Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '08

 
Kategori
Deneme
 

Şiirlerin büyüsünde yaşam ve memleket sevdası

Şiirlerin büyüsünde yaşam ve memleket sevdası
 

Bu şehir hep güzel görünür...


Yaşamanın diğer adıdır yazmak derim hep… Belki de bu yüzden uzun soluklu yazıları özler oldu kalemim. Hayat, iniş ve çıkışlarla dolu uzun bir yoldur ya bazen takılı kalırsın işte, bayır aşağı hiç bitmeyen ve süssüz bir yola. Ağaçları özlersin önce… Arabalara rastlamak istersin sonra… Güneş batsın köpek sesleri gelsin korkayım bile istersin. Güneş hep tepende, yolun sonu hiç görünmez ve dümdüz ovalar hiç değişmez ise yolda uyuya kalma ihtimalin de günden güne fazlalaşır. Yaşamın beslemediği hiçbir şey güzel değil ne kelimeler ne de hayat… İnsanların hikâyeleri olmadan varlığını sürdürmek kendine dönmek demektir ki kendinle baş başa geçirdiğin anların hepsi fotosentez yapmakla eştir. İçinde ki karbondioksitle mücadele edersin ve gökyüzüne onu oksijen olarak verirsin. Oysa karbondioksitten de biraz almalıdır insan. Uzun lafın kısası aldanmalı, yanılmalı, düşünmeli, sevmeli, sıkılmalı, kalabalık yalnızlıklarda hikâyeler yaratmalıdır. Yaşamalıdır yani. Çok sevdiğim şairin çok sevdiğim dizeleri gibi yaşamalıdır; “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:/Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi/Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten/ Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği…”

Bu ülke de her insan bir hikâye, her yerde bir sır saklı. Son zamanlarımı insanlara bakarak geçiriyorum… Sahilde 22 yaşındaki kızını trafik kazasında kaybedip yalnız kalan bir amca var. Zamanının tümünü gençlerle içerek geçiriyor. Beni ne zaman görse gözleri doluyor. Vazgeçmiş gibi her şeyden. Hayat insanlara bazen acı sürprizlerle de gelebiliyor. Geçmişlerinden kaçan insanlar var etrafta… Vazgeçilmiş hayatlar… Karbondioksitin dışarıya hiç atılamadığı, fotosentezi bile olmayan hayatlar… Kendi hayatıma bakıyorum böyle zamanlarda, bir gün pişman olursam bir şeylerden kaçabilir miyim diyorum… Bu sefer de Kavafis düşüyor aklıma o güzel dizeleriyle; “…Yeni bir ülke bulamazsın./Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda/dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;/aynı evlerde kır düşecek saçlarına./Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma-/Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok./Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, /Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.”

Dün İstanbul’dan konuşuyorduk bir masa etrafında birkaç kişi… İstanbul başka bir şehir, başka bir ülke… Taksiciye “sigara içebilir miyim” diye sorduğunda “istersen esrar iç abla” diye cevap alabileceğin tek şehir burası Türkiye’de… Tehlikeli, yanıltıcı, içtenliğini kaybetmiş, yılların yorgunluğunu yüzünde taşıyan bir şehir İstanbul… Biraz Bizanslı biraz Osmanoğlu… Biraz doğu biraz batı… Bir tarafı güzelliğiyle vazgeçilmez, bir tarafı kargacık burgacıklığı ile düzeltilemez… Bedri Rahmi’nin güzeller güzeli şiiri İstanbul Destanı’nın son dizeleri ne de güzel anlatır aslında; “…İstanbul deyince aklıma/Takalar gelir/ Alçakgönüllü kalender/Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer /İstanbul deyince aklıma/ Koca Sinan gelir/ On parmağı on ulu çınar gibi/Her yandan yükselir/Sonra gecekondular gelir ardı sıra/İsli paslı yetim/Ey benim dev memesinde cüceler emziren/ acayip memleketim”

Ülkemin ne hikâyeleri biter, ne acıları, ne de sevgisi… Anadolu baştanbaşa unutulmaz bir cihan… Terör her gün bir toplu gözyaşı… Her insanımın yüzünde saklı geçmiş acıları… Gelenekleri görenekleri… Delta Fm’de yaptığı her programında “Seni Seviyorum Türkiye” diye seslenen Umut Öztürk’ ü anımsadım şimdi. Evet, sancılı hayatlarımızın tek gerçeği de bu işte; “Seni seviyorum Türkiye”. İçime doldurduğun karmaşanı seviyorum, insanlarını seviyorum, hikâyelerini seviyorum… Ben senin coğrafyanda inişleri bol bir savaşın içinde yaşamayı seviyorum Türkiye. Zaman zaman kaybettirdiğin kendime güvenimin içinde batıp batıp çıkmayı seviyorum. Beni her gün bir oyunla, bir yalanla, bir sancıyla büyütmeni seviyorum ülkem. Köşe başında rastladığım gülen yüzlerini seviyorum, insanlarının tüm acılarına rağmen sıcacık gülümsemelerini seviyorum. Geçmişini, dünyaya mâl olmuş şairlerini, özlemlerini, geleneklerini… seviyorum. Son yıllarda yeniden alevlenen terörün döktürdüğü gözyaşlarını düşünüyorum şimdi ve Ozan Arif’in dizeleri düşüyor kalemime; “…Ne kırıp ne kırılalım, /
Ne de küsüp darılalım, / Ona sıkı sarılalım Bu memleket bizim, bizim./Arif senin sütündür o, / Kemiğindir etindir o, / Bölünmez bir bütündür o, / Bu memleket bizim, bizim” … Ardından bir şair daha düşer aklıma; Memleketinden hep uzak yaşamak zorunda kalmış, memleket sevdasını yüreğine mıh gibi kazımış… O Nazım Hikmet. O benim küçük yüreğimin hiç vazgeçemeyeceği Mavi Gözlü Dev’i… “Memleketim, memleketim, memleketim, /ne kasketim kaldı senin ora işi/ne yollarını taşımış ayakkabım, /son mintanın da sırtımda paralandı çoktan, /Şile bezindendi./Sen şimdi yalnız saçımın akında, /enfarktında yüreğimin, / alnımın çizgilerindesin memleketim, / memleketim, /memleketim...”

Uzun lafın kısası; hayat, yaşadığımız coğrafyada bizi alıp götüren, zaman zaman sessiz uykulara gebe bırakıp fotosentez yaptıran, zorlu bir sınav gibi. Bazen yazarlara bile yaşamanın diğer adının yazmak olduğunu unutturabiliyor. Ama hangi zamanda ve nasıl geçerse geçsin hayat vazgeçilmezlerle dolu. Sevgisiz yaşanmayacak kadar da kısa. İnsanlardan kaçılmayacak kadar da yaşanası. Üstelik Kavafis’in yüzyıllar önce dediği gibi “Başka bir ülke de bulunmuyor. “ Acılarımız ne kadar uzak görünürse görünsün bir aslında, sevinçlerimiz de öyle. Hayatlarımız hep aynı coğrafyada geçip gidiyor. Yazımı memlekete olan sevdamın dillendiği dizelerle bitiriyorum;

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...

Sevgi hepimizi kuşatsın. Sevgilerimle.

 
Toplam blog
: 18
: 984
Kayıt tarihi
: 14.04.07
 
 

Yazmak uzun soluklu bir süreç bende; tarihini hatırlamadığım kadar küçükken başlayan, asla vazgeç..