Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Sığınak (2)

Sığınak (2)
 

Tüm gücüyle sıkmaya başladı elindeki hediye paketini.. Kol düğmeleri kanatmaya başlamıştı pamuk ellerini.. Oysa ne acının ne de elinden süzülen kanların farkındaydı.. Arkasına bakmadan yürüdü.. Kaybolup gitti tepenin keskin yokuşunda…

Gözyaşları yağmura karışıyordu. Kızıyordu kendine “ Akılsızsın kızım sen. Esen soğuk rüzgârı sıcak bir meltem sandın. Durmadın ne geçiyorsa içinden söyledin. Acını, hüznünü, sevincini hepsini anlattın. Bak seni ne kadar çabuk unutup yerine başkasını koydu. Hem sen akıllanmayacaksın.. Acın tazeyken uzattın elini.. Kalsaydın hüznünle, yalnızlığınla baş başa gelmezdi bunlar başına.. Beş ay gibi kısa bir sürede ne kadar tanıyabilirsin ki.. Ama yok kızım sen aptalların en büyüğüsün.. Koşulsuz güvendin hemen.. “Sığınağım benim, bırakmaz beni” dedin. Gör şimdi başına gelenleri.” Tepenin o keskin yokuşundan inerken ne yağmura ne soğuğa aldırış etmedi. Konuştu kendi kendine ve kızdı.. Aklına gelebilecek tüm kötü sözcükleri sıraladı ard arda.

Hızlı adımlarla ilerliyordu.. Sanki yürümüyordu da yol ayağının altından kayıyor gibiydi. Sürekli mırıldanıyor ve gözyaşları yağmur gibi hızını kesmiyordu. Sonra birden durdu. “ Neden ben gidiyorum. Neyden kaçıyorum. Suçum var gibi arkama bakmadan gidiyorum. Bunun ne demek olduğunu açıklamalı. Bizim aylardır beraber konuştuğumuz, dertlerimizi paylaştığımız bir yerde başka biri ile olacak kadar aptal değildir. Ne yapmaya çalışıyor bilmeliyim. ” diyerek tepeye doğru yöneldi. Gördükleri içinde öfkeli bir çocuk oluşturmuştu. Sağa sola çarparak hızla koşuyordu sanki. Çarptıkça canı acıyor. Acıyı hissettikçe öfkesi büyüyordu.

Gördüklerinden sonra öfke ile sıktığı kol düğmelerinin kanattığı elleri acımaya başlamıştı. Hızla uzaklaştığı yokuş yormuştu ve elinin acısı gibi yeni fark ediyordu dizlerindeki sızlamaları.. Tüm gücü ile tepeye yürümeye devam etti… “ Yanındaki kimdi? Beni beklerken konuştuğu sıradan biri mi yoksa yerime koyduğu biri miydi?” kafasında bir sürü soru oluşuyor ama kontrolünü de kaybediyordu. Kelimeleri toparlayamamaktan korktu önce .. Dinlemeden “Kim bu?” diye haykırmak istedi. Tepeye gelmişti ve onları konuşmalarına devam ederken gördü.
Gözlerini sildi ve usulca yaklaştı yanlarına. İçinden “ Sakin kalmalıyım. Öfkemi belli etmeliyim” diyordu.. Fakat ağlamaktan gözleri kızarmış, ıslanmış kirpikleri de kocaman gösteriyordu güzel yeşil gözlerini. “ Merhaba ben geldim” dedi. Adam ayağa kalktı ve sarıldı hemen. Sarılmasına anlam verememişti. “ Ne yapmaya çalışıyor acaba” diye geçirdi içinden.

- Neden ağladın sen?

- Gözlerin kıpkırmızı olmuş. Neler oluyor anlat bakalım.

- “Ağlamadım ben” dedi sesi titreyerek

- Ağlamışsın

- Bak bu okuldan arkadaşım. Uzun zamandır görüşememiştik. Seni beklerken onunla lafladık eski günlerden
Bir süre sessiz kaldı. Ne söyleyeceğini bilemedi. Gerçeği söylediğinden bile emin değildi. O sırada yanındaki kadın veda edip gitti. Hala sessizce bakıyordu yüzüne.. Elindeki kanı gördü... Gözlerine baktı tekrardan ve bedeninin nasıl titrediğini fark etti.

- Ben arkadaşın olduğunu düşünmedim

- Ben ne bileyim işte kıskandım

- Öfkelendim

- Paylaşamadım seni

- Arkadaşın olduğu aklıma gelmedi işte

- “Güvenmelisin” dedi

- Hem kendine hem de bana

- Aklıma gelmeliydi senin görünce böyle olacağını. Kırılgan bir yüreğin var. Hepimiz öyleyiz bunu unutma. Seni sevdiğimi biliyorsun ve aramızdaki bağın ne kadar kuvvetli olduğunu. Zor günlerde sıcacık yüreklerimizi açtık birbirimize… Kuvvetli diyorum bak dikkat etmelisin buna. Kolay kolay bozulmamalı…

- Ama ben sandım ki

- Önce kendin değerli olmalısın yaşamda. Hiç kimse senden üstün değil ya da seni ezip geçecek kadarda duygusuz. Değerliyiz birbirimiz için. Peki bu durumda olmanın sebebi ne? Bana hak ettiğimden fazla değer vermen ve yüreğinde farklı bir ben daha yaratman. Gördüklerini sorgulamak yerine yargılayıp kaçmak çözüm değil.. Güven kendine ve bana.

Cevap vermesine izin vermeden sıkıca sarıldı. Öptü gözlerinden. Temizledi kan içindeki pamuk ellerini. İçine çekti kokusunu…

Herkesin içinde bir Yeşilçam senaryosu yatar değil mi? Kendini de başrol oyuncusu yapar. En yakışıklı jönü de koyduğunda hikayede her şey bal kaymak gider.. Ve sonuç “MUTLU SON” tabiî kiii… Benim Yeşilçam senaryomda budur arkadaşlar: )))))

NOT : Bu hikaye neden mi? Sevgili Celal Çelik’in “Blogda sınırsız saçmalama ve sövme özgürlüğü var mıdır?” yazısından sonra yazdığım yorumda nefret aşılayan, bazı grupları, kişileri, ulusları aşağılayan yazılar görmektense aşkın cılkını çıkartan yazıları defalarca okumayı tercih ederim demiştim. Bunun üzerine yazılmış tamamen kurgudan ibaret birazda Türk filmi kokan bir yazıdır. Burada 10-15 yaşlarında blog yazarları varken böyle nefret kokan yazılara dikkat edilmeli diye düşünüyorum. Verilen imkânın böylece kötü kullanılmasına karşı bir tepkidir. Fulya’nın su gibi akıp giden güzel yazıları, Celal Çelik’in ufuk açan yazıları, Pirmete’nin o güzel dilbilim yazıları, Hakkani’nin gündemi düzeyli bir şekilde eleştiren blogları, o mükemmel “Sakarlık tarihim” blogu ile tek kadın mizahçı olarak gördüğüm *Eylül*, , Kerem Oğuz'un "Gitme" si,Üç nokta,Guguk kuşu, Deniz, S.USLU, Barış. Ahmet AYDIN, Mehmet EREN,Pelin,Seda aklıma ilk gelenler… Bu örnekler sadece birkaçtanesi. Çok daha iyi yazıpta bu tür öfke dolu yazılar ya da dikkat çekici resimlerle okunma kaygısına düşmüş bloglardan dolayı görünmeyen blog yazarları ve okunmayan bloglar var... Biraz daha hassasiyet sadece istenilen..MB’nin bu güzel havasını öfke saçan yazılarla bozmayalım lütfen…Sevgiler..

 
Toplam blog
: 194
: 1525
Kayıt tarihi
: 04.08.06
 
 

1981 yılında aslında istenmiyor olsam da geç alınan karardan dolayı hayattayım:)) Haritacıyım ve işi..