Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '13

 
Kategori
Kitap
 

Sibel K. Türker, ' Kederli kadınlara yüreğimi derinden vererek yazdım'

Sibel K. Türker, ' Kederli kadınlara yüreğimi derinden vererek yazdım'
 

Öykücü ve romancı Sibel K. Türker (Ankara 1968)


Sibel K. Türker’in son romanı Hayatı Sevme Hastalığı, hem Yunus Nadi Roman Ödülü’ne, hem de Duygu Asena Roman Ödülü’ne değer görülmüş. Gerçekten alkışlanmaya değer bir başarı bu.

2012'de Can Yayınlarınca yayınlanan Hayatı Sevme Hastalığı adlı romanı ile birbirinden farklı iki ödülü birden alan Sibel K. Türker 2005’te Öykü Sersemi adlı öyküsü ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü, 2006'da ise Ağula adlı öyküsü ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü almış başarılı bir yazar.

Yazarlığa şiir denemeleri ile başladığını öğrendiğim Sibel K. Türker’in ayrıca Kalp Yazan (Öykü 2003), Şair Öldü (Roman 2006), Meryem’in Biricik Hayatı (Roman 2008) ve Benim Bütün Günahlarım (Roman 2010) adlı eserleri de edebiyat dünyamızdaki yerini almıştır.

Bir konuşmasında, 'İnsan annesini kaybedince ölümlü olduğunu anlıyor...' diyen Sibel K. Türker'e göre, 'Hikâyeler esasen ölümlü fakat doğurgandırlar. Annelerimiz gibi, bu da onların sonsuzlukla olan ilişkilerini belirler. Hikâyeler ölümlüdürler fakat türerler. Onları hiç bir güç durduramaz.'

1968 yılında Ankara’da doğan Sibel K. Türker Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Yazmaya şiirle başlamış. Radikal İki’de çeşitli yazıları, Hayalet Gemi dergisinde de öyküleri yayımlanmış.

‘Hayatı Sevme Hastalığı' adlı romanı ödül almadan önce yaptığı bir konuşmasında, eleştirmen Irmak Zileli'ye, İsim yapmış bir aileye mensup değilim, siyasetten çekenler oldu bu ailede ama onların maceralarını yazma heveslisi de değilim. Ben ne yapıyordum o tarihlerde? Annemle hayatta kalma savaşı veriyordum -bizler tarihin üzerine tükürmediği insanlarız ve bizim yaşadıklarımızdan o koca isimlerin ve tarihlerin hiç mi hiç haberi yok- bu romanı da beni büyüten hem umutlu hem de çılgınca ümitsiz, eğlenceli ve bir o kadar da kederli kadınlara yüreğimi derinden vererek yazdım' diyor Sibel K. Türker. (Irmak Zileli’nin Sibel K. Türker’den eleştiriye yanıt başlıklı bu yazısı 15 Haziran 2012 tarihli Radikal Kitap’ta yayınlanmıştır.)

Romanda yer alan, ‘Kadınlar her şeyi çocuklaştırarak severler. Aptalca ama bu böyle. Renkleri, çiçekleri, böcekleri, gökyüzünü, babalarını, bedenlerini, ruhları, evlerini, kendilerini... Sevmek, bir kadın için hükmetme sanatıdır ve en iyi de çocuklara hükmedilir.

Tanrı bazı insanları ne yerde ne gökte yaratmıştır. İkisinin ortası yani. Bu ceza gibi gözükse de aslında bir geçiş noktasında bulunuyorsun hayatım.

Belki de bütün suçumuz hayatı gerektiği gibi sevmemektir. İnsan bunun üzerine yeterince düşündü mü? Hayat, doksan kiloluk komşum Neşe'nin kalbi kadar kırılgandır belki. Bir dürü ukalalığı, tuhaf tarafı vardır, hantaldır, gelip geçici güzellikleriyle de aldatıcıdır. Bizi, bir ayının yavrusunu severken yaptığı gibi dehşetli pençeleri altında ezerek sever. Belki bu, onun yapabildiği tek şeydir, neden olmasın?’ anlatımları sanırım sizi de etkileyecek özler taşımaktadır.

Görüldüğü gibi yazarımız ilginç tespitleri yanında çok doğal soruları ile güçlendirmeye çalışıyor görüşlerini. Gerçekte toplumumuzun Liberal Kapitalist Muhafazakâr Demokrasi tarafından dayatılan değişim sürecinde sevgiyi, saygıyı bir yana bırakarak başta kadınlar olmak üzere yoksulların, emeklilerin ve çocukların daha 'kırılgan' bir değişime zorlandıklarını anlamıyor muyuz? Yaşanılan bu süreçteki nice gizemliliklerin terör saldırıları, trafik terörü, boşanmalar, hapishanelerin dolup taşması, intihar eylemlerinin çoğalması, kredi borçlarının söndürdüğü yuvalar, aile içi şiddetin cinayetlere kadar uzanmakta olduğu da söz konusu maddi değişim zorlamalarının birer sonucu değil midir? Çünkü dayatılan iktisadi düzen olması gereken ara çözümler yerine 'altta kalanın canı çıksın', 'benden başkası Cehennemdir', 'ya benden yana olursun ya da bertaraf olursun' dayatmaları içerisinde ise toplumun en 'kırılgan' kesimleri, özellikle kadınlar ne yapabilir değil mi? İşte bu süreçte Devlet de o kırılgan ve duygusal kesimlerdeki bazı kişiler de ne kadar acıdır ki 'yavrusunu seven ayı' benzetmesinin de ötesinde korkunç bir 'can alıcı' yaratık gibi dikilmiyor mu karşımıza?

O'nun az önce okuduğum, 'Biz kendimizi kandırıyoruz aslında Batı coğrafyasında yaşadığımızı düşünerek. Ama tamamiyle, tüm kodlanmışlıklarımızla Doğu coğrafyasına ait olduğumuzu düşünüyorum. Gelenek ve din kıskacında, kadınların çok bedeller ödediği inancındayım' görüşünün de yer aldığı aşağıdaki özlü konuşmasını okumakta yarar vardır...

http://gundem.milliyet.com.tr/-edebiyat-disil-unsurlar-tasir-/gundem/detay/1702552/default.htm

 

 

  

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..