Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '09

 
Kategori
Güncel
 

Şimdi biz seninle aynı dili mi konuşuyoruz Yılmaz Efendi?

Şimdi biz seninle aynı dili mi konuşuyoruz Yılmaz Efendi?
 

Müritlerine müjde! Yılmaz Özdil tatilden dönmüş. Döner dönmez de bombayı patlatmış! Neymiş efendim, “açılım” adı altında Kürtçenin “resmi dil” olarak kabul edilmesine çalışıldığını, bunun da terörden bile daha tehlikeli bir girişim olduğunu ileri süren bir makale yazmış da bunu Kürtçeye çevirtmek istemiş. Fakat KDV hariç 180 TL tercümanlık parasını bile vermeye razı olmasına rağmen “sansürcü” Kürt tercümanlar yazının içeriğinden dolayı bu makaleyi çevirmeyi reddetmiş. Özdil bunu, "sansür" olarak niteliyor; bir kere buna sansür denmez, dense dense "hizmet vermeyi reddetme" denir. Sansür, elinde yetki ve zor kullanma gücü olan bir otoritenin birinin fikrini açıklamasını, yaymasını engellemesine denir. Önce biraz Türkçe öğrenmek lazım değil mi?

Eğer anlattığı doğruysa bence Kürt tercümanlar hata yapmış. Tercümanın işi tercüme etmektir; kendisine sunulan metnin içeriğine göre tavır alması yanlıştır. Ama bu bir kamu görevi değil, para karşılığı sunulan bir hizmet olduğuna göre isterse bu işi kabul etmeyebilir. Nitekim geçenlerde Mersin’de bir çay bahçesinde Türk işletmeci, DTP’li Kürt milletvekillerine sırf Kürt oldukları için çay vermeyi reddedip kahvesinden kovdu. O işletmeciyi kimse de kınamadı.

Neyse, değinmek istediğim kahvecilerin veya tercümanların meslek etiği değil, Özdil’in yazısının içeriği… Her şeyden önce, bir olgudan değil bir tahminden hareket ediyor Özdil, Kürtçenin resmi dil olacağı tahmininden… Bir kere böyle bir girişim yok. Ortada bir sürü söylenti dolaşıyor ama Hükümet temsilcilerinden hiç kimse böyle bir şey söylemedi. Sadece resmi dil konusunda da değil hiçbir konuda bir ayrıntı duyurulmadı. Kesin olan tek husus var: Çözüm arayışlarında adı geçen herkes, silahların susması, şiddetin ve kanın durması konusunda fikir birliğinde… Kendi kaderini tayin hakkından, yerel yönetimlerin güçlendirilmesine kadar bir sürü konu dillerde dolaşıyor ama henüz Hükümetin bu yönde hiçbir girişimi yok. Dolayısıyla açılım konusunda Hükümeti topa tutanların neye itiraz ettiğini anlamak mümkün değil.

Galiba onları endişelendiren asıl tehlike kanın durması… Bir süredir şehit cenazeleri azaldı (gerçi bizde gençlerin şehit olması için ille de savaşa gerek yok; yanlışlıkla el bombası patlaması, askeri araç devrilmesi, silahın ateş alması gibi bir sürü sebepten askerlerimiz sürekli şehit olur. Ama bu şekilde şehitlik pek kesmiyor bizim kan sarhoşlarını) Asıl korktukları barış…

Gelelim ülkede farklı diller konuşulmasının, insanların ana dillerinde eğitim görmesinin tehlikeli olacağı iddiasına… Dilin en önemli işlevi insanların birbiriyle iletişim kurup anlaşabilmesini sağlamaktır. Peki, biz şu anda hepimiz Türkçe konuşmamıza rağmen birbirimizle anlaşabiliyor muyuz? Mesela ben Yılmaz Özdil&Bekir Coşkun Brothers gibilerle aynı dili konuşuyorum ama hiç anlaşamıyorum. Onların ne söylediğini anlamak beni onlara yakınlaştırmak bir yana, daha da uzaklaştırıyor.

Mesela ben “Çılgın Türkler”e (kimse onlar artık) mektup yazıp onları “çıldırmaya” davet eden bir blogcu hanımla aynı dili konuşup yazıyorum ama onu anlıyor olmak benim için işkenceden başka bir şey değil.

Mesela ben Devlet Bahçeli’yle, Deniz Baykal’la aynı dili konuşuyorum ama onların sözleri bende insanlık ve ülkem adına utanmaktan başka hiçbir his uyandırmıyor.

Mesela ben, Ergenekon şebekesinin mensupları ve onların her alandaki devşirmeleriyle, darbe çığırtkanlarıyla, postal yalayıcılarla, katillerin şakşakçılarıyla aynı dili konuşuyorum ama bunları dinleyip anlamak beni deli etmekten başka bir işe yaramıyor.

Dolayısıyla, biz zaten aynı dili konuşmuyoruz. Kelimelere can veren harfler değil, onların içerdiği anlamdır. Konuştuğumuz resmi ve cari dil iletişim sağlama işlevini yitireli çok oldu. Buna yol açan da biz değil siz oldunuz. Adam öldürerek, provokasyon düzenleyerek, bunları yapanları alkışlayarak, “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan” diye insanları aşağılayarak, küfrederek yaptınız bunu…

Sen şimdi “bidon kafalı” dediğin insanlarla aynı dili mi konuşuyorsun Yılmaz Efendi? Bu soruya olumlu cevap veriyorsan ya ne yaptığının, ne yazdığının farkında değilsin ya da “dil” denen şeyi yemek yediğimiz organ sanıyorsun.

İnsanların birbiriyle anlaşabilmesi, barış içinde yaşayabilmesi için aynı lisanı konuşması şart değil. Bazen bir içten bakışın, bir samimi tebessümün anlatım gücü, dünyada konuşulan bütün lisanların iletişim sağlama gücünün toplamından daha fazla iş görür (örnek yukarıda sağdaki resim). İşte biz o tebessümü yitirdik Yılmaz Efendi; o tebessümü yitirdik: SAYENİZDE…

Biz ayrı dili konuştuğumuz için değil, sen Ahmet Türk'ün Türkçesiyle "töplümsel" diye alay ettiğin için bölündük.

Gel Can Yücel’i dinleyelim, bakalım ne diyor bu hususta:

<ı>En uzak mesafe ne Afrika'dır
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler,
Ne yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan...


Umarım anlamışsındır. Mesele iki ayrı dile bölünmek değil Yılmaz Efendi; AYNI DİLDE BÖLÜNMEK... AYNI DİLDE BÖLÜNMEK...

.....

Daha eğlenceli bir Yılmaz Özdil eleştirisi için bkz: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=195469

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..