniliyor orada kayadan damlayan kutsal suyu muhafaza eden kısmen yıkılmıs bir de şadırvan var. Şadırvanın hemen arkasında yanlıs hatırlamıyorsam "Şapel" denilen küçük kilise ve kilise üzerinde yer yer sökülmüs oldukça harap bir görünüm taşıyan fresko resimlerle Incil'den alinmis sahneler, Hz. Isa ve Meryem Ananın hayatıyla ilgili belli belirsiz tasvirler var. Bu dini tesis Kurtulus savasindan sonra 1923 yılında mübadil denilen dönemde Atatürkün buradaki rahipleri ve kutsal emanetleri Yunanistan'a göndermesiyle başıboş bırakılmıs. Bu yüzden uzun yıllar sahipsiz ve kontrolsüz kalmış olması nedeniyle harap olmaya terk edilmis. Kültür Bakanlıgı bu konuyla ilgili bir restorasyon çalısması başlatmıs olmasına ragmen yine de tarihi dokusunu kaybetmiş oldugunu düşünüyorum. Zorlu bir tırmanışdan sonra inisimiz daha keyifli oldu. Vadiye ulaştığımızda yoğun bir kalabalık vardı ne festivali bilmiyorum ama büfeden aldıgımız “kömü” adı verdikleri yöreye has cevizli tatlı da gercekten denemeye deger bir lezzetti.

Gezimizin ilk günü oldukça yoğun ve yorucu, ancak son derece keyifli geçen programın ardından aksam yemeği ve konaklama için Rize Çayelinde "Grand Çavuşoğlu" otele geldik. Kendine özgü yöre yemekleriyle açık büfe servis hizmeti ve canli müzik programı eşliğinde huzurlu bir aksam yemeğiyle turumuzun ilk gününü noktaladık.

Turumuzun ikinci günü; Sabahın erken saatlerinde kahvaltı sonrası otelden ayrılıp Rize/Pazar'a dogru hareket ettik. Minibüslere transfer olduktan sonra sırasıyla Lomgo, Meleskur, Çingit, Tomasli, Köyleri üzerinden safari yaparak Kanlıboğaz Geçidi ve Vice Köyü üzerinden Çamlihemsin'e kadar yürüdük. Genellikle dik yamaçlara kurulmus ahşap evleri özellikle Rize Çayeli civarında alabildiğine fındık ve çay bahçeleri… Doğa tüm güzellini cömertçe sergilerken burada bir şey dikkatinizi çekiyor! Bu göz kamaştıran doğal güzelliklerin yani sıra gezi boyunca izlediğim gerçekten de yasam koşullarının ne denli zorlu olduğu! Vadi-yamaç arası ulaşım Vargel dedikleri ilkel tarzda bir telefirikle sağlanıyor. Tabiatın zor koşullarıyla mücadele ederek hayatın zorluklarının üstesinden gelmeye çalışıyor yöre insanı. Özellikle Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu dan sonra göç oranı en yüksek bölgemiz. Devlet ufak çapta bir el atmış son yıllarda bu bölgeye. Fındık ve çay yetiştiriciliğin yanı sıra kivi bahçeleri dizayn etmiş bölge tarımına katkı olsun diye…Bu uzun ve keyifli yürüyüşümüz sırasında bölgenin kıvrak zekaları ve esprili dünya görüşleriyle de fıkralara konu olan Karadeniz insanini daha yakından tanıma fırsatı bulduk
.Ardından öğle yemeğini yemek üzere Fırtına deresinin kenarındaki Osmanlı tesislerine geldik. Burada da festivalden dolayı yoğun bir kalabalık, yöreye özgü tulum ve kemençe eşliğinde horon show'u izledik. Öğle yemeğinde mönü de ise Alabalik-salata ve yöresel yemeklerinden laz böregi ile mıhlama vardı. Sanırım en beğendiğim yöre yemeği de mıhlama oldu. Yemek boyunca Fırtına deresinde düzenlenen rafting gösterileri de festival senlikleri arasında görülmeye değer bir etkinlikti.

Iki saatlik yemek ve dinlenme molasından sonra rotamız Tar Deresi Kanyonu. Yaklasik 1, 5 saatlik safari sonrasında Göksu Şelalesi'nin geldik. Bu bölgede tam 400 endemik bitkisi örtüsü varmış. Yani! endemik şu demek oluyo! yalnızca o bölgeye ait dünyanın hiçbir yerinde eşi ve benzeri bulunmayan bitki türü… Dönüşte tur ekibinden arkadaşımız Neşe'nin dar bir yamaç dan inerken ayağının kayması sonucu bileğinin burkulması hepimizin neşesini kaçırdı. yol boyunca ona refakat ederek otobüsümüzün bulunduğu mekana biraz rotarlı ulaştık. Aksam 18 sularında Konaklama ve akşam yemegi için hani su takvim yapraklarında resmedilen ve uzun zamandır görmeyi hayal ettigim Ayder Yaylasına geldik ve burada Ayder Hasimoglu Otel'e yerlestik. Yöresel müzik ziyafetinin yani sıra bu kez horon Show'a bizde istirak ederek son derece neseli ve eglenceli bir aksam geçirdik.

Üçüncü gün sabahı kahvaltı saati biraz toleranslı bu yüzden biraz daha geç uyandık .Kahvaltı sonrası yine minibüslerle gerekli levazımatı ve kumanyalarımızı aldıktan sonra Avusor Yaylasi'na doğru hareket ettik. Yolarimi, Hacizeni, Kvaokobgumeri ve Doba Yaylalarini görerek Avusor Yaylasına ulaştık. Burada orman belli bir yükseklikten sonra sona eriyor Yol boyunca yaz -kış ikamet edilebilen yayla köylerine rastladık hep etrafta. Temmuz ayındayız ama sanki bahar yeni gelmiş buralara, alabildiğine yeşil meralar ve rengarenk kir çiçekleri… deniz seviyesinden yüksekligi 2.650 m olan Avusor Celazena Buzul Gölüne doğru tırmanıyoruz şimdi. Gölün kaynaklarına doğru yükselmeye başladıkça etrafımızdaki manzara da büyüleyici bir güzelliğe bürünmeye başladı. Her adımı çimenler ve kır çiçekleriyle kapli yaklasık 2 saat süren yolculuk sonunda Zirveye yaklaşmış olmalıydık ki parlayan güneşe rağmen havanın serinliğini hissetmeye başladık burada . Yaz aylarında bile yer yer erimiş karlarla kaplı doruklardan süzülen buzulların oluşturduğu bu göl gerçekten de zirve tutkunlarının basını döndürecek güzellikte. Burada programımız yaklaşık 4 saat sürdü bu süre zarfında aynı anda adeta 4 iklimi yasama fırsatını bulduk. Iniş yolculuğumuzda ise dağ çiçekleriyle kaplı yaylalar ve bulut denizleri arasında kaybolup adeta rotanızı bulmaya çalışmak da ayrı bir eğlence... Birde su akabildiği her yerden süzülerek yol açmış kendisine, Yaylalar bal üreticiliğine elverişli olduğundan aşağılara doğru inildikçe bol bol kovan görebiliyorsunuz civarda. karakovan balı diye bilinen kovanlar kayalarda inşa ediliyor.Çünkü Ormanı ve dağları bol bir memleket olduğundan bu ortamlarda ayı gibi vahsi hayvanlar da yasıyormuş.. Iste ayılar da bu kovanlara musallat olmasın diye ya ağaçların tepelerine ya da ayıların erişemeyecekleri şekilde kayalara yerleştiriyorlarmış kovanları. Oldukça zor bir sekil yaratmışlar yani!
Kalegon mevkii ve Gelintülü Şelalesi'nin görülmesinden sonra bugünkü yayla programımız da böylece sona erdi. Otele dönüş saatimiz erken olduğundan Aksam yemegine kadar geçen süremizi değerlendirmek üzere Ayderdeki kaplıcalara gitme firsatı bulduk. Ancak şifalı olarak bilinen ve turizme yönelik hizmet veren bu tesisin özellikle hijyen ve hizmet kalitesi açısından gerekli düzeltmeleri yapması gerekiyor. Saat 20 de yine yine aksam yemeği ve tulum eşliginde horon vardı. Yorgunluk mu yoksa restorantda ki kalabalıktan mı bilmiyorum üçüncü günü aksamı erkenden uyumayı tercih ettim.

Ertesi sabah Ayder den ayrilarak bu kez Ardesen, Fındıklı, Arhavi, Hopa, Kemalpaşa üzerinden Sarp Sınır Kapısının görülmesinden sonra. minibüslere transfer olarak Artvin Borçkadaki Karagöl'e doğru hareket ettik. Ulaştığımızda yoğun sisten dolayı bahsedilen ender güzellikteki manzarayı görme imkanı bulamadık. Ancak göl çevresinde sıkca örülmüş ladin ve çam ağaçlarının gölgesinde bizi sazlıkların arasından adeta selamlayan kurbağaların refakatı eşliğinde 45 dakikalık bir yürüyüşle farklı bir atmosferi duyumsadık. Nem oranı oldukça yüksek olduğundan sanırım yağmur ormanlarının romantizmini hissediyorsunuz burada. göl kenarında Orman Bakanlığının tek katlı bir konukevi var burada. Çiveneburinin gitar konserı eşliğinde kumanyalarımızı yedikten sonra Uzungöl'e doğru hareket ediyoruz. Uzungöl Trabzon Of ilçesinin Çaykara yönünde..

Asfalt yoldan Aksam saatlerinde ulaşıyoruz Uzungöle, Çam Ormanlarının eteğinde akan derenin doğal nameleri eşliğinde gerçekten de farklı bir rüya beldesi.Bu kez Sezgin Motel ve Alabalık Tesislerinde misafir ediliyoruz.Burada tatlı, huzur veren bir ortamla tanışıyoruz.Ancak konakladığımız tesis servis ve hizmetler açısından bu organizasyonun en zayıf halkası. Ertesi sabah kahvaltı sonrası dar ve patika bir yoldan 1, 5 saat süren yolculuğumuz sonrasında Uzungölde ki Şekersu yaylasına ulaşıyoruz. Bunca zorlu yolculuğun ardından kayda değer bir görüntü olmadığından buradaki izlenimlerimle ilgili bir tasvirde bulunamıycam.

Aksam yemeği ve konaklama için Trabzondaki Aksular Otel'e doğru hareket ettik.. Son aksam yemeginde dönüs hüznüyle mi yoksa bir hafta yoğun geçen maratondan mi bilinmez ilk aksamın coşkusundan uzak, buruk bir sendrom vardı. Ekibin çoğunluğu eğlenmek yerine yemekten hemen sonra erkenden uyumayı tercih etti

Ertesi sabah Ankara'ya dönmek üzere otobüsümüz saat 7.30 sularında hareket etti. Hareketimizden birkaç saat sonra gezi durağımız “Rize dokuma fabrikası” Rize de el dokumacılığının tarihi kesin bilinmemekle birlikte tarih öncesi çağlara dayandığı iddia edilmekte. Rize bezinin asıl hammaddesi kenevir. Yalnız ülkemizde yeteri kadar kenevir üretimi yapılamadığından son yıllarda bu doku yerini pamuk ipliğine bırakmış. Kullanım alanları; emici ve sıhhi bir özelliğe sahip olması nedeniyle peçete çarşaf, Pareo olarak tercih edilebilir. Yol üzerinde fındık ve mamullerinin satışa sunulduğu bir tesiste konaklama ve alışverişten sonra Öğle yemeğinde Meşhur Samsun pidesini yemek üzere Terme ye geldik. Aksam saatlerine doğru leblebisi ile ünlü ilimiz Çorumda kısa bir mola verip Ankara'ya doğru hareket ettik.varış saatimiz yine 9.30…

Karadeniz'in olağanüstü doğal güzelliklerinin kültürel değerlerle kucaklaştığı ortamlarda düşsel bir gezi gerçekleştirdik. Yılın 280 günü yağıs alan bölgede seyahatimizi kendi açımdan şanslı bir tarihte gerçekleştirdigimizi düşünüyorum. Ancak Bir hafta sonrasında Karadeniz de sel ve heyelan yüzünden yaşanan can kaybı gerçekten de üzüntü vericiydi.

29/7/2005

 
Toplam blog
: 48
: 1807
Kayıt tarihi
: 17.07.09
 
 

Bir Nisan akşamı kışı uğurlayan, baharla gelmişim dünyaya…  Hobi olarak çeşitli tasarım etkinlikl..