Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '09

 
Kategori
İnançlar
 

Şeytan da ateist değildir! (1)

Şeytan da ateist değildir! (1)
 

şeytan!!!


Şeytan, Allah’ı ve doğruların neler olduğunu hepimizden çok daha iyi bilendir. Ama kendi “ateşten” olan yaratılışını, “çamurdan” yaratılmış insandan üstün gördüğü için lanetlenmiştir. (Ama o bile, kendini, kendisiyle aynı yaratılıştaki diğer cinlerden üstün görmez!)

Hepsi aynı “çamurdan” yaratılmış insanların saç, ten, zenginlik vs. gibi farklılıkları üstünlük veya aşağılama konusu yapmaları Şeytanın gerekçesinden bile geçersiz ve zalimce bir yaklaşımdır.

<ı>

<ı>“Allah dedi: ‘Ey İblis! Sana ne oluyor da secde edenlerle beraber olmuyorsun?’ Dedi:’Kuru bir çamurdan, değişken-cıvık bir balçıktan yarattığın bir insana secde etmek için var olmadım.’ Buyurdu: ‘Öyleyse çık oradan, çünkü kovuldun. Din gününe kadar üzerinde lanet var” (Hicr, 54/15, 32-35)

<ı>“Dedi: ‘Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Birçoklarını şükreder bulamayacaksın.” (A’raf, 39/7, 16-18)

Çağımızda bencillik, her ne kadar “kendine saygı” olarak aklanıp başköşede yerini almışsa da, insanlara mutluluk getirmemiştir. Kişiyi yok sayan, ezen, sadece toplum, aile vb. başkası için var olma veya yok olma anlayışı yıkılırken bir uçtan diğer uca savrulma sonucu, benim param, benim evim, benim keyfim, vb. anlayışı gelişmiş, bu da büyük oranda yalnızlık ve mutsuzluk getirmiştir. Pek çok toplumda tanıdık insanların temel ihtiyaçları bile, kişinin zevklerinden sonra gelmekte, zor zamanlarda yanında kimseyi bulamayan insanlar güçlü olmak veya görünmek için büyük ölçüde alkol veya ilaçlardan, terapilerden destek almaktadırlar.

Kur’an’ın insanı, kendisine, ailesine, çevresine ve diğer yaratılmış olanlara karşı sorumlulukları olan, ancak kendi davranışları ve inançları konusunda kendisi karar veren özgür insandır. O, ne tarikat cemaatinin, ne de dinleri reddedenlerin oluşturduğu cemaatin genel kabulleri dışına çıkmaktan korkandır. O, yanlışı fark ettiğinde ondan uzaklaşan, yanlışın yerine doğrusunu yol edinendir. Farklı düşünmekten, “dinsizlerle aynı fikirleri savunuyor” olmaktan veya “softalarla aynı kefeye konmak” tan, sonuçta kendi çevresi içinde yalnız kalmaktan korkmaz. Öğrenmeye ve kendini geliştirmeye, eleştiriye ve özeleştiriye açıktır. Okur, düşünür, tartışır, karar verir. Allah akıl vermişse onu kullanması gerektiğini, kendi aklından ve yaptıklarından sorumlu olduğunu, başkaları (şeytan) tarafından kandırılmış olmanın Allah’a karşı bir mazeret olamayacağını bilir. “Kimsenin başkasının günahının taşıyıcısı olmadığını”, “Doğduğu gün gibi tek başına kalacağını ve o günde dostun dosta yararının olmayacağını”, “Güzellikler getirene daha fazlasının var olduğunu” bilerek, dinini sadece başkalarından değil, kendi kitabı olan Kur’an’dan öğrenir. İnancını “kınayanın kınamasından korkmadan” yaşar ve dile getirir.

Kendilerini üstün gören insanlar ise, güçleri ve pozisyonları ne kadar üstün olursa olsun, çevrelerinde ne kadar çok insan olursa olsun, “çevrelerinde kendilerine denk insanlar bulunmayan” duygusal olarak yalnız insanlardır. Kişilikli olmak ile kibirli olmak, kendini aynı yaratılıştaki insanlardan üstün görmek aynı şey değildir. İnsan yeteneklerinin ve bilgisinin üst sınırları vardır. Bilinen bütün yetenekleri ve bilgileri kendisinde toplamış tek bir insan da mevcut değildir.

Kur’an’da meleklerin ve insanların Allah’a hitap tarzı “siz” değil, “sen” dir. Allah bile kuluna kendisine “sen” dedirterek en yakını olmayı ve pek çok yerde “ben” yerine “biz” demeyi seçerken, bazı insanların kendilerini Allah’ın kulu olamayacak kadar üstün görmeleri, diğer insanları küçümsemeleri, Kur’an’da eleştirilmiştir.

Her insan çıplak doğar ve doğduğu gün gibi tek başına bu dünyadan ayrılır gider. Güç ve zenginlik sahibi olmak, kibir veya israf için bahane değil, şükretmek için vesile, güçsüze ve yoksula yardımcı olmak sorumluluğudur.

Gerçekte insanların kendilerini üstün ve önemli gördüğü yerler küçük tanıdık bir çevre ve yaşamlarıyla sınırlı bir zaman süresidir: Yeryüzünde bitmeyecek saltanat veya yöneticilik yoktur. Görevi bitenler çoğunlukla unutulmaya terk edilirler. Pek çok kabilenin başında yaşam boyu görevde olan ve o kabile insanları üzerinde yaptırım gücü süper devletlerin başkanlarından daha fazla olan kabile şefleri vardır. (Küçük bir topluluk ve şefi önemli değil diyorsanız: O klanın bir üyesi siz olsanız sizin için çok şey fark eder! Aynı durum bir tek kişiye yardım etmek için de, kötülük yapmak için de geçerli. O iyilik veya kötülük gören başkasının yerine kendinizi koyun ve farkı fark edin!) Ödüller alanların sayısı on binlercedir. Her ülkede ve şehirde zenginlerin oturduğu mahalleler vardır. Yeryüzündeki milyonlarca firmada, milyonlarca “müdür” vardır. Çağımızdaki ortalama bir lise öğrencisinin bilgi düzeyi, çok yönlü dahi Leonardo’dan daha fazladır! Elektrik ve kalorifer tertibatı olan bir dairenin konforu, geçmişin saraylarından daha fazladır. Avrupa ve ABD de tanındığı için dünyaca meşhur zannedilen, ama milyardan fazla nüfusu olan Çin ve Hindistan’da tanınmayan Hollywood yıldızları vardır. Oralardaki yüz milyonların tanıdığı bir Bollywood yıldızı da başka kıtalarda tanınmamaktadır.

Hıristiyan beyazların kendilerini dünyanın merkezine koymaları kibirin bir başka, toplu örneğidir. Önce köle etmeyi kendi hakkı olarak görmek, sonra haklarını geri vererek bir kez daha yücelmek, başka kültürlerin seviyesine inecek kadar mütevazı olmak, zenciyi başkan seçmek! (Hala siyah olduğuna vurgu yapılıyorsa sorun devam ediyor demektir. Yeşil gözlü, uzun boylu, kısa saçlı vs. başkan gibi zenci olmak da bir başkanı tanımlamakta kullanılmazsa renk ayrımı kalmamış demektir.) Onların bilmediğini kimse bilmiyor kabul etmek de olayın bir başka yönüdür. Örneğin, Amerika kıtasının 1492’de keşfedildiği kabul edilir. Sanki daha önce hiçbir insan ayak basmamış gibi. Ama İspanyollar gittiğinde orada 50 milyonluk nüfusuyla ve tapınaklarıyla, sanatıyla gelişmiş uygarlıklar vardı. ( Bu arada, büyük uygarlıklar deyince, İspanyollar Aztek tapınağında 99.000 adet kafatası saymıştı! İnsan kurbanı Aztek kültürünün bir parçasıydı. İyi ki Avrupalılar uygarlık götürdü diyorsanız: Yerlilerin ateşli silahı yoktu. Düşmanı öldürmek yerine esir alıp kurban etme adetleri vardı. İspanyolların atları ve ateşli silahları vardı! Derken, Amerika kıtasındaki yerli nüfusu birkaç yılda birkaç milyona indi. Ateşli silahla öldürmek, altınları talan etmek uygarlıktır denirse o da daha başka bir düşünce tarzı elbette.)

Biz her şeyi biliyoruz. İlkel kabileler hiçbir şey bilmiyor gibi bir önyargımız da var. Gerçekte onların bildiği pek çok şeyi de biz bilmiyoruz: 2004’deki büyük deprem ve tsunamide o bölgedeki yerliler zarar görmedi. Çünkü onlar bizim gibi doğadan kopuk yaşamıyorlar. Doğanın dilinden anlıyorlar. Denize bakanlar neyin geldiğini anlayıp kıyıdan uzaklaştılar. Diğer turistler gibi dalgalar duvar gibi karşılarına dikilinceye kadar beklemediler. Ayrıca kullandığımız pek çok ilacın etken maddesi bitkilerdir. Koca koca ilaç firmaların elemanları yerlilerin ardında ormanda geziyor, şifalı bitkileri öğreniyorlar karelerini pek çok kişi görmüştür.

Sonuçta, kibir, aşağılık duygusundan kaynaklanan bir komikliktir.

<ı>“Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme! Çünkü sen, yeri asla yırtamazsın, uzunlukça da dağlara ulaşamazsın”(İsra, 50/17, 37)

İnsan, sadece insan olarak dünyaya gelmesi sebebiyle diğer insanlarla zaten doğuştan eşittir. Bu kimse tarafından verilmiş veya kazanılmış bir hak veya hediye değil, bütün insanların yaratıcısının Tek olmasının, Allah olmasının ve her canlı türünü -biyolojik, biyokimyasal, yetenek, kapasite olarak- kendine özgü bir yaratılışta yaratmış olmasının sonucudur. İnsanlar, bir başka kişinin günahının taşıyıcısı değildirler ve doğuşta hepsi günahsız olarak da eşittirler. Ancak yetişkin yaşlarından başlayarak, kendi düşüncelerinden ve yaptıklarından sorumludurlar.

Bir insanın hem dindar, hem de ırkçı olması mümkün değildir. Kur’an’da insanların renk, dil ve kültür olarak farklı olması, bazılarının veya birinin diğerlerinden üstün olduğunun değil, insanın süreç içinde kendiliğinden gelişmiş, olgunlaşmış bir tür akıllı canlı olmayıp, yaratılmış olmasının bir kanıtı olarak gösterilmektedir. Kendiliğinden gelişen bir süreç olsaydı tek renk, tek dil olurdu demek istenmektedir

<ı>

<ı>“Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır.”(Rum, 84/30, 22)

Değer ölçüsü, kişinin bütün etiketleri atıldıktan sonra kalan öz kişiliği ve yaptıklarıdır: İşçilerini ezerek çok para kazanmış bir patron, aynı firmada çalışıp, kazandığı para ile ailesine ve olabildiği kadar çevresine yardım eden bir işçisiyle karşılaştırıldığında, değersiz bir insandır. Hiç kimse, anne ve babası bile olsa, bir başkasının yaptıklarından sorumlu değildir. Ama örneğin “üstünde Güneş batmayan krallık” kurmanın kaç insanın hayatına, nelere mal olduğu düşünülünce, geçmişte başkalarını sömürerek zengin ve yönetici olmuş, kendilerine ve birbirlerine unvanlar vermiş aileler saygın ve soylu değildirler.

Hangi işi yapıyor olursa olsun, her insanın ailesi, sevdikleri, sevenleri, kendi kişiliği ve insanlık onuru vardır. Daha fazla kazanan insanlar daha onurlu ve değerli değildirler. Bu insanlar, eğer haksız kazanç değilse, belli bir konuda başarılıdırlar.

Çoğunlukla kişiliği gelişmemiş insanlar ezmeye meyillidir. Ağır delikanlılar, buluttan nem kapar hır çıkarır. Şiddete, sataşmaya bahane arar. Çünkü analiz yapma, sorun çözme yeteneği gelişmemiştir. Ancak bu sayede kendini var hisseder. Büyük bir kesim otorite ve güçlü karşısında siner, el pençe divan durur. O otorite zayıflayınca veya gidip yerine başkası gelince diğerinin uydusu olur. Öncekine karşı aslan kesilir. Kafa tutar.

Ezik büyümüş veya aşağılık duygusunun esiri olmuş insanlar, kendilerinden güçsüz gördüklerine karşı acımasızdırlar. Bu evdeki eşi ve çocuğu, apartmanın kapıcısı, iş yaptırdığı tamirci, iş yerindeki çalışanı veya gittiği yerdeki garson olabilir. Kendince aşağılamaya çalışır. Kusur bulur. Teşekkür etmez. Hiçbir zaman kusurlu olduğunu kabul etmez. Kesinlikle özür dilemez. Sadece suçlama ve eleştirme mekanizması çalışır

Kavgacı olmak, kurallara uymayarak kendini ve başkalarını riske atmak, gelişmiş bir kişilik veya zihinsel yetenek gerektirmez. Ama öfkeyi yenebilmek, sorunlara konuşarak, tartışarak çözüm bulmak, gerektiğinde affeden olabilmek, kendine ve diğer insanlara değer vermek gelişmiş bir kişilik ve zihinsel yeterlilik gerektirir. Kendinden güçsüzü ezmek veya alay etmek duyarsızlığın ve acımasızlığın göstergesidir. Zayıf olanı korumak ve ihtiyacı olana yardım etmek ise, insana özgü bir özellik olarak, erdemdir.

Allah katında insanların değerlendirilmesi konusunda en güzel örneklerden birini Hac verir: Renk, dil, kültür, statü, zenginlik vs. farkı olmaksızın herkes üzerinde bir kumaş parçasıyla Allah huzurunda kendi kendisiyle hesaplaşmaya davet edilmiştir. Aynen ölüm sonrası gibi her şey geride bırakılmıştır. Mr. President, Süper Star, Nobel kazanmış yazar ile okur-yazar bile olmayan bir kişi arasında fark yoktur. Kişi şimdiye kadar neler yapmıştır? Ne pahasına nelerin sahibi olmuştur? Yapabilecekken yapmadıkları nelerdir? Kötü alışkanlıkları nelerdir? Hac parası ve henüz başkaları için bir şeyler yapabilecek gücü olan insanların eksiklerini ve yanlışlarını görmeleri, döndükten sonra diğer insanlar için maddi ve manevi olarak yapabileceklerini yaparak refaha ve barışa hizmet etmeleri için verilmiş ikinci bir şanstır. (Ancak kendilerini üstün görenlerin VIP statüsünde hac ziyareti sadece kara mizah örneğidir. Devlet parasıyla veya hediye olarak, başkasının adına veya aile, akrabalar, komşular vb. ihtiyaç içindeyken onlara yardım etmeyip, yani parasını ve gücünü ihtiyaçlı için kullanmayıp hacca gitmek koşulları yerine getirilmemiş bir ibadettir. Önce haram kazanıp sonra hacca giderek haramı helal yapma ve “yeniden doğmuş gibi günahsız” olarak yaşamın ve ‘artık helal olmuş paranın’ tadını çıkarmaya inanma insanların kendilerini kandırmasıdır. Ayrıca, Kur’an’a göre <ı>“Hac bilinen aylardadır” ve herkesin aynı günlerde ziyarete gidip birbirini ezmesine gerek yoktur.)

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..