Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '12

 
Kategori
Şiir
 

Şiirde zaman

Şiirde zaman
 

DOST ŞAİRLER TÜRKAY KORKMAZ, SALAH BİRSEL, ADNAN RAŞİT GÜNAY,HATAY LOKANTASI-BOSTANCI / İST, 26 MAYIS 1998


FATİH’İN RESMİ

Ayasofya kubbesinde ak bir bulut,

Baktım, gitti gider. Bal rengi tesbihim

Kehribar günler, düştü yaprak ve umut,

Güz yağmuru indi camdan düğüm düğüm.

Benimdi savrulan kaftanlar, benimdi.

Atların boynu, yerinde yeller eser!

Surların taşlarına sürdüm elimi,

Benimdi İstanbul, burçlar bana benzer.

Altın sahanlarda aş yedim, su içtim

Altın kupadan, zorlu tunadan geçtim,

Ben Sultan Mehmet, Avnî, tuğlarla yüce.

Bir resimde kaldım cüce, ben değilim.

Sarığım, kürküm, kokusuz karanfilim,

Ararım, aranırım yerde delice.

                                  

Oktay Rıfat, Fatih’in Resmi adlı  şiirinde, Fatih gibi bir büyük gücün bile ölümlülüğe karşı koyamazlığını, zamana yenilmesinin kaçınılmazlığını, insanca duyarlığın çırpınışlarındaki sonsuz acıyı duyurarak yansıtıyor okura.”Sarığım, kürküm, kokusuz karanfilim /Ararım, aranırım yerde delice” dizeleri büyük acının çığlığı olarak görülüyor.

 Şiirde geçen karanfil mi gül mü tartışmasına Elif Naci gül diyor. Fatih, resimde karanfil değil de gül koklarmış savını Oktay Rıfat da kabullenir. Ancak şiirde imge (mazmun) olarak kullanılan karanfil, sanat gerçeğinin zamana direnme tutkusunu taşıyor. Şiirde doğru aramamak gerekir güzel, etkili olana bakılmalı.

İlhan Berk bu konuda:”Dilin delilik, şizofreni, çılgınlık boyutları hep ilgi alanım olmuştur.”diyor.(Cumhuriyet Kitap Eki, Temmuz 2007)

Özkan Mert, Ersan Çelik’le yaptığı söyleşide: Şiir bilinmeme olayıdır. Sözcüklerin alt bilincleriyle sezdirilenler çok farklıdır. Örneğin, MASA sözcüğü Edip Cansever’in MASADA MASAYMIŞ HA” şiirinde ‘masa’ araç ‘üst bilinç’le masa anlatılırken alt bilinçle sezdirilenler farklıdır. Sözcüklerin anlamsal uzantısı, algı katmanları şiirin nefes alması için gerekli dinamikleri oluşturur. Şair, anlattıklarının dışında anlatmadıklarını okurun bilincine akıtan insandır. Şiir hep eksiktir. Şiir zamanın dışında bir zamanda vardır.”diyor.                (Cumhuriyet Kitap Eki, Temmuz 2007)

M.Güner Demiray,”Şiir hem şiir olmalı, hem de okunmalı, okunabilmeli.”derken söylenenleri özetliyor.           (Türk Dili Dergisi, Toplum Şiirden Koptu mu?.Temmmuz-Ağustos 2007)

Tüm bu çabalar kalıcı olan güzeli ve etkili olanı yaratmak içindir.  (Bende Yaşayanlar, Rauf Mutluay)

Karanfil imge olarak çokça şiirde kullanılmıştır:

 

Yarin dudağından getirilmiş

Bir katre alevdir bu karanfil

                                   Ahmet Haşim

 

Kendin

Açar kendin kapardın geceyi.  O küf

O karanfil kokusu havada sendin

                                   Oktay Rıfat

 

Bir çift güvercin havalansa

Yanık yanık koksa karanfil

                                   M.C.Anday

 

Kırk karanfildi kırkı da beyaz

Arif Damar

 

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu? Bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele...

Edip Cansever

 

Halk yazınında karanfil imgesi kullanılmıştır:

Karanfil oylum oylum

Geliyor selvi boylum

                                   Türkü

 

Özkan Mert ne diyordu:”Şiir zamanın dışında bir zamanda vardır.” Konumuzu şiirde zaman diye adlandırdık. “Zamanı Tanrı yaşar.” yargısı, Göktürk Yazıtları’nda Bilge Kağan’ın insanın sınırlı yaşamını, sürüp giden zaman ya da zamansızlık  kavramının ölümle biten son olduğunu bilmesi, duyması anlamındadır. Bilge Kağan, zamanın gerektirdiği değişiklik/ yenilik önlemez gerçeğini taşa kazımış. Bu gerçeğe bilincimizin uzanması bin yılı bekledi. (Göktürk Yazıtları 1722 İsveçli Subay Strahlenberg’in kitabı)

 Zaman zamanı doğurur  gerçeğini (gün-gece), zamanın yaratıcı / yok edici özelliğini Nazım Hikmet bir rubaîsinde dünyadan evrene açılan sonsuz varlığın zincirini şöyle belirtir:

  “Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha

   Güzelim dünya elveda

     Ve merhaba 

       Kâinat!...”

 

Mevlânâ’nın,  “Acele et, vakit keskin kılıçtır.” özlü sözü Claude Bernard’ın, “Hayat ölümdür.” sözünün başka biçimde dile getirilişidir.

Yunus Emre,

Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi

Hele bana şöyle gelir, şol göz açıp yummuş gibi

 

Ölümden korkmayan Yunus Emre de vahlanıyor. Bu vahlanmayı bir İngiliz atasözünde şöyle buluyoruz: “Saat kaç?”, “Düşman nasıl gidiyor.” (How goes enemy?)

Bütün trajedilerde zaman 24 saattir. Olay ya da olaylar 24 saat içinde başlar biter. İnsanın sınırlı yaşamı bir kez sunulur insana gerçeğini Ataol Behramoğlu,Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var adlı şiirinde dile getirir.

 

Yahya Kemal zamanı, yaşamı,

“İnsanlar anlaşıldı, hayatın da sırrı yok”

“Gördüm ve anladım yaşamak macerasını”

dizelerinde özetliyor.

“Mevsim mi bu geçen yoksa ölüm mü?”

Ahmet Hamdi Tanpınar “Sonbahar” adlı şiirinde Antalya’da sonbaharı hüzünle anlatıyor. Bu hüznü şu dizeyle sürdürüyor:

“Bir gölgedir şimdi yaprak dökümü.”

Ahmet Hamdi Tanpınar’ı,. Şiir emekçisi, ozan, sanat adamı, “İstanbul Beyefendisi” Sait Maden,  “acemiliğin ustalığı” diye adlandırır. Nuray Gökaksamaz, Şiir Tasarımı ve Süreçleri adlı yapıtında (şiirle ilgilenenlere önerilir) “Şair, şiire bildiklerini unutarak girmelidir.” diyor. Bu iki yargı şiir türü için  geçerli olsa gerek. Bu türde emek verenler ustayım demekten kaçınırlar  hep. (Sait Maden, Yeryüzü Şiiri, Şiir Tapınağı )

Yahya Kemal’de, sonbahar, ömrün yazdan ayrılışıdır.

Adalardan yaza ettik de vedâ

Sızlıyor bağrımız üstündeki dağ

derken tanışıp sevişme mevsiminin sonlandığının hüznünü duyuruyor dizelerinde.

“Fâni ömür biter, bir uzun sonbahar olur.” dizesi varılan durağı anlatıyor. “Geçmiş Yaz”lar, Körfez’deki dalgın suların derinliklerindedir artık.

          “Körfezdeki durgun suya bir bak, göreceksin:

            Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;

            Mehtâp... iri güller... ve senin en güzel aksin...

            Velhâsıl o rüya duruyor yerli yerinde!”

 

Yazın dünyamızda Yahya Kemal, açık ve aydınlık, iyimser ve güvenli, tarih düşüncesine, dünya güzelliklerine dayanan emek şiirinde tekil serüveninden, ulusal bir bilincin ülküsünü çıkarır.

Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizdenim.

Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim.

Zamandan duyduğu kaygıyı Behçet Necatigil bakın nasıl dillendiriyor:

“Kaynaşır birbirine gün olur  zamanlar;

Geçmiş, gelecek birleşir tek kesitte.

Sanki ilk kez yaşarız yaşanmışı dünlerde

Ya da başlar ansızın tâ ilerde olacak.

....

Sarkar gibi şimdi sallanır

Dünle yarın arasında düzensiz.

Ya çok ileri gider ya da çok geri kalır,

Düzgün işletemeyiz.

 

Serpiştiriyordu kar soğuk gece yarısı.

Birden mayıs sabahı, ılık seher yelleri.

Daha demin kıştı, başlar temmuz

Ve yaşanır bir sonbahar gibi bir yaz dönemi.”

Behçet Necatigil, zamanın yaptığı oyunu,  zaman kaymalarını hüzünlü sesle sonlandırıyor.

Oktay Rıfat’ın  YENİ ŞİİRLER  kitabının ikinci bölümü Zaman Şiirleri olarak adlandırılabilir.

Doldur kadehimi, Hasan Can!

Güneşe

Tutsam derimi, ısıtmıyor. Bu mintan

Kefenden daha soğuk!

Ne Çaldıran,

Ne Şam, Mısır, su serpmez yavuz gönlüme,

Bir çeki taşı gibi üstümde

Zaman”

Yaşamın ölüm karşısında boyun eğişinin kaçınılmazlığı düşünülüyor hep.

Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar

Her yıl biraz daha benimsediğim

Cahit Sıtkı Tarancı, sonbahar korkularını Otuz Beş Yaş şiirinden alınan yukarıdaki dizelerde dile getirirken  asıl korkusu:

Her mihnet kabulüm, yeter ki,

Gün eksilmesin penceremden!

dizelerinde duyurduğu ölüm korkusu diğer şiirlerinde yer alır.

Gün çekildi pencerelerden

Aynalar baştan başa tenha

Ses gelmez oldu bahçelerden

Gök kubbesi döndü siyaha

...

Ne yârdan geçilir, ne serden

Korkuyorum gecelerden

Bel bağladığım tepelerden

Gün doğmayabilir bir daha

 

Cahit Sıtkı Tarancı, bir başka şiirinde:: 

Eğil bak suya, oradadır güzelliğin, gençliğin

diyerek geçmişe duyduğu özlemi Yahya Kemal’in Geçmiş Yaz adlı şiirinde olduğu gibi dile getiriliyor.

Ahmet Haşim’in, MERDİVEN şiirinde  sorun zamandır. Şiirde zamanı “Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak” dizesiyle hüznü geride kalan güzelliklere yönlendirerek anlatıyor. Sonra ,”Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...” dizesinde doruğa çıkan yürek yangını görülüyor. “Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...” dizesinde zamanın hüzün dolu anını veriyor. Daha doğrusu bu anı öyle görüyor. “Bu bir lisân-ı hâfîdir ki rûha dolmakta” işte zaman öyle bir dil ki giz taşıyor, bu gizde şiirin bütününde duyulan hüzün saklı.

                          MERDİVEN 

 Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden

 Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak

 Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlıyarak...

 

 Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta,

 Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

 

 Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller,

 Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,

 Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?

 

 Bu bir lisân-ı hâfîdir ki rûha dolmakta,

 Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

 

Ahmet Haşim, belirsiz, kapanık, kötümser  ve kararsız anların izlenimlerine ve düş öğelerine yaslanan simgeci şiirini kişisel mutluluğunun yitirilişi, ele geçmez anlar olarak şiirleştirilmiştir. Kısaca, gizli, uzak, bireysel, düşsel mutsuzluk şiiri.

Zamanı Tanrı yaşar diyen Bilge Kağan, insan, zamanın küçük dilimlerini görebilir demek istiyor. Ölümlülük - ölümsüzlük, Tanrı - insan kavramı eski mitoslardan bu yana hep karşı karşıya getirilmiştir.ZEUS zamanın doğurganlığına (yaratıcı, yok edici) karşı gelmiştir. Her şeyi var eden, yok eden anlamına KRONOS denir; bu da zamandır (Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün). Dünyanın en eski destanlarından Gılgamış’ta sonsuzluk zincirinde daha çok halkalarla yaşamı sürdürmek, o halkaları uzatmak insanoğlunun en büyük özlemi olmuştur.

Otuz sekiz yaşında bir gök ekin Kemalettin Kamu:

 Kurudu artık  otlar

Bitmiyor tazeleri

Birikinti sularda

Yaprak cenazeleri

 

Döndü yayladakiler

Erdi bağlarda batı

Ovalar daha geniş

Kayalar daha katı

 

Başım avuçlarımda

Bir avuç külçe hüzün

Düşüyor gözlerime

Çiğ taneleri güzün!

 

Cahit Sıtkı Tarancı gibi erkenden sezilen bir ölümü duyuruyor Kemalettin Kamu.

Aldous Huxley, Nice Yazlardan Sonra romanında uzun yaşamanın gizini bulan bir kişinin, bilincini yitirmiş bir hayvanlık sınırında sürdürülen yaşamdan söz eder. Ölümsüz yaşamın pek önemli olmadığına göre, zamanı bilinen bir ölümün değeri var mıdır sorusuna Honore de Balzac, Tılsımlı Deri ‘de yanıt verir. Bin iki yüz yıl önce, insan yaşamını sonsuzluk zincirinde küçük bir halka olarak görür Bilge Kağan. Bu gerçeği Zamanı Tanrı Yaşar diyerek anlatır.

 Aldığımız örnek şiirlerde de zamandan yakınan ozanlar boyun bükerek bu gerçeği kabullenirler. Ali Teoman, Gizli Kalmış Bir İstanbul (1991 Haldun Taner Öykü Ödülü) adlı kitabıyla ilgili yaptığı söyleşide (Denizcan Karapınar, Cumhuriyet kitap 23 Ağustos 2007,s.17) “Zaman... anlatılması zor belki de tümüyle olanaksız bir kavram. Zamanı anlamaya ve anlatmaya yaklaşmayı deneyebiliriz.” derken  Bilge Kağan’dan bu yana söylenmiş bir gerçeği yazar duyarlığıyla yineliyor.

Şiirde hüzün ve zaman ozanın konusu  olmuştur hep. Bilge Kağan’ın Zamanı Tanrı Yaşar yakınmasını 1200 yıl sonra Yahya Kemal,

 “Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı” 

dizesine sığdırmış. Bu yargıyı Faruk Nafiz Çamlıbel, Şair adlı şiirinde, 

Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın Şair!

  Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!”

diyerek doğruluyor.

Tüm bu anlatılanları özetlersek: Şiirde zamanın imgesel dili hüzün öğesi olmuştur hep. Şiire de hüzün yakışıyor doğrusu.

Kelebek Ömrüm adlı şiir kitabımda yer alan,

yaşıyor gün

mavisinde boğaz

kelebek ömrüm

 

böyle kal

beyaz kanatlı delice

…….

 karanfil kokulu

gündönümü

kalır geride

 

dizeleri durdurulamayan zamanı / zamansızlığı; yaşanan hüznü  duyumsatıyor mu!

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..