Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '16

 
Kategori
Anılar
 

Sıkıysa geç beni

Sıkıysa geç beni
 

KABİR


Bir anı yazımda da anlatmıştım: İkinci kez okuyanlar için yeni baskı gibi olacak, ama ben yine de yazıma esin olan; " Gözlerimin tanık olduğu mezar taşlarındaki yazılarla ilintili olduğundan," geçmişteki mini anımı anlatmakta fayda görüyorum.

Büyük Marmara Depreminden sonra yaşamınızı devam ettirdiğimiz Edremit Körfezi’nden ara ara uzaklaşırdık.

İstanbul ve Edremit arasında gel gitlerde olduğumuz bir güz başıydı. Aracımızla Balıkesir çıkışına gelmiştik ki modeli çok eski bir Murat 124 birden önümüzde bitivermişti. Hem de sinyal vermeden. O an yüreğim ağzıma gelmişti. Gaz pedalından ayağımı çekip frene basıp yavaşladım, ama öfkem burnumu öyle sızlatıyor ki, gelin siz bana sorun. Gazı kesip yavaşlamasaydım ona arkadan bindirecektim.

Tam kornaya basıp sürücüyü sağa çektirip durduracaktım ki aracın arka camındaki büyük harflerle yazılmış yazıya bakışlarım mıknatıs gibi yapışmıştı. Üç sözcük okudum.

Anında korna çakmaktan vaz geçtim. Ani bir kararla ayağımı frenden çekip gaza bastım. O aracı sollayıp mutlaka geçmeliydim. Ama mutlaka ...

Şehirlerarası otobanda az evvel aracımızı sinyal vermeden sollayan aracın arka camında;

SIKIYSA GEÇ BENİ" yazılmıştı.

Zaten o yazı öfkemi burnumun ucundan almış, yerine hırsı yapıştırmıştı. Ben gaza yüklendikçe öndeki Murat 124 daha da hızlanmıştı. Özellikle aracını sağa sola kaydırıp yolu hem sağdan hem de soldan işgal etmekteydi.

Yüksek sesle;

" Bak senn! Etin ne bütün ne ki bir de bana meydan okuyorsun?"

Diye düşüncemi söylerken gaz pedalına daha çok yüklenmiştim.

Eşim bu durum karşısında yavaşlamamı, " belki de adam kafadan kırık, o yazıyı dikkate alma," sözleriyle beni teskin etmeye vazgeçirmeye çalışıyordu.

Eşim her ne kadar altımızdaki aracın nasıl olsa onu rampalarda geçebileceğini söylese de hırsımın önüne o an hiçbir duygu geçmemişti.

" Hayır, ona dersini vermeliyim. Kendini ne sanıyor bu adam. Bir de yolu hem sağlı hem sollu sinyalsiz geçişlerle kaplıyor. Oh ne ala var mı böyle bir sürüş? Bir de SIKIYSA GEÇ BENİ yazmış kıçına... Adama bak yahu, bir de Megana kafa tutuyor? Kafadan sakatsa tedavi olsun efendim..."

Ben hem söyleniyor hem de öndeki aracı bir an önce geçmek hevesiyle gaza yüklendikçe yükleniyordum…

O an, eşimi duymazlıktan gelmiştim. İnat değil mi? El mi yaman bey mi yamanmış, adama gösterecektim. Tabi yollarımız bundan 14 yıl önce böyle duble değildi. Ara ara tek şeride düşüyorduk. Dik rampaya geldiğimizde gaza öyle bir yüklenmişim ki Murat 124’ü jet hızıyla öyle bir geçmişim ki, keyifler gıcırdı.

“Ya işte böyle, ha nasıl geçilirmiş, bu sana ders olur işte…” diye ben ağzım kulaklara varacak bir şekilde kahkaha atarken, gülüşlerim yüzümde birden donuvermişti.

Aa o da neydi?!

Murat 124’ün ön tamponunda iki cümlelik bir yazı sallanıyordu.

“ HADİ BENİ GEÇTİN, DİYELİM; PEKİ ELİNE NE GEÇTİ?”

Bayram sonu annemin kabir ziyareti sonrası ayaklarım gürültü edecek gibi usul usul mezarlık çıkışına doğru yol alırken gözlerim; kabirlerin taşlarındaki yazılara değiyordu. "ALLAH BAKİ"

Evet, tek baki ve tek hakim bizi yaratandı. Biz insanlar; şu yaşam sahnesinde asırlar boyunca yöneten /yönetilen olmak üzere iki rolü, oynamayı üstlenmiş oyuncularıyız. Yönetici, her dönemde erk için hırsına fren yapamayıp, yönettikleri halkları kırıp geçiriyorlardı. Sonunda onlara da kalmayacaktı ki bu dünya ile edindikleri servetle erkleri. Peki, neden bir Firavun bir Zeus gibi tanrı olma özentisindeydiler? Gidenler geri gelmiyorlardı ki…

Ben sorduğum sorularla belleğimde ekolar çizerken hala zalim ve kıyıcı yöneticileri anlamış değildim.

Zaman zaman duygulandığım anlarımda geçmişle gelecek zaman arasında köprü kurar düşünürdüm. Bende o köprüden her iki yakaya ulaşıyordum. O gün mezarlıkta kabirlerin üzerindeki kurumuş toprakları sularken her birine dualar okudum. Mezar taşların üzerindeki yazıları okuyunca gözlerim buğulandı, iplik iplik yaşlar yanaklarımdan süzüldü.

Kendimle adeta söyleşiyordum.

“Bak onlar şimdi yoklar.”

 “Onları bize anlatan insanlar da şu kabirlerde toprağa katılmışlar.”

“ Eti kemiğinden ayrılmış faniler, kabir taşlarına ALLAH BAKİ yazdırmayı vasiyet etmişler.”

“Neden içimizdeki vahşi ve kötü duygularımızı besliyoruz?”

“Sevgi ve hoşgörümüzle neden barış içinde yaşamayı seçmiyoruz?”

Hem soruyor, hem de dudaklarımdan seslice Fatihalar okuyup; servilerin gölgelerinde ebediyete göçmüş fanilere hediye ediyordum.

Cep telimle birkaç fotoğraf çekip dualarla ayrıldım mezarlıktan. Çağlar ötesinden Gılgamış fısıldadı sanki kulağıma: Tüm sorduğum soruların yanıtını almıştım:

“Ben, şimdiye kadar, bir yanı karanlık bir yanı aydınlık olan bir yaratıktım. Ama şimdiden sonra karanlık yanımı kesip atacağım: Hep aydınlık yanımdan gelen sese kulak vereceğim. Karanlık yanım korku doluydu. Beni doğaya ve tanrılara köle ediyordu.”

Şimdi kendime soruyorum: Yıllar öncesinde yaşamış olduğum o gün beni sinyalsiz sollayan Murat 124'u geçmek için gaza yüklenmiştim: Peki değmiş miydi?

Evet değmişti.

O araç, o gün hayatımın en büyük, en anlamlı dersini vermişti. Bir daha ne inat ettim, ne de gerekli olmadıkça hiçbir aracı egomu cilalamak adına sollamamıştım. Hırslarımızın kurbanı olduğumuzu kaza ve ölümlere tanık olunca anlıyorduk. Allah’tan o günü kaza-bela olmadan atlatıp evimize ulaşmıştık.

Emine Pişiren/Altınoluk

11.07.2016

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..