Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '10

 
Kategori
Seçim
 

Sibelin ışığında yeni dünya düzenini görebilmek...

Sibelin ışığında yeni dünya düzenini görebilmek...
 

Ey Güzel Kadın, sana saygıyla...


Kayseriliydiler...
Dantel gibi dökülen mantıların memleketinden…

Köylüğündendiler…

Hani ayıptır söylemesi: Ne mantı yemişlikleri vardı doğru dürüst… Ne de pastırma.

Fakir ama namuslu…

Fakir ama gururlu…

Fakir ama…

Fakir ama fakirdiler işte…

Almanya… Avrupa’nın nerdeyse tüm ülkelerine saldırmış, 50 milyondan fazla insanın ölümüne, yüz elli milyondan fazla insanın sakat kalmasına sebep olmuştu… Fırınlarda insanlar yakılmış, laboratuarlarda genlerle oynanmıştı… (Hitler ölmedi belki de, eğer öldüyse bu gün mısırın, fasulyenin, domatesin genleriyle kim oynuyor? Napalm bombalarıyla insanları Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Latin Amerika’da canlı canlı kim yakıyor?)

İkinci dünya savaşı biteli yirmi yılı geçmişti…

Hitler sadece bir faniydi, faşizm yeni bedenlere girmişti…

Artık ekmeği karneyle almıyordu şehirdekiler…

Ve artık Türkiye’de Demokrat Parti vardı…

Köy enstitüleri tüketilmiş…

Halk evleri kapatılmış…

Her mahalleden, her köyden bir milyoner yetişmeye başlamıştı…

Tarikatlar uyanıyordu kış uykusundan…

Ama onlar hala fakir…

Hala namuslu ve hala açtılar…

Sibel’in babası daha küçücük bir çocukken… Topraksız, işsiz, çaresiz kalan büyük baba… Köyünün dışındaki dünyayı yalnızca askere gittiğinde görmüş olan büyük baba… Sürüler halinde vatanını terk etmek zorunda kalanlara katılmak istiyordu… Artık o da Almanya’ya gitmek istiyordu…

Yoksul olduğu için…

Önce canı yandı büyük babanın…

Utandı sonra…

Fakirliğinden utandı.

Oysa koca köyün tümü yoksuldu…

O… Daha da beter yoksuldu…

Yeni dünyanın 'Tehcir' hareketi buydu işte...

O güzel karısını, o güzel bebeğini bırakıp…

İnsan pazarlarından geçip… Teslim etti bedenini hayal kırıklıklarının tacirlerine… ‘‘Alamanya’’ya gitti genç adam, kapkara bir trenle…

Aldı sazı Âşık, dedi ki: ‘’Bir yanımız Alamanya Beyleri, bir yanımız Anadoluya bakar, döner şeritlere dişli çark olduk, daha bırakmadan karasabanı… Efendim, gül yüzlüm…’’

Uzun yıllar sonra karısını ve çocuğunu getirebildi Alamanya’ya genç adam… Yıllar sonra getirebildi çünkü Alman, sadece işinin yapılmasını istiyordu. Kuru kalabalığı sevmiyordu.

Büyükbaba… ‘Grandfather’ olamıyordu bir türlü… Daha sökememişti Almancayı… Memleketindeyken bir gazete bile okumamıştı ki… Ali mektebinde öğrenmişti okuyup yazmayı… Aklı ermiyordu bir türlü, hem her musibetin hem de her zenginliğin nasıl olup da Almanlarda olduğuna… Neredeyse çıplak gezen Alman avratlarını gördükçe, Allahın onları neden çarpmadığına ermiyordu aklı… Bazen Allahın varlığından şüpheye düşüyor sonra bir ‘La havle’ çekiyor ve kızıyordu kendi kendine… İçindeki bu git geller onun uyum sürecini daha da imkansızlaştırıyor ve kendi ailesine daha fazla baskı yapmasını sağlıyordu…

Okumadı Sibelin babası… Büyük baba da bunu önemsemedi çok. O da tıpkı babası gibi bir fabrikada ‘işçi’ oldu… Suyunu veren her limonu severdi Almanya…

Babasından gizli gizli barlara gitti oğlan. Barda bilardo oynarken Alman bir kızla arkadaş oldular… Tanıştıkları günün gecesinde kız onu evine götürdü ve orada seviştiler… Genç adam, hayatında ilk kez sevişiyordu… Yalnız yaşayan bir kızdı sevgilisi… Akşamları barda buluşuyorlar, birkaç bira içiyorlar ve kızın evine gidip sevişiyorlardı… Bir gün kız gelmedi bara… Ertesi gün yine gelmedi… Bir haftadan fazla zaman geçti gelmedi kız bara… Genç adam her gün umutla gitti bara… Ortak tanıdıklarına sordu… Kızın evine gitti, hiç açılmadı kapı. Bir gün barda tekrar gördü kızı… Kolları dövmeli iri kıyım bir adamla bira içiyordu kız… Adam, parmak uçlarıyla kızın bacaklarını okşuyordu… Kız, gözlerini ayıramıyordu kolları dövmeli adamdan… Sibelin babası yaklaştı kıza doğru… Ayakta dikiliyor ve hayretle olanları seyrediyordu… Gözleri dolmuştu, ellerini yumruk yapmıştı, genzi yanıyordu… Yutkunamıyordu… Daha fazla tutamadı kendini ve hüngür hüngür ağlamaya başladı orada… Bardaki her kez onu seyrediyordu artık… Kız onun ağlamasına hiçbir anlam veremeden bakıyordu… Birden kesti zırlamasını genç adam… Barın granit döşemesine tükürdü ve ardını dönüp çıktı bardan… Dilinde bir Kayseri türküsü vardı: ‘Gesi bağlarında dolanıyorum…’

Genç adamının hayatına giren ilk kadındı o Alman kız… Kendini toparlaması zaman aldı… Memleketten bir kız önerdiler ona… Hiç düşünmeden kabul etti. İki oğlu ve ikiz kızları oldu genç adamın. İkizlerden birinin adı Sibel’di… Genç adam için Almanya, gözyaşından, aldatılmaktan ve limon gibi sıkılmaktan ibaretti... Aklında hep çocukluğunu bıraktığı köyü vardı… Elinden gelen tek şey, çocuklarını Almanya’nın içinde, Almanya’dan tecrit etmekti…

Sibelin ikizi Serpil… Daha 14 ündeyken dayanamadı daha fazla… Çipil bir oğlana takılıp… Evi terk etti. Babası, böyle bir kızım yok benim, dedi ve sildi defterden. Ağladı Sibel geceler boyunca. Kat kat arttı yalnızlığı… Kat kat arttı üzerindeki baskılar…

Sibel, başarılı bir öğrenciydi… Yüksek not ortalamalarıyla bitirdi koleji. Tıp okumak istiyordu… İzin vermedi babası. Tıpkı memleketlerinde olduğu gibi yoksuldular. Annesi temizliğe gidiyordu, babası fabrikada çalışıyordu. Tıp fakültesinin yükünü kaldırabilmeleri mümkün değildi… Ve burslar yabancılardan yana olmuyordu bir türlü. Çünkü onlar işçi olmak ve işçi kalmak için getirilmişlerdi Alamanyaya…

Belediyede işe girdi Sibel. Çok sevindi buna. Artık ekonomik özgürlüğü olacaktı ve artık istediği şeylerin hiç olmazsa bir kısmını yapabilecekti… Henüz 19 yaşındaydı. Kendi yaşıtı Alman kızlarla doluydu etrafı. O da onlar gibi yaşamak, onların arasında kendini yabancı hissetmemek istiyordu.

Bir öğlen bir hamburgercide yemek yerken sempatik bir oğlanla tanıştı. Almandı oğlan. Kısa zamanda sevdi onu. Ayakları yere basmıyordu Sibel’in… Her öğlen görüşmeleri her akşama dönüştü… Babasını düşündü Sibel… Annesini düşündü. İkiz kardeşinin evi terk edişi geldi aklına… Ailesinin mutsuzluğu… Sibel ailesinin yüzünü güldürmek istiyordu… Telli duvaklı evlenmek istiyordu sevdiği bu adamla…

Evlenmeye karar verdiler… Fakat bir sorun vardı. Önemli bir sorun. Hiç paraları yoktu. Çocuk çalışmaktan hoşlanmıyordu. Günü birlik yaşıyordu. Günü birlik dandik işlerde geçiriyordu hayatını. İçmeyi seviyordu. Her şeyi göze aldı Sibel. Bu çocukla evlenecek, Bir Almanla evlenecek ve bir nebze olsun zenci olmaktan kurtulacaktı… Üstelik çok seviyordu çocuğu. Ailesinden maddi yardım isteyemezdi çünkü ailesi uzun yıllardır Almanya’da olmasına rağmen henüz yeni bir ev almış ve bankaya kredi borcu ödüyorlardı. Akıllı kızdı Sibel, stratejisini belirledi. Düğün masrafları, ev kiralama, içinin eşyaları ve bir sürü ihtiyaçları olacaktı… Belki bir bebekleri…

15 bin Avro kredi çekti Sibel. Düğündeki takılarla borcunu ödeyebileceğini düşündü. Tanıdığı ne kadar insan varsa hepsini çağırdı düğüne… Şıkır şıkır oynadılar tüm aile… Hemşeriler, hısımlar, Türkler… Babası mutluydu Sibel’in. Kardeşleri mutluydu. Sibel yüzlerini ağartmış ve telli duvaklı gelin olmuştu. Ailenin Almanya’ya uyum süreci tamamlanmaya başlamıştı… Bir sürü takı takıldı Sibel’e… Mutluydu Sibel… Kocası ise şaşkın…

Her şey yolunda gitti ilk bir ay… Sibel, düğünde takılan altınların hepsini bozdurmuş ve banka borcunun büyük bir bölümünü kapatmıştı. Yine de ciddiye alınacak borçları vardı ve onları ödüyorlardı… Fakat hiç hesapta olmayan bir şey geldi Sibel’in başına. Bir akşam üzeri evlerine haciz geldi. Kocası geçen yıl bir bankadan kredi çekmiş ve ödememişti. Bunu saklamıştı Sibel’den. Yalvardı haciz memurlarına… Bu hiçbir şeyi değiştirmedi elbette. Soğukkanlı Almanın istediği bir tek şey vardı: Sibel’e ödeme taahhüdünü imzalatmak… İmzaladı Sibel ve sevgiyle kurduğu evinin dağılmasını önledi…

Kocası sürekli içiyordu. Bazen gelmiyordu eve… Sibel’e destek olmuyordu hiçbir zaman. Basit bir belediye işçisiydi Sibel… Aldığı maaş onca kredi borcunu ödemeye yetmiyordu. Sabah yediden akşam dörde kadar belediyede çalışıyor, mesaiden sonra sokakta sebze satıyordu. Hafta sonlarında ise annesiyle birlikte ev temizliklerine gidiyordu… Almanya: Acı vatan… Alay ediyordu sanki Sibel’le…

Sibel eve geldiğinde yorgunluktan ayakta zor duruyordu. Kocası eve geldiği zamanlar kavga ediyorlardı… Kocası terk etti evi. Sibel, kocasının borçlarını ödemekle mükellefti artık…

Bir ilan gördü gazetede. İç çamaşır mankeni aranıyor diye… Asıl işin internette striptiz olduğunu söylediler ona… Kabul etti… Artık ok yaydan çıkmıştı Sibel için... Sonrasında karanlık barlarda striptiz yapmaya başladı ve ardından porno filmler. Göğüs kafesinde paramparça bir yürek taşıyordu… Sibel Kekili, 12 tane pornografik filmde oynadı… Film başına aldığı para 300 Avroydu sadece… Çaresizlik bu değilse çaresizlik nedir sizce?

Ne acıdır şu hayat… Tazecik bir devrim, Anadolu’da Mustafa Kemalin ardından sahipsiz bırakılmış, o ülkenin çocukları Kore’de kiralık katile, Nato’da hazır askere, kendi topraklarında faşizme, Almanya’da köleye dönüştürülmüştü…

Yenidünya düzeninin bedeliydi bunlar. Tam bağımsızlıktan uzaklaşmanın bedeliydi bunlar. Kan kokusu, kemik sesi, pornografi dolu Holivud yapımı bir filmdi bunlar… Nataşalar ve Sibeller… Şu global dünyada yan yana yürüyorlardı artık…

Sonrasında bir markette alış veriş yaparken aynı anda Fatih Akın’ın da tesadüfen orada olması ve dikkatini çekmesi… Yüzündeki acı güzellikti Fatih Akın’ın dikkatini çeken. Duvara Karşı filmi için aradığı yüzü bulduğuna inandı… Sibel, açık yüreklilikle pornografik filmler olduğunu söyledi… Fatih Akın için bunun bir önemi yoktur…

Ey çirkin siyasetlerin çirkin aktörleri: Esas komplo, Anadolu’dan koparılmış namuslu insanların binlerce kilometre uzaklarda çaresizlikler içinde bırakılarak, bile bile kameraların karşısında bedenlerini, cinselliklerini teşhir etmek zorunda kalmalarıdır. Kurduğunuz yenidünya düzeni budur. Üstelik bedenlerini vermeleri karşılığında milletvekilliği değil kuru ekmek parası almışlardır… Yani yaşamak için bedenlerini satmışlardır…

Duvara Karşı filmi büyük bir başarı sağlar… İsimsiz bir kız, oyunculukta büyük bir başarı kazanmıştır. Ve gecikmez Hitler, emirlerini yağdırır, Sibel’in porno filmleri bütün ırkçılığıyla internet sitelerinde yayınlanır… Sibel’in bunu durdurabilecek gücü yoktur…

Yeni filmlerde oynar Sibel. Saygın ödüller kazanır. O artık bizim kahramanımızdır.

Benim, CHP Genel Başkan adayımdır. Çünkü o, sahtekâr değil gönül kadınıdır…

Aldı sazı âşık dedi ki:

' Bomboştu uzun zamandır kalbim
Düşlerim evim buz gibi ellerim
Seni buldu karanlıkta
Yanlızdım sende yanlızdın aslında
Güzel olduğu gibi olduğu yerde
Ama olduğu gibi görünecek cesur adam nerdeeeeeeee
Allahın cezası bir kaç hafta süre
Alışmadan aman abi yakınlaşmadan şu mesele Aşıksan korkuyorsan kayıp
Sevipte susuyorsan ayıp yazık
Daha gerçek ne var hayatta
Hem ne var korkup kaçacak bunda
Biter tabi istersen
Yeter çeker gidersin ayrı
Ama bil başarırım
Sen olmasanda yaşatırım bu aşkı

Dağları deldim tek başıma çölleri aştım
Birtek ben erleri yendim kız başıma
Sende yıkılmam.

Görgülü bilgili olsun zengin olsun diye hiiiiç işim olmaz
Benim keyfim yerinde
Magazin malı güllü dallı motorlar gibi
Koca aramıyorum ki oğlum ben bu şarkılar niye
Aşk için aaaaaaşk
Bende sapına kadar var o ayrı
Ama bil kesip atamam
Sen olmasanda unutamam ben bu aşkı

Dağları deldim tek başıma çölleri aştım bir tek ben
Erleri yendim kız başıma
Sende yıkılmam.'

 
Toplam blog
: 153
: 1481
Kayıt tarihi
: 16.09.06
 
 

Tıka basa dolu bir adam değilim. Balığı gördüysem derine inerim. Uzun süre gölgede kalamam. Okuru..