Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '13

 
Kategori
Güncel
 

Silivri mi? Yargıtay mı?

Silivri mi? Yargıtay mı?
 

Hap kadar salonda tarihi büyük palavralar


361 sanığın (vatanseverin) katılmadığı Balyoz davasının Yargıtay'daki temyiz duruşması bugün İzlemek isteyen ailelere, savunma avukatlarına ve milletvekillerine maddi manevi işkence ile başladı.

Yargıtay’ın büyük konferans salonu olmasına rağmen duruşma küçük bir salona çekildi. İçeri girilmesinin zorluğu bir yana salona ancak avukatlar alınabildi ve aileler dışarıda kaldılar.

Üstüne üstlük Yargıtay yeni bir zorluk daha getirdi, savunmayı soyadı sırasına kabul edeceği şartını koyarak, savunmanın anlaşılırlığını olumsuz etkilemek istedi. Yazıklar olsun, adalet iyice çürümeye başlamış.

Aynen Silivri gibi bir durum yaratıldı. Duruşma günleri sabahın köründe orada olabilmek için yollara revan ol, (aman otobüsü kaçırırım telaşı ile genelde uyumadan) orada ol ama içeri gireme. Zira gerekçe küçük salonun olmasıdır. Yetkili subay size” maalesef salon kapasitesi yeterli değil birkaç kişide fazladan aldık içeri giremezsiniz oluyor.

İşte o anda insan keçileri kaçırıyor ve bin tane lanet okuyorsunuz.

Kışın karda, ayazda, yağmurda, yazın kavurucu güneş sıcağı altında, Allah’ın düttür ettiği bir yerde, ot yok ocak yok kuru bir alanda ayakta kalakalıyorsunuz. Bu işkence o günkü duruşmanın bitimine kadar sürüyor. Saatlerce ayaktasınız çadırların olduğu taraftaki tuvaletler yeterli değil, çadırın dışında bir su dahi yok.

Çok kere yanınızda bir katık götürmediyseniz aç ta kalıyorsunuz.

Tüm bu sıkıntılara rağmen aklınız hep duruşmadan gelecek bir haberde kalıyor, arada dışarı çıkanlardan umutla iyi bir haber bekliyorsunuz.

Ne yazık ki sonuçları önceden belirlenmiş bu siyasi davadan bir türlü beklediğiniz haber size ulaşmıyor.

Kahroluyorsunuz.

İçeri girebildiniz diyelim. Hâkim ve savcıların lakaytlıkları, sanıkları küçük görme havaları bir yana bazen azarlamaları, yüksek sesle dışarı atma tehditleri karşısında da yine kahroluyorsunuz.

Ergenekon, Balyoz ve bunlara bağlanan diğer davaların önceden hazırlanan suç delilleri ile bir düzmece olduğu ve amacın TSK içinde Atatürk ilkelerinden ödün vermeyen askerlerin tasfiye edilmek istendiği apaçık ortaya çıkıyor.

Savunma dinlenmiyor, bilirkişi raporları kale alınmıyor bunula birlikte bir sürü ipsiz sapsız gizli tanıklarla, dijital verilerle adı mahkeme olan bu yerde hukuk işlemiyor. Uzman kişi ve tanık dinletme talepleri keyfi olarak ret ediliyor. Kendinizi bir engizisyon mahkemesinde sanırsınız.

Medya ise manşetler atıyor. Darbeciler yargılanıyor, askeri vesayet sona eriyor.

Dilerim Allah’tan bir gün olur bu düzmeceler ile halkı kandırmaya kalkan her kim varsa kendileri de böyle yargısız infazlara maruz kalırlar.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un henüz görevinin başındayken dediği gibi Türk Silahlı Kuvvetlerine asimetrik, psikolojik saldırılar yapılıyordu bu davalar ve tutuklamalarla.

Özellikle de Deniz Kuvvetleri yara alıyordu. Seks skandalları, casusluk, amirallere suikast planları vs.

                                                                        ****

Deniz Kuvvetlerinin neredeyse tüm muharip unsurlarını bünyesinde barındıran Kurmay Başkanı olarak ikinci adam konumunda olan tutuklu Tümamiral Semih Çetin Bir İhanetin Öyküsü isimli kitabında bakın nasıl anlatıyor durumu. Kısaca bir bölümden alıntı yapacağım.

Materyal olarak Türk Donanması Cumhuriyet tarihinin en iyisiydi ve gerçekten altın çağını yaşıyordu.

Son yıllardaki atılımlarla Akdeniz’in en güçlü donanmalarından biri olmuştuk. MİLGEM ve GENESİS projeleri sadece kamuoyunda değil, yabancı basın yayın organlarında bile övgüler alıyordu. Gölcük’ü ziyaret eden yabancı amiral ve generallerin bu konularda yaptığı yorumlar bir bahriye subayı göğsümü kabartıyordu. Türk Deniz Kuvvetlerinin geleceği gerçekten çok parlaktı.

Deniz Kuvvetleri personelinin özgün olarak tasarımladığı, tamamlandığında yerli katkı payı yüzde yetmişleri bulacak olan ve çok tehditli ortamda her türlü deniz harekâtını başarıyla icra etme imkânına sahip MİLGEM ( Milli gemi kısaltılması) projesinin ilk gemisi TCG Heybeliada 2011 yılında hizmete girecekti. Belirli bir aşamadan sonra üretimi sivil tersanelere devredilecekti.

Bu proje yerli sanayinin gelişmesi açısından çok önemli bir adım olacaktı. Diğer taraftan radar, sonar, torpido ve güdümlü mermi gibi ileri teknoloji silah ve sistemleri artık milli olarak geliştirebileceğimiz bir noktaya geliyorduk. Dışa bağımlılığı gittikçe azalan Türk Deniz Kuvvetleri geliştirdiği özgün ve gerçek anlamlı projelerle ABD başta olmak üzere sanayileşmiş Batılı ülkelerin silah firmaları için yağlı müşteri olmaktan çıkmaya başlamıştı.

İşte Tümamiral Çetin’in kitabından aldığım bu sözler neyin ne olduğunu açık seçik anlatıyor. BOP projesinin yürümesi için Türk Ordusu mutlaka tasfiye edilmeliydi. Bu hem ABD ve diğer emperyalist ülkelerin hem de başkanlık (Sultanlık) sevdasında olan başbakanın işine geldiğinden cumhuriyetimizin bekçisi olan ordumuzun değerli komutanlarını, aydınlarımızı düzmece suçlamalarla zindanlara kapattılar.

Son darbeyi de iki gün önce İç Hizmet Kanunu’nun 35.Maddesini değiştirerek başta terör olmak üzere iç kaynaklı tehditlerle mücadelede TSK’yı görev kapsamı dışına attılar. Bu yasa ne yazık ki halkın oyları ile meclise giren CHP’li ve MHP li bazı vekillerin ihanetleri ile Meclisten geçiverdi.

Böylece cumhuriyeti korumak yerine sadece yurtdışından gelecek tehditlere karşı vatanı savunmak görevi verilen TSK ancak Hükümet orduya, valiler de illerindeki askeri birliklere gereğini yapma talimatını vermezse asker müdahale edemeyecek.

ABD, AKP, BDP ‘in yararına olan bu yasa ile askerimizin eli kolu bağlanmış oldu. Düşünebiliyor musunuz? Farz edelim ki PKK askere saldırdı asker validen emir gelmezse veya gecikirse göz görerekten şehit olacak.

                                                                   ***

Türkiye bu günlere birden bire gelmedi tabi. Bu günlere gelmemizde İnönü’den sonra AKP ‘ye gelene kadar başa geçen tüm iktidar ve koalisyon hükümetlerinin, genelkurmay başkanlarının ve de muhalefet partilerinin veballeri vardır. Bazıları ihanet içinde, bazıları sessiz kalarak sürece katkı yaptılar. Şimdi teneke çalıp oynasınlar, gülsünler bakalım. Yalnız şunu unutmasınlar ki son gülen iyi güler.

                                                            ****

Tüm kurumları eline geçiren başbakan, hayallerinin gerçekleşebilmesi için hakla savaş açtı, PKK ile işbirliği yaptı. Türkiye gittikçe batağa gömülürken CHP ve MHP halen seyretmekte, başbakanla ağız dalaşı yapmaktalar. Onların yapmadıkları muhalefeti halk canları pahasına sokaklara indirmiştir.

Her gün gençlerimiz silahsız olarak başbakanın polis ordusuna direnmekte, ölmekte, yaralanmaktadırlar. Tutuklamaların sayıları gittikçe artmaktadır.

Hükümet istifasesleri her türlü zulme karşın yeri göğü inletirken halen yeni anayasa kandırmacalarına ben hazırım demek veya şartlı kabul etmek ne demektir?

Beyler gözleriniz kör mü oldu? Başbakanı başkan yapmanın senaryosu içinde nasıl oturursunuz o masada. Başkanlık karşısında PKK ya özerklik tanınacağını nasıl anlamazsınız?

Başbakanın bunca hakaretlerine nasıl eyvallah dercesine Anayasa için pazarlığa kalkarsınız? Başbakanda vicdan ve acıma duyguları haris duyguları yanında yok olmuş ama ya sizlerin?

Mezar taşı gibi susmayın ve boş laflarla halkı uyutmaya kalkmayın. Ne yapacaksanız bir an önce yapın bu zalimi durdurmanın yollarını bulun.

CHP içindeki yurtsever gerçek CHP li ulusalcı vekillere sesleniyorum.

Lütfen sesinizi yükseltin bu katliamdan farksız saldırıları durdurun ve halkın yanında olmaya devam edin.

Bu zalim diktatörden kurtulmanın yolu birleşmekten geçmektedir. Aksi halde iş işten geçecek vatan bölünecektir.  Daha kötü günlere sürüklenmeden ki bir iç savaş söz konusudur duruma el koyun.

Saygılarımla

TC.Tünay Süer

15 Temmuz 2013

 
Toplam blog
: 375
: 801
Kayıt tarihi
: 30.04.08
 
 

İstanbul Kadıköy doğumluyum. Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önya..