Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Silahlar

Silahlar

Dağıstanlı Pehlivan Asar Şamil

“SİLAHLARI ON GÜN SONRA TESLİM EDECEKTİK AMA ŞİMDİ DURUM DEĞİŞTİ. BİR AN ÖNCE ONLARI DÜKKÂNDAN ÇIKARMAMIZ LAZIM. BİR DAHA BASARLARSA… İHBAR VAR. EVET, İHBAR VAR.”

Çok acısı vardı. Zor yürüyordu. Asar Efendi, dükkânın kepengini kapatıp asma kilidi takmak istediğinde, kilidin parçalandığını gördü. Hiçbir şey yapmadan, Şamil’in koluna girdi. Yavaş yavaş evlerine doğru yürüdüler.

Evlerine yaklaştıklarında annesi camda onları bekliyordu, görünce, koşarak geldi; kapıyı açtı. Oğlunun boynuna sarıldı.

“Çok korktum oğlum. Elleri kırılsın da yanlarına düşsün. Sana nasıl kıydılar. Alçak köpekler! Allah hepsinin bela…”

“Hanım tamam bela okuma. Gel Şamil’in koluna gir de yukarı çıkaralım. Senin ilaçların vardı. Getir de yaralarına basalım.” Huriye hanım bir yandan ağlıyor, bir yandan söyleniyordu. Oğlunun yüzüne bir daha baktı.

“Allah belalarını versin.” dedikten sonra oğlunun koluna girdi. Şamil’i odasına çıkartıp yatağına yatırdılar. Huriye hanım ilaçları sürerken de hep ağladı. Asar Efendi de bir sigara yaktı. Çok düşünceliydi.

“Zor günler yaşıyoruz. Dayanmak ya da karşı gelmemek, benim yaşımdakiler için bile zor. Siz gençlerin yapması gerekenler var. Allah hepinizi esirgesin. Ben de genç olsaydım da bir şeyin ucundan tutsaydım. Ama bir gün bana da gerek olursa; hazırım anlıyorsun değil mi?”

“Anlıyorum babam.”

“Biraz daha iyisin değil mi oğlum?”

“İyiyim baba. Bunlar olacak. Dayanacağız.”

“Anladım oğlum. Sen ne yaptığını bilirsin. Onun için ben sormayacağım. Geçmiş olsun hepimize. Ben yatmaya gidiyorum. Anan da seni bir daha yoklar gelir. Sen de yat oğlum. Ağrın çok olursa bize seslen.”

“Tamam babam.”

Babası gittikten sonra Şamil, kendi kendine konuşmaya başladı.

“Allah’a hamd olsun silahları bulamamışlar. Yerdeki halıların altındaki muşambayı kaldırsalardı, aşağıdaki küçük depoyu, oradaki silahları da bulurlardı. Silahları oradan çıkartmak gerek.”

Her tarafı ağrıyor, dudakları, çenesi zonkluyordu, hiç uyuyamadı. Sabaha kadar döndü durdu.

Sabah erkenden, Ilgın Ali’nin dükkânına gitti. Ilgın resmine dalmış, çalışıyordu. Uzun süre izledi. Tabloda kızılların, grilerin ve siyahların ortasında bir çiçek vardı. Çiçek beyazdı. Bembeyaz.

“Kolay gelsin. Çok güzel oluyor.” Ilgın Şamil’e bakmadan konuşuyordu.

“Sağ ol. Ne zaman geldin?”

“Çok olmadı.”

“Hayırdır. Dükkânını açmadın mı?”

“Dün gece beni askerler karakola götürdüler.”

“Yoksa?”

Ilgın başını çevirip Şamil’i görünce, elindeki fırçayı boyayı yere fırlattı.

“Şamil ne yaptılar sana?”

“Boş ver önemli değil. Biraz hırpalandım o kadar.”

“Ya silahlar?”

“Bulamamışlar. Muşambayı kaldırsalardı yanmıştık.”

“Allah’a şükür.”

“Ilgın, Çavuş ‘duydum’ dedi. İçimizden biri casus kardeşim. Bu kaçıncı oldu?”

“Bu alçak kim olabilir? Aklım almıyor. Bu vatan haini kim?”

“Bilmiyorum. Ama silahların oraya geldiğini bildiklerinden, beni evden almadan dükkânı basmışlar, altını üstüne getirmişler, her yere bakmışlar. Dediğim gibi bir halıların altındaki muşamba tabanı kaldırmak akıllarına gelmemiş. Yoksa bunlar beni şimdiye çoktan sallandırmışlardı.”

“Silahları on gün sonra teslim edecektik ama şimdi durum değişti. Bir an önce onları dükkândan çıkarmamız lazım. Bir daha basarlarsa… İhbar var. Evet, ihbar var.”

“Hala aklım almıyor, kim bu kalleşliği yapar?”

“Nereden biliyim hangi soysuzun olduğunu? Dükkâna gidiyorum. Oraları yerleştireceğim.”

“Akşama Cabbar’da toplanmayalım. Sen bizlerden yardım istemeye gelmiş ol. Öğleden sonra halıları düzeltirken konuşuruz. Ben Cabbar’ı alıp geliyorum.”

“Tamam.”

Şamil, askerlerin kendisini takip ettiğini fark etmemiş gibi yürümesini sürdürdü. Dükkânı uzakta değildi. Dükkâna geldi. Öğle yemeğine doğru Cabbar’la, Ilgın Ali geldiler. Cabbar, Şamil’in patlamış dudağını, kapanmış, morarmış ve şişmiş gözlerini görünce delirdi sanki…

“Bunlar delirdi. Evet kardeşim. Hatta bunlar ölümü hak etti. Diliyorum Allah’tan bu Çavuşun ölümü benim elimden olsun.”

“Siz gelirken dışarıda mıydılar?”

“Evet, çok yakında değiller.”

“Dükkânın içini görüyorlar mı?”

“Görmeleri için çok yakına gelmeleri lazım. Görmüyorlar.” 

“Buradan bir şey taşınırsa görürler. Bugün bence sadece halıları düzeltelim. Yarına onları başka yere nakletmenin çaresine bakalım.”

“Bakalım. Burada tutamayız artık. Düşünelim. Benim aklıma bir şey geliyor; ama olur mu? Hani kadınlar gelse alışveriş yapsa, halıların arasında dışarı çıkartsak nasıl olur?”

“Hangi kadınlara, kime söyleyeceğiz? Kim göze alabilir bunu?”

“Kaç halıda çıkartırız tüfekleri?”

“Üç halı bilemedin dört olsun.”

“Tamam, beni bekleyin. Siz ikiniz halıları düzeltin ben geliyorum.”

“Nereye gidiyorsun?”

“Bekleyin.” Cabbar hızla uzaklaştı. Yarım saat geçti. Cabbar Melik’in kız kardeşi ile birlikte geldi. Ellerinde sefer tasları ile içeri girdiler.

“Hayırdır bir şey mi oldu?”

“Halıları kim nasıl çıkartacak diyorduk, işte sana halı alacak müşteri.”

“Daha abisi yeni ölmüş kız, halı niye satın alsın?”

“Bu kız nişanlı da evlenecekse, evine halı almayacak mı yani?”

“Nişanlı mı, kiminle?”

“Bilmiyorum. Sümeyra akıl etti. Yemek getirmek için gelmiş gibi yaptık. Yemeğimizi yerken konuşalım. Askerler devriye geziyorlar.” Ilgın Ali ilk defa gülümsedi.

“Allah razı olsun bacım açlıktan ölüyordum.” Sümeyra yemekleri hazırladı. Yemeye başladılar. Devriyeler kapının önünden geçtiler, göz ucuyla da içeriye baktılar. Askerler onların yemek yediğini görünce durmadılar. 

“Sümeyra kiminle nişanlanacak?”

“Kiminle olacak içimizden biriyle. Melik öldüğünde Sümeyra bana ‘Ağabeyimin yerine beni alın’ demişti. Ben ‘yok olmaz çok tehlikeli’ demiştim. Şimdi başka çarem kalmadı.”

Şamil: “Böyle bir işe nasıl karıştıralım.”

Sümeyra: “Siz karıştırmıyorsunuz, ben katılıyorum. Ben bu işte varım. Sizin de benden başka şansınız yok. Kimse böyle bir işe girmez.”

Cabbar: “Haklı, ne yapalım? Başka çaremiz yok.”

Şamil: “Cabbar sen gerçekten ciddisin. Bu kızı neyin içine sokuyorsun?”

Cabbar: “Düşündük yeter… Bu kız gerçekten nişanlı olamaz mı? Evine de halı alacak. Eee buranın en iyi halıcısı kim? Sensin. Sana gelecek tabii. Halılarını seçecek alıp götürecek.”

Şamil yine itiraz etti.

“Siz ne söylediğinizin farkında değilsiniz? Bir süre önce abisi öldürülmüş bir kızın, silah sakladığından şüphe edilen bir adamdan halı satın alıp eve götürmesi bunların dikkatini çekmeyecek mi? Üstelik ne nişan ne düğün var!”

“Yapalım kardeşim nişan da yaparız düğünde.”

“Nasıl olacak bu iş? Hiç aklım almıyor.”

“Burada ne olsa duyuyorlar değil mi? Sümeyra yalnız başına halıları alsa gitse dikkati çeker; ama anası, babası, nişanlısının anası, babası ile alsa dikkat çeker mi?”

“Çekmez herhalde, yani sahte nişanlı mı bulacağız.”

“Aramayacağız ki! Ilgın Ali’de bekar, onunla nişanlarız.”

Ilgın Ali,

“Nasıl olur benim sevdiğim kız var. Sümeyra, dünya ahiret bacım. Üstelik nişanlıma ne derim, nasıl anlatırım? Kız benden vazgeçer.”

“Yazıklar olsun sana. Bizim derdimize bak, senin düşündüğüne bak. Sen erkeksin. Sümeyra’yı düşündüğün yok. Ben ona söyledim, o kabul etti. Hem de kim olacağını bile sormadı.”

“İyi de bu meseleden nişanlıma da söz edemem.”

“Edemezsen nişanlından ayrılacaksın.”

“Ayrılacak mıyım?” Ilgın yere diz çöktü. Başını ellerinin arasına aldı.

“Yapamam. Başka ne istiyorsanız yapayım. Bunu istemeyin benden.”

Şamil: “Sana gerek yok. Ben de bekarım. Bizimkileri gönderip, Allah’ın emri ile istetirim.”

“Nasıl Allah’ın emri ile… Yani gerçekten nişanlanmak mı istiyorsun?”

“Evet, gerçekten nişanlanmak istiyorum.”

“O zaman işin şekli değişti. Evleniyorsun. İkinizin yatak odasına da halı lazım! Halılar buradan gidecek. Oldu bu iş.” Şamil,

“Bu gece bizimkileri gönderirim. Gerçi senin ailen için iyi olmayacak, acıları daha yeni…”

“Tamam, şimdi ben Sümeyra’yı eve götürüp geliyorum. Amcamla, yengemle konuşurum. Olmadı, amcama anlatırım. İçi yanıyor zavallı amcamın; ‘hayır’ demeyecektir. Gelirken birkaç esnafa da uğrar, sizin çok uzun zamandır birbirinizi sevdiğinizi, artık beklemek istemediğinizden de evlenmeye karar verdiğinizi söylerim. Ayrıca bu gece söz kesileceğini söylerim. Sen de erken kapat dükkânı eve git.”

“Tamam. Giderim.”

“Evdekileri razı edebilecek misin?”

“Ederim merak etmeyin. Akşama geliyoruz yani!!” Genç kızın yüzüne baktı. Kız ona bakmıyordu. Gözleri yerdeki halının desenlerine takılmıştı. Onlar çıktıktan sonra Ilgın Ali,

“Bir ara kalbim duracak sandım. Nişanlıma aşığım. Ailesini razı edene kadar kaç sene uğraştım. Sen biliyorsun. Beni kurtardın. Allah razı olsun. Zor olmayacak mı senin için?”

Şamil:

“Ne zoru be kardeşim! Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Ben bu kızı ilk gördüğümden beri seviyorum.”

“Sen ne diyorsun? Sen zorla değil, gönlün düştüğü için kabul ettin öyle mi? Bak gördün mü? Her zaman derim her işte bir hayır vardır.” Şamil gülümsemişti. Ilgın Ali’nin yaptığı resim geldi gözlerinin önüne: ‘Kızılların, karanlığın içinde beyaz çiçek’ bu Sümeyra, bu kaderim. Yıllardır kendime bile söylemekten kaçtığım sevdam.”

Akşam heyecanla eve gitti. Anasını, babasını çağırdı. Olanları onların anlayacağı şekilde anlattı. ‘Sümeyra’yı çok sevdiğini, onunla evlenmek istediğini. Artık beklemek istemediğini’ söyledi. Huriye hanım şaşırmıştı.

“Hiç bilmiyordum birbirinizi sevdiğinizi. Çok şaşırdım. Ama çok da sevindim. Sümeyra’yı çok severim. Annesi de iyi kadındır.” Kadıncağız kalktı oğluna sarıldı. Gözleri dolmuştu.

“Anamdan kalan yüzüğü yanıma alayım. ‘Evet’ dediklerinde kızın parmağına takarız.” Sevinçle dışarı çıktı. Asar Efendi, 

“Oğlum nasıl oldu bu iş? Bu aile acılı şimdi kız istemek uygun olmaz. İnsanlar üstümüze gülerler. Onlar da hoş karşılamaz. Musa Efendi benim cami arkadaşımdır. Adam oğlunu yeni kaybetti. Biz kızını istemeye gidiyoruz. Hem de hemen bu gece… Bu aceleye ne gerek var? İnsanlara haber salalım. Ben ‘gitmeyelim’ demiyorum. Ama usulüne göre yapalım diyorum.”

“Baba usul musul gözetecek zamanımız yok.”

“Hayırdır oğlum yoksa seninle bu kız arasında?”

“Yok, baba estağfurullah öyle bir şey yok. Benim acele düğün dernek kurmam gerek. Bu adamların dikkatlerini üstümden atmam lazım. Benim evlendiğimi görünce beni takipten vazgeçerler. Evli barklı bu adam derler.”

“Niye oğlum evli barklı olanları alıp götürmüyorlar mı?”

“Götürüyorlar tabi! Başka şeyler yapılacakken, evlendiğimi görünce benim sevda işim olduğunu düşünecekler diyoruz. Allah kerim.”

“Oğlum senin bildiğin vardır. Koskoca pehlivana akıl verecek değilim? Sadece aklıma takılan! Bizim düğünlerimiz iki gün sürer biliyorsun. Bunların acısı çok yeni düğün de olmaz ki! Etrafta Allah’a hamdolsun varlıklı sayılırız. Bunlar düğün masrafından kaçtı, işi aceleye getirdi demesinler. Biliyorsun düğünlerde analar oğullarına kız beğenir. Herkes böyle bir düğün olsun diye bekler. Bize laf etmeyecekler mi?”

“Baba, babam... Sen beni dinlemiyorsun herhalde. Benim bir an önce evlenmem gerek.”

“Eee tamam oğlum. Sen nasıl diyorsan öyle olsun. Söyledim; kocabaş pehlivana akıl öğretecek değilim ya…”

“Estağfurullah baba, pehlivanlığım senden bana geçen bir şey, sen benden daha evla pehlivandın.”

“Benimki geçmişte kaldı. Yaşlandım artık. Sen buraların gördüğü en iyi pehlivansın. Bu da inkâr edilmez şimdi!”

“Sağ ol baba.”

“Ayrıca oğlum, sen ne istiyorsan yaparız.”

“Allah razı olsun.” Şamil hazırlanmak için odasına gitti. Pencerenin önündeki sedire oturdu.

“Ilgın haklı ‘her şerde bir hayır varmış.’ Sümeyra ile evleneceğim hem de bu günlerde… Allah’ıma şükürler olsun.”     

 

Akşam iki aile bir araya geldiklerinde şaşkındılar. Şamil’in yüzünü görünce, bu zamanda bu acılarının içinde kızlarının istenmesine de ayrıca şaşırmışlardı. Sümeyra’nın annesi ile babası da Cabbar’ın anlattıklarına önce inanamamışlar; sonra da razı olmuşlardı. Şamil, Cabbar’ın ne anlattığını bilmiyordu. İki ailede bir tuhaftılar. Hem olumluydular hem de bu işin içinde başka bir şeyin olmasından şüpheleniyorlardı. Her zaman olduğu gibi soru sormaktan korkuyorlardı. Hayatı gidişine bırakmışlardı. Önce Melik’in Mevlidinden söz açıldı. Sonra uzun uzadıya Melik’ten bahsedildi. Sümeyra kahveleri getirdiğinde Şamil’in bir kere bile yüzüne bakmadı. Şamil içeri girerken, Cabbar a,

“Konuştun mu?” dediğinde,

“Tamam, her şeyi hallettim.” demiş, Şamil’in içini rahatlatmıştı.

İki baba da olanların farkındaydı. Anneler aceleye geldiği için anlamamışlardı. Bu günlerde zulümden başka olan olaylara önem verilmiyordu. Hatta her anne gibi sevinmişlerdi. Arife’nin oğlunun acısından sonra, kızının evliliği içine biraz huzur getirmişti. Huriye çoktandır oğlunun evlenmesini istiyordu.

Ama yemekli yapılan buraların düğünlerinin yolda gelirken kocasının söylediği gibi sade yapılmasını içi almıyordu. Neticede bir oğlu vardı. Onun da mürüvvetini görmek istiyordu. Ama Şamil böyle karar verdiyse yapılacak bir şey yoktu… Gecenin ilerleyen zamanında, Asar Efendi, ‘Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızı istedikten sonra karşı taraf da uygun görünce, büyüklerin elleri öpüldü. ‘Nişanla nikâhın bir arada yapılmasına ve bunun en kısa zamanda olmasına’ karar verildi. Acıları taze olduğu için eğlenti olmayacaktı. Hoca nikâhından sonra Sümeyra Şamil’lerin evine gelin gidecekti.

Evden ayrıldıklarında, Şamil’in annesi ile babası önden giderken, Şamil ile Cabbar da onların arkasından yürüyorlar, sessizce konuşuyorlardı.

“Cabbar, kardeşim bilsen bana ne iyilikte bulunduğunu?”

“Ne oldu Şamil?”

“Ben bu kıza senelerdir sevdalıyım. Sizlerden utandım da ses edemedim.”

“Deme ya… Sanki biz bilmiyor muyduk?”

“Biliyor muydunuz?”

“Tabi biliyorduk. Allah rahmet eylesin. Melik de bilirdi. Bana hep ne derdi bilir misin?”

“Ne derdi?”

“Bu deli Dumrul ne zaman gelip bacımı isteyecek? Böyle giderse sevdadan eriyip bitecek.”

“Ne diyorsun, siz, yani hepiniz bunu biliyordunuz ha?”

“Biliyorduk. O gün dükkânda Ilgın Ali dediğimde yüzünün ne hale geldiğini görmedim mi sanki! Bakalım ne yapacaksın diye önce onun ismini söyledim.”

“Alacağın olsun Cabbar! O an kalbim duracaktı. Ya Ilgın Ali ‘evet’ deseydi.”

“Der mi oğlum. Adam senelerdir o kızla nişanlanmak için neler yaptı neler. Hepimiz bilmiyor muyuz? Üstelik içim de çok rahat, bu izdivaca Melik de çok gönüllüydü.”

“Hay Allah bunca zaman… Ya Sümeyra?”

“O kadar da değil… Onu nereden bileyim kardeşim. Sen bilmiyorsun, ben mi bileyim?”

“Kızın benim varlığımdan bile haberi yok. Ne önceden ne de şimdi. Bir kere bile başını kaldırıp, yüzüme baktığını görmedim.”

“Nikâhta keramet vardır. O da olur arkadaş.”

“Cabbar yarından tezi yok hem evde hem de dükkânda çalışmalara başlayalım. Sen etrafa duyurdun mu?”

“Birkaç kişiye duyurdum. Çoktan onların kulağına gitmiştir. Burada bilmeyen kalmamıştır. Zaten hazırlıkları da görecek anlayacaklardır.”

“Sen amcana ne dedin?”

“Gerçekleri…”

“Nasıl yani hangi gerçekleri?”

“Şamil bırak artık bunları. Hadi benim evi geçtik, nerede ise senin eve geldik. Ben artık gideyim. Yarından itibaren çok işimiz olacak. On günden önce bu düğünün olması gerekiyor.” 

“Tamam. Allah’ın selameti üstüne olsun.”

“Senin de kardeşim.” Birbirlerine elleri ile de selam verdikten sonra ayrıldılar. İki adım sonra Şamil,

“Cabbar… Sağ ol kardeşim.” Cabbar gülümsedi. Arkadaşına el salladı. Şamil sevinçliydi. Çok uzun zamandır ilk defa gülümsediğini fark etti. Koşarak anne babasına yetişti.

Bazı şeyler iyiye gidiyordu. İçinde büyük bir coşku vardı. Ruslar onlara bir şey yapamazdı. Kendini arslan gibi kuvvetli hissediyordu.

 

 

Nazan Şara Şatana’nın DAĞISTAN – ASAR ŞAMİL VE RUS TERZİ Kitabından…

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....