Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '15

 
Kategori
Deneme
 

Sigara paketinden çıkan Fil

Sigara paketinden çıkan Fil
 

Takvimsel bir ömür yaşıyorduk, doğan bir güneşe, dönen bir aya bağımlı…
Göz açıp kapatıncaya kadar çocuktuk hepimiz ve zamanın izafiliğini tartışamayacak kadar da korkak.
 
Burnunu karıştıran çocuğun üzerindeki bakışlar benzeri bakışlara muhataptık.
 
Ellerimiz çeplerimizde ıslak çalarak yürüyorduk, dışarıdan görenler korktuğumuzu anlamasın diye. Susmak hiç çözüm olmamıştı ama çığlık atmak çokça başarısız teşebbüs barındırıyordu.
Henüz sümüklü, kurbağalarla oynamayı seven bir çocuktum şarkı söylemeye başladığımda. Köpüklü küvetin içinde duvara çarpan sesime duyduğum hayranlık uzun süreli su israflarına neden olmaya başlamıştı. Arabesk söylemin etkin olduğu bir dönemin çocuklarıydık biz. Ve eklemlendik bu söyleme
‘’Hatasız kul olmaz’’ diyerek.
 
Çok zor gelirdi bana topluluk içinde şarkı söylemek. İlk sahne deneyimlerimi vitrin ve tv sehpalarının arkalarında yapmanın verdiği utangaçlık, günün birinde kalabalık sahnelerde ve televizyonlarda şarkı söyleyen biri olmayı düşünmemi engelleyecek kadar güçlü bir dürtüydü.
 
Sonra birden büyüdüm… Kurbağalarla oynamayacak kadar.
Büyüdüm… Deli taylar gibi yağmurun altında çatlayana dek koşarak.
Her insan gibi kendime ait bir zaman düzleminin kahramanıydım ben, bin yıl yaşadığıma kimseyi inandırabileceğimi bilmeden.
Aşklar, acılar, gözyaşları ve mutluluklar biriktirmiştim koşarken. Bir dalga sesi gibi tek taraflı şarkılar yazıp sessizce tekrarlıyordum kendime üst perdeden. Utangaç ve terlemiş avuçlarıma konan peri masallarının firarı kuşları ayrıcalıklı şarkılar dileniyordu benden. Ben ise sessizliğime dair senfoniler yazıp, kuramsal düşlerin düşsüzlüğünden düşüyordum düşler ülkesine.
Ne söylenmemiş sözler söyleme derdi taşıyordum, ne de benden sonra söylenilecek sözler…
 
Biliyordum bu duvarın temel taşı olmadığımı.
 
Ve biliyordum uzaktan bakılınca duvarda ki tüm taşların aynı göründüğünü.
 
 
(II)
 
Sadece bana dair olanı betimlemekti yaptığım…
Anlayan anlasındı,
Yani dinleyen dinlesin!
Sonra topuklarımı toprağa batıra batıra yürümeye başladım çamurlu yollarda. Yüzüme çarpan köhne söylemlerin, ayaklarıma bulaşan ucuz armonilerin ve parmaklarımdan damlayan yıpratılmışlığın benden aldıklarının muhasebesini yapmadan, donuma kadar ıslanmayı göze alarak yüreğimin sesi denilen yere kadar yürüdüm.
 
Oturdum yapraklarını yüz yıl önce dökmüş bir ağacın gölgesine. Çürümüş yapraklardan demlenmiş küf kokulu bir çay doldurdum kendime. Zavallı dünya habersizdi gözüne girenin çöp değil mertek olduğundan.
Bir fil hafızasıyla çıkıp sigara paketinden tedirgin bir sesle içinde aforizmalar barındıran şarkılar söylüyordum. Rüzgâr, güneş, kibrit, deniz, karanlık ve kül umurumda değildi.
 
Kendime söylüyordum,
Ve kendim dinliyordum...
Üflüyordum zamanın ensesine, bir sigara tiryakisinin en güçlü nefesiyle. Dudaklarımda idam edilmiş kalabalıkların gözyaşları ve saçlarımda hüzün kovan kuşları…
 
Yaşanmış nice gelgitlerim oldu anlatabilmek ve anlaşılmak arasında… Kendimi şarkılarımdan ördüğüm duvarların arasına hapsederek özgürleştirmeyi seçtim. Söylenecek tüm sözleri söylemiştim kavga adına. Seccadeye ve çamurlu yollara döktüğüm gözyaşları kadar ruhumu hafifleten bir şeydi bu benim için.
İki dudağımın arasındaki gerçekliği benden kim çalabilir ki ? Kim kalbimin sıratından geçmeye cesaret edebilir ve kim beynimde ki serserinin ayak izlerinin takipçisi olabilir ki?
Zamana çentik atmaya niyetlenmek bir iddia taşımak değildi benim için. Çünkü bende kendi zaman düzleminin kahramanıydım her birimiz gibi. Elimde bir bayrak taşımadan insanlığa adanmış bir yürektim sokaklarda sahipsiz bırakılmış. İnsanlığın diline pelesenk olmuş şarkıların sahibiydim ben.
 
Bitmeliydi savaşlar, analar ağlamamalı ve çocuklar ölmemeli diyen.
 
(III)
 
Sonra kapital girdi araya;
Nice dostlar canlarını acıtarak sattılar şarkılarını. Niceleri yolun sonu var zannına kapılıp mesafeleri uzattılar gözlerinde.
Geri dönenler oldu.
Ve yarım kalanlar...
Ben ise ne yolun varlığından emindim, nede yürünmesinin gerekliliğinden. Avuçlarımda kalbimin yansıdığı aynalar vardı ve her yansıma içinde çokça yanılgı barındırıyordu.
Bunu bir savaş gibi görenlerin hakkıydı zafer beklentisi ya da mağlubiyet. Oysa ben sadece şarkılar söylüyordum sessizlikten korktuğum için. Karanlıkta ürpermesin içim diye küçücük bir mum alevinin ışığına sığınıyordum.
Doğayı seviyordum, yıldızları dokunuyordum, çocukların avuçlarından kokluyordum dünyayı ve çiçeklerden gülümsüyordum güneşe…
 
İlk kapıdan girmiştik hepimiz ve ikinci kapıya gitmemek gibi bir seçeneğin sahibi değildik. Önce gidenin birinci olamadığı bir yarıştı bu. Bir koridorda insan olup, insan kalabilmek içindi her şey. Yani adam gibi yaşayıp adam gibi ölebilme kavgası.
Öyleyse şarkılarım izlerini taşımalıydı bu sebep sonuç ilişkisinin. Her ne kadar duvarlar arasından söylense de ve yüzümü eskitmiş olsa da kargalar, bir martının kanadından düşen tüy kadar temiz ve dokunulmamış olmalıydılar.
Ve…
Ben susuyorum şarkılarım susuncaya kadar. İğne deliğinden deve geçsin, sigara paketinden fil çıksın diye.
 
Toplam blog
: 10
: 105
Kayıt tarihi
: 15.07.14
 
 

Yorgun doğdu. Dinlenmek için yaşıyor... Eğlence-müzik sektöründe... ..