Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sıkıntı veriyor!

Sıkıntı veriyor!
 

wikipedia.org


Efendim, sahurda yediklerim derya deniz içinde yelkeni kırık yat misali, ben sağa, onlar sağa, ben sola, onlar sola yattıkça, içimdeki alaboranın şiddeti de dakikalar geçtikçe hızını arttırmıştı. Ne Cebeli Tarık ne Çanakkaleli Namık boğazından, hepinizin bildiği bendeniz az biraz olta balıkçısı ve Ferforje ustası demirci Talip'in boğazından kasırgaların patlattığı baraj suları gibi şiddetli ve az acılı bol ekşili kanal hacmi boyunca çıkmak isteyince! 

Ellerimi ağzıma kapayıp "tam yol ileri" lavaboya kendimi zor attım. Şayet bu az acılı bol ekşili kasırga durumu, düğün arifesinde olsaydı! (Evde basacak yer kalmadığından dolayı) Muhtemelen gazetelerin manşetinde "Cinnet geçiren ev sahibi bütün misafirleri dozer gibi ezdi geçti" diye başlık atarlardı.  

Bunun sebebi zati muhterem uzmanlarımızın oruç tutacak kişilerin "iftar ile sahur arasında 2 veya 2, 5 litre su içmeleri gerekiyor" demiş olmasından kaynaklanıyordu! Yaptığım 2, 5 litrelik hesaba göre iftar sofrasında ve sonrasında içtiğim çay, su ve sodanın dışında yaklaşık üç bardak daha sahurda su içmem gerekiyordu. Üç bardak çayın ardından son on dakika içinde, üç bardakta buzdolabından gelen suyu çekince olan oldu!  

Mide, Eskimo midesi değil ki kardeşim! Burası Türkiye. Bir yandan küresel ısınma, diğer yandan doğuştan sıcakkanlı olmamız!-:)) Tabi ki ateş gibi mideye soğuk su girince, kimyamızda bozulmalar kaçınılmaz oluyor! Bu günden sonra soğuk su içmeyi kendime yasaklıyorum. 

Bir zamanlar; kapitalizmin insanlar arasında sosyal ve ekonomik eşitsizliğine karşı halkın yanında, sosyal demokrat kimliği ile düzene karşı koyan filmleri ile tanıdığımız sevgili jönümüzün! Şimdiki Amerikan kapitalizmine destek sağlayan içecek reklamlarında hiçte uygun görmediğim "Bırrrrr" tiplemesinde olduğu gibi; ben de evin ortalık yerinde sabahın köründe yarı uyur yarı uyanık, Bırrr bırrr yaparak mide ekşimesine direnç göstererek "serseri mayın" gibi ortalık yerde geziyorum.  

Sıkıntıdan: 

Küçük oğlumun kitaplığına bir göz gezdirdim "Perili Köşk, Yalnız Efe" Ömer Seyfettin, "Mutlu Prens" Oscar WİLDE, "Su Bebekleri" Charles KINGSLEY "Evvel Zaman İçinde" Eflatun Cem GÜNEY, "Yalancı Çakal" Emel Nermin Temel vs.
"Zaman zaman içinde, evvel zaman içinde...
Çok uzaklarda değil, hemen kendi ülkemizde...
Nur yüzlü, pamuk sakallı, sevgi dolu bir dede yaşarmış. Öyle iyi kalpliymiş ki 'Masallarda bile böyle iyi insan olmaz' dermiş görenler...
 

Mevlana Dede, çevresindekileri hep iyiliğe yönlendirir, kötülükten alıkoyarmış. Allah sevgisi, insan sevgisi, hayvan, doğa sevgisi konusunda hikâyeler anlatırmış. Her zaman güzel öğütler verirmiş.

Onun bu güzel konuşmaları ve öğütleri tüm dünyada duyulmuş. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar onunla tanışmak için Türkiye'ye gelirmiş. Dünyada onu tanımayan kalmamış.

'Bu güzel öğütleri herkes bilsin, herkes öğrensin' diye yazmaya başlamışlar. Bu yazılar yüzyıllar sonrasına bile kalmış. Elden ele dolaşmış, dilden dile söylenmiş. Mevlana Dede ölmüş olmasına rağmen yüzyıllarca gönüllerde yaşamış.
Bu güzel masalın sonunda, siz de bu öğütleri merak ettiniz değil mi? Dünyandan insanlar merak eder de siz nasıl kendi dedenizin öğütlerini merak etmezsiniz ki!
 

Yakın çevremizde, yazar "Emel Nermin Temel" hanımefendinin " Yalancı Çakal" adlı kitabından ders çıkarması gereken dedelerimizi görür gibiyim!  

Kısmet olursa bende bir kitap yazmayı ve ismini "Hey Koca Adam" koymayı düşünüyorum. 

Hey Koca Adam...  

Ağzından insan sevgisi, hayvan ve doğa sevgisi babında tek söz çıkmayan kç'ı kırarmış koca adam. Nesli tükendiği için korumaya alınmış ve göç zamanı kafeslere kapatılan kelaynak kuşları gibi ömrünün son baharında görücüye çıkmış gibisin!  

Dam üstünde uğursuz uğursuz öten baykuşlardan ne fark'ın var ki? İnsanlığa karşı sürekli birilerini şikâyet ederek bitmiş ömrün son perdesinde, olmayacak kariyer peşindesin. 

Bir karar ver artık hey koca adam! 

Kürsünün üzerinde mi, yoksa gerisinde misin? 

Şikâyetine bakılırsa halkın içindesin. 

Oysa sen bir zamanlar kürsüde şimdiki siyasiler gibi politika yaparken bu halk değil miydi sana" hadi git oradan, senin ilacın olsa kendi başına sürerdin" diyen! 

Halkın bu tepkisini hazmedememek, sana uzun yıllar mide fesadı geçirtmemiş miydi? 

Sen başka bir dinozora bu hadiseyi yorum içinde, siyasetçi kimliğin ile anlatırken şu an birlikte olduğun halk için, şunları söylemiyor muydun? 

" Çünkü millet, yola çıktığınızda eğer bir çıkarı yoksa sizi yarı yolda bırakıyor. Sizin de yapacağınız bir şey ne yazık ki kalmıyor. Yaşadım bunları"
Demiştiniz.
İsteseniz de istemeseniz de bizzat bu sözler sizden çıkmıştı!
 

Bu tezat karşısında bende size naçizane fikrimi beyan etmiştim. 

" Allah aşkına .... Yani bu millet sizi yarı yolda bıraktı. Neden? Çünkü siz milletin çıkarlarına karşı çıktınız öylemi? Diğer yandan bu çıkarcı millet, hani şu an içinde bulunup ta kimin kimden olduğunu ayırt edemediğiniz, fakat onlar kendi çıkarlarını kimden elde edeceklerini bilen millet oldukları için arka arkaya oylarını aynı partiye veriyorlar!  

Vah vah ne çıkarcı milletiz be, zavallı siyasiler! 

Yani sizin deyiminizle millet, milletin çıkarlarını düşünen partiye oylarını veriyor! 

Bundan daha komik bir açıklamanız herhalde yoktur dede!  

Sizin bir an önce kan sayımı ve şeker testi yaptırmanızı, torunlarınızı yanınıza alıp çocuk parklarına götürmenizi en azından onlara sevgi göstermenizi salık veriyorum. Zira ne gündemi ne ana sayfayı meşgul etmeye hakkınız yok. Hadi bakim tıpış tıpış iyi geceler... Yatmadan önce sütünüzü içmeyi, kedinizi okşamayı ve çişinizi yapmayı unutmayın-:))” 

İşte böyle bir kitap yazsam kör satıcının kör alıcısı çıkar mutlak. Değil mi?  

Kızımın kitapları ise Harry Potter ağırlıklı olmak üzere "Gece Sesleri" Ayşe Kulin, "Mavi Saçlı Kız" Burçak Çerezcioğlu, "Adım Adım Hayata, İşte Hayat" İpek Ongun, "Peggy Sue ve Hayaletler" Brossolo; vs. Aynı kitabı üç beş kere ezberleyene kadar okuyan, tam bir kitap kurdudur benim kızım! 

Sıra Eşimin okuduğu kitaplarına geldiğinde "Veda"Ayşe kulin, "Yüreğim Seni Çok Sevdi" Canan TAN, "Latife ve Fikriye, İki Aşk Arasında Atatürk" İsmet Bozdağ, "On Bin Keder" ELİZABETH KIM, "Dar Ağacında 3 Fidan" Nihat Behram ve "Bir Dinozorun Anıları" Mine Urgan vs. 

Tabi benim kitaplarım hacim, kilo ve fiyat açısından en görkemlileri idi -:)) Ama benim huyumu herkes bilir, sadece alır rafa koyarım. Ne zaman okurum Allah bilir. Yarım kalmış en az yirmi tane var. 

Güya bozulan TV i yaptırmayıp kitapları okuyacaktım ama olmadı işte, dünya işleri daha ağır basıyor iş, güç, tembellik, miskinlik ne dersen de! 

Fakat okumaya zamanım pek olmasa da benim bir saplantım var. Aldığım kitapların o ilk bozulmamışlığının sayfaları arasından kokularını ta ciğerlerime kadar doldururum. Beni taa çocukluğuma kadar götürürler. Sanki sanırsınız ki, tüm bilgileri burun deliklerimden içime çekip beynimdeki yerini alırlar! Ne güzel bir kokudur o. 

İster sağcı olsun, ister solcu, ister milliyetçi ister aşırı muhafazakâr yani ne olursa olsun emek verilerek okuyucuya saygı gösterilerek yazılmış her kitabı okurum, okumaya çaba gösteririm. 

Nasıl ki yabancı yazarların kitaplarını alıp okuyorsak, onların dinlerine inanmışlıklarına da saygı gösteririm. 

İnsan okumadan nasıl fikir sahibi olabilir ki? 

Bütün gece hiç uyumamış, davulcuyu sokağın başında beklemiştim. Bir kez daha davula vurmasın diye! 

Dört yol ağzında oturduğumuz için her ayrı sokağa girişinde ve çıkışında, bizi, kalkmamıza bir saat varken dört kez kaldırıyordu. Zaten çoğu zaman bir saatlik uykumuz oluyordu. Saat 04.00 kalkıp yemeğini yiyen ve ezan sesinden sonraki ibadeti ile yatan birini 02.45 te kaldırmanın ne anlamı var ki? 

Zaten herkesin elinde, evinde dünya kadar cep telefonu ve alarmlı saati var. Bu geleneğe gösterdiğimiz iyi niyeti, birileri fazla ciddiye alıyor arkadaş! 

Eşimin kitapları arasından Mine Urganın “Bir Dinozorun Anıları” adlı kitabını çekip aldım. 

Yere bir yastık atıp, halının üzerine uzandım. 

“ İhtiyarlar ne yaparlar? Anılarını yazarlar. Ben de bunu yapıyorum işte. Günce tutmak alışkanlığım olmadığı için; ancak altmışından sonra ve yalnız yolcuklarımda notlar tuttuğum için, bu dinozorun anıları biraz kopuk kopuk olacak. Üstelik belleğim de hiç güçlü değildir. Bunun nedeni, birçok şeyi kafamdan tamimiyle silmek istememdendir belki de. 

Çünkü bizi derinden yaralayan olayları hiç anmamak, tümüyle unutmak, daha doğrusu unutmuş gibi davranmak zorundayız yaşamaya devam edebilmek için. 

Anılarımı yazmaya başlarken seksen iki yaşına bastım. Bu işi tamamlamaya ömrüm vefa eder mi bilemem. Ama bunu deneyeceğim mutlaka. Çünkü belleksiz bir toplum olmamızı önlemek için, herkesin anılarını yazmasını yararlı buluyorum.” diyor yazar.” 

Bir de “ Tek ölümsüzler sanatçılardır, şairlerdir, yazarlardır, düşünürlerdir. Şimdi ünlü olmasalar bile, ileride değerleri anlaşılacaktır. Çamurlu bir su birikintisine, bembeyaz, ışıl ışıl ışıldayan çok güzel bir çakıl taşı atmışlardır onlar. 

Çamurlu sular nasıl olsa bir gün çekilecek, o güzel çakıl taşı gün ışığına çıkacaktır. Büyük yaratıcılar, her zaman yaşayacakları, hiçbir zaman unutulmayacakları için, anılarını yazsalar da olur, yazmasalar da. Oysa benim gibi bir öğretmeni, öğrencilerden, ailesinden, yakın dostlarından başka kim anımsayacaktır?” 

Mine Urganı bir çırpıda kırk sayfa okudum sonra gözlerim kapandı ve uyumuşum. Daha kırk sayfada birçok mesaj aldım ve sonuna kadar okumaya kararlıyım:)) 

Herkes anılarını yazmaya başlasın ama yazamayanlar ne yapacak? Bir sayfada aniden karşımıza, yaşadığımız hayata sahip çıkan korsan bir yazara rastlarsak o zaman ne yapacağız? 

Şimdiye kadar geleceğimizi çalanlara ses çıkarmadığımız gibi! Geçmişimizi çalanlara da sessiz mi kalacağız? 

Yok, bu kadarı da fazla, daha neler… 

M.Talip Girgin. 

Tüm Yazdıklarım 

 

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..