Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '13

 
Kategori
Öykü
 

Sığınak

Sığınak
 

Tarlabaşı'nın arka sokaklarında hızla koşarken nefesimin kesilmesinden korkuyorum. Koştukça kalbim daha şiddetli atmaya başlıyordu. Durup dinlenmeyi çok istiyordum ama peşimdeki adamları atlatmam lazımdı. Olabildiğince hızlı koşup kurtulmak istedim onlarda. Hatta her şeyden, herkesten kurtulmak için koştum. Koştukça daha çok hızlandım. Yüzümde oluşan telaşlı ifadeyi silmeye çalışıyorum bir yandan. Korku dolu gözlerimle kaçabildiğim kadar uzağa kaçmaya çalışıyorum. Etrafımdaki insanlar bu kadar hızlı koşmama anlam veremiyordu.

Arkamdaki o iki takım elbiseli adam koşmazsam beni anında yakalardı, bunu biliyordum. Kapana kısılmış hissinden kurtulmak için ara sokaklara giriyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum. Böyle zamanlarda insan aklını kaybedecek duruma gelebiliyor. Korku da işin içine girdi mi, bu durum daha da katmerli bir hal alıyordu.

Peşimdeki adamlar hız kesmeden beni yakalamaya ant içmiş gibi koşuyordu. Koşarken arkama bakmaktan vazgeçip bir an önce kurtulmalıydım bunlardan. Yoksa hayatım geri dönülmez bir şekilde değişecekti. Bunu şimdiden hissedebiliyordum. Koca şehirde kapana kısılmışlık hissi kadar insanı deli eden bir şey yoktur herhalde.

Girdiğim ara sokakların birinde koşmaya devam ederken önümde kocaman uzunca bir duvar belirdi. Çıkmaz sokağa girmiştim. Mücadelemin sonuna gelmiştim belki de. Nefes nefese kalmıştım. Hızlıca etrafımdaki evlere bakarken  bir evin penceresinden birisi bana seslendi. Sesi şiddetli irkilmeme neden oldu. Bir an adamlar beni yakaladı sandım. O sesin yukarıdan bir yerden geldiğini gözlerimi yukarı çevirirken anladım. Kısarak bakıyordum yukarıya. Belki de bir mucizedir bu benim için. Belki tanrı benimle konuşuyordur. ''Korkma kulum, seni bu musibetten kurtaracağım'' diyordur belkide. Yakıcı gün ışığından kurtulmak için elimi alnıma yerleştirip siper ettim. Yukarıdan gelen sese baktıktan sonra şaşkınlığımı gizleyemedim. Bir travesti ağzında şişirdiği sakızla bana bakıyordu.

''Ne o lan tren görmüş öküz gibi ne bakarsın?''

'' Şey.. Ben.. Ee.. Kusara..''

'' Tamam tamam anladık. Hayrola, maratona mı hazırlanıyorsun? Ne diye böyle nefes nefese kaldın?''

Durup bana söylediklerini anlamaya çalıştım. Bu sırada nefes alışverişim biraz düzene girmişti. Yere tükürdüm. Kalp atışlarım da yavaş yavaş eski haline dönmüştü. Başımı yukarı çevirip:

''Şey.. Peşimde iki tane adam varda. Onlardan kaçıyorum. Buralarının yabancısı olduğum için nereye gideceğimi bilemedim. Lütfen bana yardım edin.''

Bu sözlerimin ardından uzaktaki martılar bir balıkçı teknesinden aldıkları balıkların sevinçlerini haykırıyordu. Gözlerimdeki korku dolu bakışlarla hipnotize olmuş gibiydi. Ağzındaki sakızı şişirip patlatmayı bırakmıştı.

''Kapıyı açıyorum. İçeri gir hemen.''

Bu sözlerinden sonra ne yapacağımı şaşırdım. Sokakta kalsam, peşimdeki adamlar beni yakalayacak. Bu eve girsem bu travesti kim bilir bana neler yapacak. İkilem arasında kalmıştım. Kafamın içinde düşüncelerim cirit atıyordu. Bir yanım ' Saçmalama, git o eve hayatını kurtar' diyor, öteki yanım 'Ne işin var tanımadığın evde. Koşmaya devam et sen.' diyor. Hal böyle olunca ne yapacağımı şaşırdım. Korkumun etkisinden kurtulmak istiyordum.

Kapıyı açmıştı. Karşımda takma sarı saçları, pazar malı kırmızı hırkası, simli gri eşofmanıyla öylece bana bakıyordu.

''Lan ne bakıyorsun bön bön, girsene içeri.'' deyip beni içeri çekti.

O sırada peşimde olan adamlar çıkmaz sokağa gelmiş etrafta beni arıyorlardı. Pencereden onların hızlı adımlarla sokaktan çıktığını gördüğümde onlardan kurtulmanın sevincini yaşıyordum.

Girdiğim ev, diğer evler gibiydi. Eve girmeden önce burayla ilgili çok kötü şeyler düşünüyordum. Diğer evler gibi olduğunu anladığımda bu düşüncemin yersiz olduğuna karar verdim. Odayı inceliyordum kendi kendime. Odanın bir köşesinde bir büfe var. Bu büfenin içerisinde fotoğraflar dizilmiş birer birer. Bu fotoğraflara bakıp bakıp ağladığı zamanlar olmuş mudur acaba? Elinde bir bardak suyla odaya girdi.

''Al şu suyu iç de kendine gel. Tazmanya canavarı gibi koşarsan böyle tıkanırsın işte.'' deyip odanın köşesindeki koltuğa oturdu. Ağzına bir sigara yerleştirip çakmakla yaktı. Odaya sigara dumanları istila ederken bana;

''Ee anlat bakalım kimsin, necisin? Niye kaçıyordun o iki pu...tan?'' diye sordu. Suyu son damlasına kadar içtikten sonra sehpaya bıraktım. Derin bir nefes alıp verdikten sonra;

''Ben Selim. İstanbul'a okumak için geldim. İç Mimarlık bölümü kazandım. Buraları pek bilmiyorum. Otogardayken bu adamlar önümü kesti. Nereye gidiyorsan yardımcı olalım gardaş dediler. Bende dört ayak üstüne düşmüş kedi edasıyla sevindim haliyle. Gideceğim yeri söyleyince yolumuzun üstü bırakırız seni meraklanma dediler. Bavulumu bagaja yerleştirirken yaptığımın hata olup olmadığını düşünüyordum. Arabadayken İstanbul'a gelmiş biri mutlaka Taksimi, Tüneli görmeli. Böyle bir yere insan ne zaman gelir ki, hem yolumuzun üstü görmüş olursun dediler. Senin şimdi arkadaşın da yoktur, bizim arkadaşlarla tanışırsın Taksim'de dediler. Ne diyeceğimi bilemediğim için onaylayarak başımı salladım. Adamlar kendi aralarında işaretleşiyordu bu sırada. O an düştüğüm tuzağın ne kadar çetrefilli olduğunu anladım.

Arabadan indiğimizde Taksim'deydik. Taksim'deyken oranın büyüsü altındaydım sanki. Adamlardan biri telefondayken ' Mal hazır baba, akşama organları sana ulaştırırız meraklanma' dediğini duydum. O an kalabalığın arasındayken koşmaya başladım. O kadar korkmuştum ki çarptığım insanların arkamdan savurduğu küfürlere aldırmıyordum. Hızla kaçtığımı gören adamlar peşime düşüp beni yakalamaya çalıştılar. Dakikalarca sokaklarda koştum. Buraları bilmediğim için nereye gittiğimi de bilmiyordum. Sadece koşup kurtulmak istiyordum onlardan. Sonra kendimi burada buldum işte.''

Beni dinlerken surat ifadesi değişti birdenbire. O şen şakrak halinden eser kalmamıştı sanki. Derin düşüncelere dalmış gibiydi sanki. Sigarasının küllerinin düşmesini bile umursamıyordu. İstemeden de olsa kötü bir şey mi söylemiştim acaba? Gözlerinin etrafındaki çizgilere bakıyorum. Sanki orada bir sürü yaşanmışlıklar gizli. Gözlerini benden kaçırıyor. Benden gizlediği bir şey var galiba. Sözlerimi söyledikten sonra bakışlarını bana yöneltip;

''Ulan dangalak, okumak için başka şehir mi bulamadın? Bu b..lu şehirde binbir türlü belanın olacağını bilmiyor muydun?'' diyerek bana çıkıştı. Sakinliğimi koruyarak ona cevap verdim.

''İstanbul benim hayallerimin şehri. İç Mimar olup şahane işlere imza atmak istiyorum. Bu hayalle yaşadım yıllardır. Bu hayallerimi gerçekleştirmek için buradayım. Hem hayaller olmadan insan nasıl yaşayabilir ki?''

''Ah yarım akıllım ah! Sen de kanmışsın bu masal zırvalığına. Masal şehir diye bir şey yok. Bunu o kalın kafana sok. Nereye gidersen git, dönüp dolaşıp aynı yere geliyorsun en sonunda. Burada bir sürü insan yaşıyor. Sor bakalım kaçı bu şehirde yaşadığı için mutlu? Kaçı bu şehre hayaller şehri diyebiliyor? Ben sana söyleyeyim, hiçbiri. Çünkü İstanbul böyledir. İnsanın a...a koyar. Öyle ki ne masal şehirliği kalır, ne de yaşanılabilir bir yanı. Buradaki insanlar, bu şehri mahvetmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Daha gelir gelmez böyle şeyler yaşadın baksana. Kim bilir bundan sonra başına neler gelecek. Filmlerden, dizilerden görüp geliyorsunuz, sonra da g..t gibi ortada kalıyorsunuz. İstanbul, insanı yormaktan başka bir b..a yaramayan bir şehir. İçindeki güzellikler her geçen gün yitip gidiyor. Çoğu insan trafik yüzünden sinir hastası oluyor artık. Burada mutluluk ender rastlanan bir şey çocuk! İnsanlar anca mutluymuş taklidi yaparak ya da kafaları çekerek yaşamaya çalışıyor burada. Burada umut hindiba çiçeği gibidir. Yok etmen için üflemen yeterli.''

Bu sözlerinin ardından derin bir sessizliğe gömüldük. Güvende olduğumu hissetmek beni yavaş yavaş kendime getiriyordu. Her ne kadar yabancı bir evde olsam da bu düşünceye tutunuyordum şimdilik. Duvara asılan fotoğraflar, afişler ilgimi çekti. Uzun bir süre duvardaki çerçevelenmiş fotoğraflara baktım.

''Bu fotoğraftaki insanlar kim? Fotoğraflarda sen de var mısın? Sahi sen kimsin? Buraya yolun nasıl düştü?''

''Aman bir b..a yaramıyor o fotoğraflar. Kaldırıp atacaktım ama kıyamadım. Fotoğrafın hiçbir anlamı yok artık benim için. İçlerinde ben varım ama o halde değilim artık. Değiştim. Kendi gerçekliğimle yaşıyorum artık.'' deyip ikinci sigarasını yaktı. Sigarasından derin bir nefes aldı. Önüne gelen sarı saçlarını eliyle arkasına attı. Gözlerini pencereye çevirdi ve anlatmaya devam etti.

''İnsan hayalsiz yaşamaz demiştin ya, yaşar be oğlum. Öyle bir yaşar ki hiçbir şey hissedemez olur. Bak bana. Şu halime bak. Şu halimi ilk gördüğünde yüzündeki iğrenme ifadesini anlamadım mı sanıyorsun. Bu bakışlara ben her gün İstiklal Caddesi'nde maruz kalıyorum. İnsanlar bana yaratıkmışım gibi bakıyor. Kendi gerçekliğimden utandım böyle zamanlarda. Sen de onlar gibisin. Ben ve benim gibilerden nefret ediyorsun. Eve girerken korktuğunu hissetmedim mi sanıyorsun? Ah sen ve senin o aptal önyargıların! Sen ve senin gibi insanlar yüzünden cehennem gibi bir hayat yaşıyorum.

Travesti olduğumu anladığımda kendimden nefret ettim. Defalarca intihar etmeyi düşündüm ama yapamadım. Yukarıdakiyle aramı bozmak istemedim oğlum. Hayatım aşağılanmayla geçti. Ailem beni kabul etmedi ve evlatlıktan reddedi. Öylece g..t gibi ortada kaldım. O zamanlar senin kadardım işte. Sonra İstanbul'a geleyim dedim gelmez olaydım. Burası öyle pislik bir yer ki hayatta kalman için canavarlaşman gerekiyor.

İş bulmak için onca yere başvurdum ama halimi görünce iş vermek istemediler. Her iş görüşmesinden sonra onlara küfür ede ede terk ettim mekanı. Hak ediyorlar pu...lar. Aldıkları elemanlar çok kalifiye sanki. Hepsi kendi dünyalarına hapsolmuş bir avuç zavallı. Bak bana. Hayatta kalmak için karısını bile beceremeyen adamların altına yatıyorum. Ben bundan memnun muyum sanıyorsun? Hayatta kalmak için başka seçenek bırakmıyor o...u çocukları. Dışarda yemek bile yiyemiyorum. İnsanların bana öyle böcek gibi bakmalarına tahammül edemiyorum. Hepsini yok etmek istiyorum. İçimdeki öfkenin ne kadar büyük olduğunu tahmin bile edemezsin.'' diyerek ikinci sigarasının izmaritini kül tablasına bastırdı.

Hava yavaştan kararmaya başlamıştı. İstanbul akşama hazırlıyordu kendini. Bu sözlerinin ardından sakin bir ses tonuyla;

'Sana öyle baktığım için özür dilerim. Ben gerçekten öyle bakmak istememiştim. Bana yardım ettiğin için teşekkür ederim, gerçekten. Yaşadığın hayatın  bu kadar zor olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Ben sanmıştım ki keyif yüzünden yapıyorsunuz bu işi. Ben sandım ki böyle bir hayattan memnunsunuz sanıyordum.'' deyip sararan perdelere gözümü diktim.

''Ulan kim sever böyle hayatı be? Bu işi uzun zamandır yapmama rağmen, işi severek yapan birini görmedim. Hepsi yarını çıkarma derdinde. Hepsi mahvolmuş hayatlarına çare arama derdinde. Kendim olduğum için bu kadar yargılanacağımı bilseydim hiç doğmazdım. Yolda yürürken insanlar arkamdan bana bakıp gülüp alay ediyorlar. Çoğu insan ben ve benim gibi insanların tehlikeli olduğunu düşünüyor.

Kendini savunmazsan seni ıssız bir sokakta anında gebertirler. Bu şehir böyledir işte. Hayatta kalman için pençelerini kullanman gerekir. Eskiden mutlu bir hayatın hayaliyle yaşardım biliyor musun. Artık bu hayalle yaşamıyorum. Hayallerin beni oyalamaktan başka bir b...a yaramadığını anladım. Hayaller olmadan da yaşabiliyor insan. Hislerim olmadan yaşıyorum artık.''

''Ee ama filmlerde, dizilerde sizin gibiler gayet mutlu görünüyor?''

''Rol yapmak nedir bilmiyorsun galiba. Mutluymuş gibi rol yapıyorlar anlasana angut. Taksim'in arka sokaklarında ruhu yaralı, hayattan beklentisi olmayan bir sürü travesti var. Olduğun gibi görünmeye çalıştığında insanlar seni yaralıyor. Ve bu yara öyle kanatıyor ki seni toparlayamıyorsun kendini.'' dedikten sonra gözünden yaş dökülmeye başladı.

''Hey.. Dur ağlama ya. Ben gerçekten özür dilerim. Seni üzmek istememiştim. Hadi ağlama artık. Yakışmıyor sana'' dememe rağmen ağlamasını kesmedi hatta daha da şiddetlendi. Yerimden kalkıp ona doğru gittim ve sarıldım. Bunu yaptığım için kendime şaşırıyordum aslında. Çenemi kafasına koydum ve ona;

''Üzülme. Sen yanlış bir şey yapmıyorsun. Hayatta kalmaya çalışıyorsun sadece. Sana böyle davranan insanlar kendinden utanacak göreceksin. Hadi ama ağlama bak üzülüyorum. Kalbinin güzelliği, hiçbir insanda yok.'' dedim. Bu söylediklerimi düşünmeden söyledim sanırım. Sözlerimi bitirdikten sonra yerime oturdum. Gözyaşlarını sildikten sonra iç çekip:

''Biliyor musun Selim, bu zamana kadar kimse bana bu kadar içten sarılmamıştı. Sarılmanın ne kadar masum bir şey olduğunu hatırladım sayende. Geçmiş işte böyle b...n bir şey işte. İnsanı çoğu zaman üzmekten başka bir halta yaramıyor. Onca erkek sarıldı bana ama hiçbiri böyle teselli etmedi beni. Yoo hayır.. bana acımanı istemiyorum Selim. Bana acınmasından nefret ederim. Bu zamana kadar hep güçlü kaldım. Bir gün öleceğim. O zaman ardımdaki insanların hakkımdaki düşünceleri yine aynı mı kalacak merak ediyorum. Yaşamak için tutunduğum dalı zıplayarak kırıyor insanlar. Ve ben o dalı tutmak için çırpınıyorum ama görmüyorlar. Biliyor musun bu söylediklerimin hiçbir anlamı yok aslında. Ben yine mutlu olma oyunlarıyla müşteri kaldırıp, kendimden nefret etmeye devam edeceğim her gece. İnsanın kendinden nefret edecek bir işi yapması ne demek bilir misin? '' dedikten sonra kırmızı hırkasının iki kolunu karnında birleştirerek yere baktı. Halıdaki desenleri inceliyordu sanırım.

Saatler birbirini kovalamış, akşam çoktan kendin göstermişti. Karanlık çabuk çökmüştü kente. Gitmem gerekiyordu. Artık peşimde değillerdir. Bir yolunu bulur bir yerde kalırım. Daha fazla burada kalıp bu insanın acısını deşmeyeceğim. Gitmeliyim. Genzimi temizleyip ona;

''Saat geç oldu. Benim gitmem gerek. Ailemi aramalı ve onlara yaşadığım olayı anlatmalıyım.''

''Kalacak yerin yok oğlum nereye gidiyorsun? Kal burada bir şey olmaz.'' dedi dalgın dalgın.

Israrlarına rağmen kalmadım. Kapıya doğru giderken günümün kurtuluşuna sevinirken buldum kendimi. Sonunda peşime takılan adamlar yoktu, sonunda özgürdüm. Kapıdan çıktıktan sonra, basamağın önünde durup ona baktım. Sevgiye muhtaç olduğu çok belliydi. Karnında birleştirdiği kollarını çözmemişti hala. Bana buruk bir gülümsemeyle bakıp;

''Gel buraya şapşal sarılayım sana.'' dedi ve  sıkıca bana sarıldı. Benim için uzun bir sarılmaydı sanki. Ardından ona;

''Bu yaptığını asla unutmayacağım. Sana ne kadar teşekkür etsem az. Hayatımı kurtardın. Sen bugün tanrının bana gönderdiği mucizeydin. Benim mucizemdin. Hayatın boyunca mutlu olursun umarım. Tekrar teşekkür ederim.'' deyip ona gülümsedim. Bu sözlerimden sonra bana

''N'aptım ki anam, kim olsa aynı şeyi yapar. Hem teşekkür etmeyi bırak şimdi, doğruca aileni bulmaya çalış.'' dedi içtenlikle. Sonra kulağıma eğilip şu cümleleri fısıldadı:

 ''Benim yaptığım hataları yapma. İnsanlara aldanma hemen. Yelkenleri çabuk suya indirme tamam mı? Hayat bir kere yaşanılıyor unutma. İnsanların seni mahvetmesine izin verme. Ne olursa olsun hayattan vazgeçme. Sen bana bakma. Benim hayatım iki ucu bo..u değnek. Hayatımın her yerinden mahvolmuşluk akıyor ama ona rağmen iyileştiriyorum kendimi. Ayakta kalmaya çalış. Bu şehrin seni yok etmesine izin verme. Kendin ol. Ve insanların seni değiştirmesine izin verme çocuk.'' dedi ve gözleri yine sulanmaya başladı.

Yolda giderken arkamdan ona bakıyordum. Bir yandan ona el sallıyordum. Birden onun ismini sormak aklıma geldi.

''Heey.. Adın neydi senin?''

 ''Kader.. Kader benim adım.'' dedi.

.....

Birkaç hafta sonra kaldığım otele doğru giderken gazete bayinden gazete aldım. Aldığım gazetede manşet haberini okuduktan sonra kendime gelemedim. Şaşkınlık içerisinde haberi okudum. Gazete haberinde bir trans cinayetinin olduğu yazılıyordu. Fotoğraftaki insanı tanıyordum. Fotoğraftaki insan Kaderdi. Ben gittikten iki gün sonra evinde ölü bulunmuş. Başım döndü, midem bulanır oldu. Ve bir anda kendimi orada bayılırken buldum.

İnsanlar etrafıma toplanmıştı.

Ben elimde gazeteyle öylece yerde baygın halde yatıyordum..

 

 
Toplam blog
: 6
: 798
Kayıt tarihi
: 31.08.12
 
 

Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünü okuyorum. Kişisel gelişim, Kadın- erkek ilişkileri,  Günd..