Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '17

 
Kategori
Öykü
 

Seyran Bacı

Seyran Bacı
 

Seyran Bacı


Kars’ta 1975 yılında öğretmenlik yapıyorduk. Dünya tatlısı bir kızımız oldu. Doğum sonrası kırk iki gün iznim vardı. Acilen bir bebek bakıcısı bulmamız gerekiyordu. Okula başlamıştım ve yaz olduğu için bebeğimi yanımda okula götürüyor, pusetinin içinde bir köşede yatırıyordum. Müdür yardımcısıydım ve okul müdürü ve diğer yardımcılar askere alınmışlardı. Okulda yalnızdım. Yatılı okul olduğu için atamalar duyurulacak, yeni kayıtlar için sınav hazırlığı yapılacak, iki yıllık eğitim enstitüsüne ön kayıtla öğrenci alınacaktı. Başımı kaşıyacak zamanım olmadığı halde yanımda bir buçuk aylık bebeğim de vardı.
Eşim yurt dışından döner dönmez bakıcı aramaya başladık. Tanıdığımız herkese bakıcı aradığımızı duyurduk. Hiçbir yerden ses çıkmıyordu. Çaresiz bekliyorduk.
Okulumuzun aşçısı Aziz bir gün:
“Hocam, köyden bir tanıdık geldi. Eskiden Ömer beylerde çalışmış. Benim aklıma siz geldiniz, çocuk bakar mısın diye sordum, bakarım dedi. İsterseniz bir görün.”
“Olur Aziz, sen onu bize getir bir görelim” dedi eşim.


Ertesi gün Aziz yanında yaşlı, zayıf, dişleri olmadığı için yanakları çukur, kambur duran, kara kuru bir kadınla geldi. Konuşurken kulağının da ağır işittiği ortaya çıktı. Üzerinde kat kat eski ve renkleri kaybolmuş elbiseleri ve önünde bir de önlüğü vardı. Başında gene kat kat yazmalar ve kara bir örtü vardı. Yaşını altmış beş diyordu ama görünüşü yetmişten fazlaydı.
Ne yapacağımızı şaşırdık. Tamamıyla düş kırıklığıydı bizim için. Bu kadıncağıza iki aylık bebeğimizi emanet edecektik. Başka bir seçeneğimiz de yoktu.
“Bebeğe bakabilir misin?” diye sorduk.
“Bakarım” dedi kısaca.
Ne düşündük bilemiyorum ama mücadeleci ruhumuz ayaklandı sanırım, bununla baş edebileceğimizi ve kabul ermemiz gerektiğine anında karar verdik.
“Bacı, yarın gel, biz de yerini hazırlayalım” dedik.
İşimiz çoktu ve fazla zamanımız da yoktu. Hemen çarşıya koştum. Yaz olduğu için üç çeşit basmadan dörder metre aldım. İç çamaşırı satan yerlerden de birkaç kat o yaşta kadınların giydiği çamaşırlardan seçtim. Başörtülerini de temin ettikten sonra eve döndüm. Hemen işe başladım. Dikiş dikmesini biliyordum ama henüz bir makinem yoktu. Annem terzi olduğu için o yaştaki kadınların ne tarz elbiseler giydiğini de biliyordum. Hemen kumaşlardan birini biçtim. Elbise biraz bolca olsun, yeter ki işimizi görsündü. O gece elde makine dikişiyle elbiseyi dikip bitirdim.
Ertesi sabah bacı geldi. Onu da yanıma alarak doğruca hamama gittim. Ona çıkardığı çamaşırlarını burada güzelce yıkamasını ve benim vereceğim giyecekleri giymesini söyledim. Hamamdaki yardımcı kadınlardan da ona yardım etmeleri için rica ettim.
Oradan doğruca eve geldik. Uyumlu bir kadındı. Nedense sevmiştik onu. Yıkanan çamaşırlarını kenarları olmayan balkonumuzda kuruttuktan sonra bir torbaya doldurdum ve ona ayırdığımız odanın bir köşesine koymasını söyledim.
“Ben sana daha yeni giysiler dikeceğim, bunları köye gidince giyersin” dedim. Kabul etti. Sanırım kimse onunla bu kadar ilgilenmemişti şimdiye kadar.
Sonra öyküsünü anlattı bize.
Ailesi yaşlı bir adamla evlendirmiş onu. Çok fakirlermiş.
“Hocam, eti hayvan hastalanınca keser yeriz, ya da komşular kurban kestiğinde verirlerse yeriz. Gaz alacak paramız olmadığı için lambamızı fazla yakmayız. Kocam bir süre sonra öldü. Töreye göre kaynımla evlenmem gerekti. Ben hiç istemedim. Ona kardeş dedim, karsı da eltimdi, çok severdim. Nasıl olur ona kuma kaynıma karı olurdum. Çok ağladım. Bir oğlum vardı. Ama bırakmadılar. Kaynıma imam nikâhıyla verdiler. Kaynım, karısı oturduk konuştuk. Ben asla buna razı değilim. Aynı evde otururuz ama ben sana karılık etmem dedim. Onlar da kabul ettiler. Öylece oğlum evlenene kadar birlikte oturduk. Oğlum evlenince onunla ayrı eve geçtim. “
“Peki Bacı, neden buraya geldin?”
“O gün bir kavanoz kırıldı elimde. Gelin bana çok kızdı. Oğlum da geline arka çıkınca, kahrettim, Kağızman’daki akrabaların yanına gideyim dedim. Yola çıkıp otobüs beklemeye başladım. Gelen otobüse bindim. Bir yandan da ağlıyorum. Yol çok uzamış gibi geldi bana. Camdan dışarı baktım, tanıyamadım oraları. Biraz bekledim, muavine sordum. “Oğlum biz nereye geldik” dedim. “Kars’a az kaldı ana” dedi. Başımdan kaynar sular indi aşağı. Yanlış otobüse binmiştim, şimdi ne yapacaktım.
Kars’a gelince otobüsten indim. Yol kenarında bir köşeye çömeldim. Başımı ellerimin arasına aldım, hem ağlıyor hem de nereye gideceğimi düşünüyordum. Yoldan geçenler bana para attılar. Dilenciyim sandılar. Hemen ayağa kalktım, çarşıda köyden tanıdığım birilerini sordum. Aziz bizim köylüydü. Araya sora onu buldum. O da beni size getirdi.”
Çok acı bir öyküsü vardı. Bu kadını artık ortada bırakamazdım. Çocuk bakmasından pek anlamıyordu. Hazırladığım mama yerine şekerli suya ekmek parçaları atıp onu yediriyordu. Süt saatimde benim eve gelmemden biraz önce doyan bebek şekerli yiyeceğe alıştığı için yavan sütümü sevmez oldu ve memeyi bıraktı. Gene de razıydık. Hiç olmazsa evde ağlamasını duyacak biri vardı. Ondan hiçbir iş istemiyordum. Sadece bebeğin başında otur, ağlamasın diyordum.
İki kız torunu vardı. Onları özlüyordu. Biz yokken de ağıtlar yakıyormuş kızıma. Eve teybi açıp bırakmıştık endişelerimizi gidermek için. Sadece kızıma söylediği içli ninniler vardı kayıtta.
Bacı bana kızartma yaptıktan sonra döktüğüm yağları biriktirmek istediğini söyledi. Ne yapacağını sorduğumda köye götüreceğim diye cevap verdi. “Bacı sen köye giderken ben sana yağ alırım” dedim ama “olsun, onları da götüreyim yazık olmasın” dedi.
Baktım evde sıkılıyor, ona torunlarına kazak örmesi için yün aldım. Güzel, hırkalar, kazaklar ördü. Eline her ay para veriyordum. Bu parayı kendine sakla dediysem de oğlu annesini görmeye gelince dayanamayıp vermiş. Ne diyeyim, annelik işte.
Köye gitmek, torunlarını görmek istedi. “Tamam ama geri dön, bizi ortada bırakma” dedik.
Ördüğü örgüleri, bir evde kullanılabilecek her çeşit erzakı, çocuklara aldığımız giysi ve oyuncakları ve bir Vita tenekesinde biriktirdiği çeşit çeşit kızartmadan kalan yağları alarak köyüne sevinçle yollandı.
Geleceği sabah pencerenin önünde okula gitmek için hazırlanmış ve yolunu gözlüyorduk. Vakit geçtikçe endişe etmeye başladık. Dönmeyecekti, hasrete dayanamamış kalmıştı anlaşılan. Eşimle hangimizin evde çocukla kalacağını konuşurken, yeldirerek geldiğini gördük. Ne kadar sevindiğimizi anlatmak zor.
Bacıyı bakıma aldım. Diş yaptıralım dedik. “Böyle iyiyim, kullanamam” dedi. Saçlarına yakması için kına aldım. Kendi de sarışınmış oldukça yakıştı. Kendi annemize nasıl yaparsak ona da öyle davranıyorduk. Kilo aldıkça yüzü gözü açıldı. Hoş şirin bir kadıncağız çıktı ortaya. Bize ilk gelen onu ikimizden birinin annesi sanıyordu. Hatta bir tanıdığımız Kayseri’de oturan babasına Bacıyı istemişti. Bacıya “ister misin” diye sorduğumuzda “köyümün çobanına giderim ama başka şehre gitmem” deyince “demek ki aklında evlenme var” demiş, gülüşmüştük.
Şehrin Öğretmen Evleri denilen mahallesinde ikinci katta bir evde oturuyorduk. Mutfak penceresinden birkaç kez yaşlıca ama dik yürüyen bir adamın bizim eve baktığını gördüm. Siyah paltosunun yakalarını kaldırmıştı. Birinci MC hükümeti vardı ve bizler göz hapsindeydik. Okulda sık sık olaylar çıkıyordu. Bu adamdan şüphelenmiştim. O günlerde lojman boşaldı ve oraya taşınınca bunu da unuttum.
Ancak ocak ayında eşimle ikimizin Kayseri’ye tenzili rütbe olarak tayinimiz çıktı. Tabii bu bir sürgündü. Kars’tan ilerisi yoktu çünkü.
Bacıdan bizimle Kayseri’ye gelmesini istedik, gelemeyeceğini, buralardan uzaklaşamayacağını söyledi. Bu arada arkadaşlarımızdan birisi bacımızı çocukları için almak isteyince çok sevindik.
Biz böyle düşünürken bir gün bir gurup kadınlı erkekli Karslı bizi ziyarete geldi. Hayırdır dedik, tanımadığımız kişilerdi bunlar. Meğer daha önce penceremizden evimizi gözleyen bey, bacının methini duymuş ve ona talip olmuş. Adamcağızın karısı ölmüş. Yirmi tane evi varmış ama yalnızmış. Kendisine can yoldaşı aramış. Ve bu ekip bacıyı istemeye gelmiş. Bacıyla konuşun dedik. Bacı razı oldu. Biz oradan ayrılmadan birkaç gün önce getirdikleri bir arabaya bacının yatak yorgan, havlu gibi çamaşırlarını yükleyip onu evine uğurladık. Oradan ayrıldıktan sonra da bir daha haber alamadık.

 

 Seyran Bacı ve Özgü Bebek

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 7
: 85
Kayıt tarihi
: 01.03.16
 
 

Emekli Fransızca öğretmeni, roman, öykü, çocuk öyküleri yazarı ..