Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Şiirler ve gelincikler ülkesi: Gelincikya!

Şiirler ve gelincikler ülkesi: Gelincikya!
 

Bir gerçek olarak kabul ettiğimiz durumun şiirle ve imge yoluyla yeni bir gerçekliğe taşımak mümkün müdür?

Özkan Mert’ in yeni çıkan şiir kitabı “ Gelincikya ”[1]yı okuyunca bu soru geldi aklıma. Gelincikya, şairin yaklaşık elli yıllık şiir serüveninde ortaya koyduğu nehrin ulaştığı son yer. Bu nehirde de şair şiirsel gerilimi olabildiğince “ okuma keyfi ” nde tutarak, okuru bir şiir şölenine davet ediyor. Bilhassa uzun soluklu, ritmi ve metaforları zengin, birbirinden renkli imgeleri ve yüreği kıpır kıpır eden temalarıyla tanınan şair, okuru yakalayarak, okumayı büyük bir keyfe dönüştürüyor.

Gelincikya, Türk şiirinin giderek hayattan koptuğu, imgesel bir yetersizliğe döndüğü ortamda, hem “anlamın olgun meyva” larını, hem de şairin yaşantısına ortak ettiği “ olanaklı bir serüvenin zamanını” içeriyor. Dilin bütün yapısını, katmanlarını, derinliğini, çekirdeğini kavrayan bir farkla ayrılıyor diğer şiirlerden. Bu fark, Özkan Mert’ in hayata ve şiire bakışının çakışmasından, en ilginç hayallerinin, fantezilerinin, bir gerçeklik içinde eritilerek gezgin ve bohem hayatıyla bütünleşmesinden kaynaklanıyor. Örneklerle açarsak:

I.
Ben oturmuş ne yapıyorum burada?
Gidip bahçemde leoparlarla oynasam daha iyi.
Ya da Tayland’ ta bar açsam; en fiyakalı
Akdeniz mavileri satsam.
Dudaklarındaki Leylak buğusu’ nu
çek kenara
geçeyim sevgilim.

II.
Gömleğimi kırmızı bir okyanusa döküp
sürgülenmem Bangkok’ a
suçlu olduğumu göstermez tenimin:
Tenin bilinci yoktur
S a v r u l u r

Yaşamının bir bölümü artık Tayland’ ta geçiren şair, birçok şiirinde burada yaşadıklarını şiirine aktarıyor. Bunu yaparken çok değişik ve gösterişli bir görsel imge çizmiştir. Tayland’ ta bar açmak gibi bir “ gerçeklik ” taşıyan durumu, “ Akdeniz mavileri satmak ” la kırmıştır. Sevgilisinin dudaklarına sürdüğü ruj renginin ismi olan “ leylak buğusu ” burada önce bir çiçek olan leylakla birleşmiş, sonra da bu ruju maddi bir engel, bir kapı gibi göstererek “ çek kenara / geçeyim ” diyerek aşmıştır.

İkinci bölümde ise tutku özelliklerini içeren kırmızıyı okyanusla birleştirmesi, gömleğini bu okyanusa atması değil de “ su gibi dökmesi ” , şiiri coğrafya ile görsel olarak ilişkilendirmiştir.

Hemen ardından şairin “ sürgülenmem ” sözcüğünü seçmesi ise, kendi “ sürgün ” lüğü ve bir kilitleme olarak “ sürgülemeyi ” aynı anda içermesi açısından son derece ilginç. Suçu teninin, teninin altındaki benliğin kanıtı olarak görmemesi, onu felsefi bir içeriğe itiyor: “ Tenin bilinci yoktur / savrulur. ” Harfleri aralayarak bu düşünceyi iyice sindirmemizi sağlıyor. Bu hem şairin kendi yaşamı, hem de tarihle ilişkilendirdiği bir imgedir. Bu sözcüklerin altında kendiyle ve aşkla olan yüzleşmesi, bunların felsefi açılımı yatıyor.

Özkan Mert, önceki şiirlerinde olduğu gibi Gelincikya’ da da, aşkı, erotizmden ayırmadan, estetik bir içeriği atlamadan şiirlerinin gövdesi kılıyor. Şunu açıkça söyleyebiliriz ki şair, aşka, neredeyse “ aşk ” sözcüğünü bile kullanmadan, tamamen yan eylemseller, erotik, baştan çıkarıcı çağrışım dizgeleriyle yer verir. Şair aşkı anlatmaz, onun işi aşkı açıklamak ve anlatmak değildir. O, bize aşkın, tutkunun, cinsel ilişkinin tamamen hülyalı, renkli, estetik kısımlarını aktarır. Bunu yaparken de, soyut değil somut eylemlerden, benzetmelerden yola çıkar: “ Yırtık haritalara bir güvercin yuvası gibi / işaretledim gizli aşklarımı: Kimse görmüyor. / İnsanlar neyi görüyor zaten. / Bu sabah gökyüzünün adı ne? / Bir lavanta tomurcuğunun açarken / söylediği ilk sözcük nerede duyulur? / Siz nerdesiniz? (…) En iyisi ben gidip bahçemde leoparlarla oynayayım. / Sevgilim mutfakta çırılçıplak / bana nefis pilav yapıyor. / Ona bile söylemedim: /Ben orta iki’de kaleciydim. ”

Özkan Mert, bohem bir yaşantının altını çiziyor gibi gözüküyor başta. Şiirin tamamı okunursa, aşkı tüm eti ve kemiğiyle, hücrelerine varıncaya değin somut olarak yaşadığını ama bunu yaparken okuru bir okuma şölenine sürüklediğini gösteriyor.

“ Sevgilileri işaretlemek ” . Haritada somut olarak işaretleyeceğiniz bir coğrafyadan çıkıp, aşkları “ yırtık haritalara bir güvercin yuvası gibi ” işaretlemeye götürmek, ama bunun kimsenin görmediği, bilmediğini vurgulamak, ona seçkin bir söyleyiş kazandırmıştır. Bütün bu şiirsel devinim içinde şiirin başına döndükten sonra, “ Sevgilim mutfakta çırılçıplak / bana nefis pilav yapıyor ” demesi, bir yemek yapımıyla aşk arasındaki köprüyü okura uzatması, söz konusu aşkın iki kişi arasında meydana gelen, somut bir durum olduğunu gösterir. Ancak sevgilinin “ çırılçıplak ” nefis pilav yapması, aşkın somutluğu ile fantezisi arasında şiire ince bir denge sağlar.

Şairin önemsiz görülen bir gerçeklikten şiir çıkarması da, bunu gösterir. “ Ben orta ikide kaleciydim ” gibi insana son derece basit gelen bir cümle, Özkan Mert’ in elinde işlene işlene, renkli ve yaratıcı imgelerle beslenerek, bambaşka bir anlam kazanıyor. Hayatın ufak bir ayrıntısındaki önem, bunu yalnız kendine saklaması, “ kalbinin rüzgarlı kalışını ” , herkesin tanıdığı yanları olsa da bunu özenle saklayışı ve sadece okura itiraf etmesi, şiirin hayatla buluşma noktaları açısından son derece düşündürücüdür, büyük bir zenginliktir.

Şair, dünya gezgini olarak Mısır’ dan, İzmir-Karaburun’ dan, Küba’ dan taşıdığı bu görüntüleri tek bir şiirde kaynaştırır. Çünkü şairde, aşkın, tutkunun farklı kentlere ve yolculuklara uzanan yanları vardır. “ Herkesin hayatının herkesten geçtiğini ” söyleyecek kadar felsefi gerilimli, “ toprağa diktiği lale soğanlarından kuşlar fışkırınca, jandarmaların götürdüğünü ” söyleyecek denli hayal dolu bir şiirdir bu.

Dahası mı? İşte: “İskenderiye’de / siyahlar giyinmiş genç arap kızlarının / çırılçıplak ayakları / neden bir çift kelebek gibi / konuyor gömleğime? (…) Nedir hep eksik olan ve hiç tamamlanamayan / aşk nereye götürür bizi? / Yere çakılmakta olan bir uçağa / İstanbul’ a saat kaçta ineceğini / sormak gibi bir şey bu. (…) Kübalı kadınların / memeleri arasında yuvarlayarak / yaptığı kaçıncı puro ağzımdaki? (…) şebekelerinden serçeler uçuran / kızlara doğru yanışım / yanlış anlaşıldı” (Devrik Yaz Kasabalarının…)

Şairin, yere çakılmakta olan bir uçağın şiddetli görüntüsünü, ince bir alayla “ İstanbul’ a kaçta ineceğini sormak gibi ” diyerek çizmesi, şiire hayatı karşılayan bir zenginlik katıyor. İster “ bir vişne ağacının gömleği giymesi ” gibi gerçeküstü benzetmeler, ister “ Kübalı kadınların memeleri arasında yuvarlayarak yaptığı purolar” gibi fanteziler olsun, aşk kavramı, şiirlerde her şekilde hülyalı, bambaşka tatlar veren ortamlarda yer alıyor.

Şair böylesi eylemler içinde kullandığı sözcüklerle yaratıyor şiirini; şiirin bütünlüğü içinde insanı her şeyi ile etkileyen aşkı, somut biçimden soyuta taşıyor.

Özkan Mert’in poetik duruşu, her şeyden önce “ dünyalı ” olmaktır. Ona göre hayat, şiirsel bir iklimin ta kendisidir. Bu nedenle Gelincikya’ da da böylesi bir şiir iklimi söz konusu.

Şair, dünya ve hayat içinde yaşadığı savruluşu, bize hissettiriyor, dizeler aracılığıyla görkemli, “ fiyakalı ” bir bütünlüğe erişip bizi de savuruyor. Çünkü şair, dünyayı anlamak istiyor. Bu nedenle birçoğumuzun olamadığı kadar “ dünyalı ” ve okurlarına “ dünyalı olma felsefesi ” kazandırıyor. “ Dünyaya sataşma, dünyayı anlamaya çalışma ”, Özkan Mert şiirinin en önemli psikodinamiği...: “ Ben İlkokul’ da, Kalbimi gelinciklere yaklaştırmada birinciydim. / O zaman daha, Konya, Konya olmamıştı / siyah beyaz bir fotoğraftı uzayda, / danseden dervişlerin yüzü hariç: Çünkü dervişlerin yüzleri ve ayakları / gelincik yapraklarıyla ovulmuştur, daha iyi dönsünler diye. (…) Ne zaman dâhil oldum dünya nüfusuna bilmem. / Belki de Atlas dağlarında at sırtında dolaşırken girdim dünyaya. / Ama başka bir gezegenden çalındığım kesin / Bir gelinciğin içinden fırlatıldım dünyaya. “ (Gelincikya)

Özkan Mert şiirinde imge, yaratıcılık süreci içinde doğuyor. Bu nedenle imge, şiirsel kaynağını doğrudan hayattan bulup çıkarıyor. İmgenin büyütülmesi, yeşertilmesi, olgunlaştırılması tamamen şiirin içinde gerçekleşiyor. Bu imgelerin altına psikanalitik bir bakış attığımızda şairin duygusal, cinsel tutkusunun, tensel hazzın, dünyalı ve gezgin olarak ortaya çıkan “ sürgünlüğün ”, babasıyla ve annesiyle olan ilişkinin, ilk gençlik yıllarının izdüşümlerini görüyoruz. Bilhassa kitapla aynı adı taşıyan şiirde bu iyice su yüzüne çıkıyor. Şiir, hülyalı bir iklimde, hayattan çıkartılan imgelerle, dizelerle, ipekten bir dilde kendini buluyor böylece.

Özkan Mert, doğaya, kentlere, kadınlara aşkla bağlı. Bu aşk tüm dünyayı ve içindekileri kavrayışındaki hümanistlikten, coşkusundan gelmektedir. Turhan Günay şöyle diyor: “ Özkan Mert, yaşadığı dönemlerin ve tarihin keskin tanığı. Gençlik yıllarındaki şiirlerinde militanca söylediği şeyleri bu kez çok ustaca ve ironi ile söylüyor... Okurken, tramvayla dünya gezisine çıkıyorsunuz. İlk dizede İstanbul’ dasınız, ikinci dizede Venedik’ tesiniz... Belki de, Avrupa' da yaşadığından olsa gerek, Türkiye'deki çarpıcı resimleri yakalayıveriyor hemen. Çoğumuz için olağan olan bu görüntüler, Özkan’ ın şiirinde kıvılcımlanıyor ve şiirsel boyutlarına oturuyor... Evet! Özkan’ ın şiirleri özgürlük ve yaşam şiirleri, ama ince bir erotizm ve acı bir hüzün, şiirlerin dibinde tortu gibi çökmüş. ” [2]

Hayatla buluşan, sizi İstanbul’ dan bindirdiği bir tramvaydan Amik Ovası’ na indiren, mor bir motosikletle Tayland’a götürüp orada da tuk-tuk’ a bindiren, coğrafyalar ve yaratıcı imgelerle, metaforlarla, Türkçe’ nin güzellikleriyle öpüşen şiirlerin, bir okuma şölenine dönüştüğü bu kitabı alın!

Göreceksiniz, bu şiirler sizi de hayata nasıl ortak ediyor…

[1] Özkan Mert, “Gelincikya”, Hayal Yayınları, Şubat 2007
[2] Turhan Günay, Cumhuriyet Kitap Eki, 1993

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..